...
Başlık :   YAZAR AYLA KUTLU İLE SÖYLEŞİ
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

                                

                                                              1 Ocak 2023-  27 Şubat 20023

    

     Yazar Ayla Kutlu, yaklaşık yarım yüzyıldır yazmaya gönül veren bir edebiyat emekçisidir. Romanları, öyküleri, çocuk kitapları ile pek çok ödül alan yazarımız sayın Ayla Kutlu’ya ‘Bulut Yazar Dergisi’ adına söyleşi yapmayı kabul ettiği için çok teşekkür ederiz.

* Ü.G. Bülbül-- Sayın Ayla Kutlu ilk kitabınız “Kaçış” 1979 yılında yayımlandı.  Yazmaya nasıl başladığınızı anlatarak söyleşimize başlayabilir miyiz?

*Ayla Kutlu--Tarih, İkinci Dünya Savaşının son yılı olmalı. Okula başlattılar. Pek hoşnut değildim bu zorunlu tutulduğum durumdan. Havasını, sınıfı, kurallarını sevdiğim de pek söylenemezdi... İnsan okuyabildikten sonra okul niye gerekliydi ki? Hele evle arası çok uzaksa, daha da kötüsü aritmetik gibi bir şeylerin de öğrenilmesi şart ise…

Yokluklara rağmen şanslı saymalıydım kendimi. Annemle babam, özellikle eli kalem tutan babam; sürekli okuyup yazan gerçek bir, Cumhuriyete ve onun erdemine inanan aydın öğretmendi. Annem ise, babasının erken ölümü nedeniyle yerleşmek zorunda kaldıkları köyde dört kardeşiyle birlikte, köy okullarının üç yıllık eğitim verebildiği bir dönemde bu kadar okuyabilmiş, daha sonraları, bulduğu her şeyi okumaya açlık duymuş, zeki bir insandı.

Evimizde ut ve keman gibi müzik aletleri, sandık dolusu Karagöz takımı (babam biz çocuklarına ve genç öğretmenlere kendi yazdığı konularda özgün “Hayal Perdesi” oyunları oynatırdı.) ile, döneme göre çok sayıda kitabın sahibiydi. Evimizde herkes kültür ve bilgiyi önemsiyordu. İkinci Dünya Savaşının çok yoğun olduğu yoksunluk günlerinde bile babam,

Antakya’ya gelen tüm çocuk dergilerini üç çocuğu için alırdı. Bayram sevinci gibi sevinmemizden ne kadar mutluluk duyduğunu; kesik küçük kahkahalarını hâlâ unutmuş değilim. Annem, iki oğlan bir kız olan çocuklarını çevresine toplar, şiirler okur, masal ve öyküler anlatırdı.

     Öte yandan nasıl bir yokluk içinde yaşanıyordu, anlatılamaz. Evimizde su da elektrik de yoktu. O günlerde, sürüp gittiğini bildiğimiz şeyler; savaştı, düşmandı ve yokluktu. Ekmek karneyleydi. Hiçbir zaman lezzetli ve doyurucu yiyecek bulamıyorduk.

Bu koşullarda iken okumayı öğrendik. Üç kardeş kitaplara öylesine düştük ki, onlar dışında her şeyi unuttuk, ya da daha doğrusu; az önemser olduk.

Edebiyatta yazma uğraşı; yazarın birikimi taşma düzeyine geldiğinde, onu toplumla paylaşması anlamına gelir. Yazmaya başladığınızda; değerli ve anlamlı saydıklarınızı içsel dünyanızın imbiklerinden geçirerek; sanatın sınırlarını genişletmekte kullanırsınız. Bu çabayı, algı, kültür ve emeğin sacayağı olarak nitelendiriyorum.

Okula alıştım.Aritnetik dersine de.Başka okullara da gitim.
     Günün birinde kendimi devlet memuru olarak buldum. Evlendim. Anne oldum. Bu arada okumak her zaman en büyük tutkumdu.

35 yaşındaydım. “Yolu yarıladığım çağımdı”. Cahit Sıtkı Tarancı, böyle dedikten 11 yıl sonra genç yaşta ölmüştü. Ben de ardımda saygın bir ad ve yazın sanatında ses getirecek eserler bırakmayı her zaman istemiştim. Daha da geç kalırsam belki de ham hayaller kuran bir kişi olacaktım. İçim; paylaşılacak nitelikteki konular ve fikirlerle kaynarken, bu amaç için ciddi çaba göstermemem yüzünden gerçekleşmezse; mutsuz olacağım korkusuyla kaynıyordu.

İlk başarım, 13. Antalya Film Şenliği kapsamında düzenlenen Film Öyküsü yarışmasını kazanmam oldu.

Öylesine büyük bir güç ve özgüven kazandım ki…İçimde ardarda özgün biçimde baş verip yükselen; kafa ve yüreğimde ziller çaldıran metinler derlenip, sıraya girip, toparlanmaya, ardından da taşmaya başladı. Yazdığım her şey, içsel dünyamda biçimlendirdiğim, kaynaştırdığım anlatılar biçiminde, gözlemlerime ve eğitimime dayalı olarak, derinden algılamayı başarabildiğim doğaya dayanıyordu. Uzun yıllar boyunca biriktirdiğim gözlem, çalışma ve bilgime, kapsamlı konular içeren eğitimim büyük destek sağlıyordu.

Siyasal Bilimler öğrenimi yapmıştım. Bu eğitimle insana dair bilim dallarıyla: Felsefe, Mantık, Sosyoloji, Sağlık, Psikoloji, Hukuk, İdare, Siyaset, Tarih, Yönetim ve Yöntem ilkeleri öğrendik.

Okumak ve iç dünyamda bazılarını onaylayıp geliştirerek, bazılarına da karşı özgün fikirler oluşturarak, öyle çok zamanımı almış, beni salt alıcı olmaktan çıkarıp, üretmemi sağlamıştı ki, onları özlediğim sanata ve toplumumuzun yapısına uygulayabileceğim kadar birikimim sağlamıştı. Doğal saydığım bu durumu ve kendime göre yenileyerek yaptığım değerlendirmeleri, yıllar sonrasında, kıdemli bir yazar olduğumda fark ettim.

* Ü.G. Bülbül-- Roman ve öykülerinizde kişiler ve olaylar bireyselle- toplumsal bütünlük içinde gerçekçi boyutlar kazanıyor. Bu sizin dünya görüşünüzün yansımasıdır diyebilir miyiz?

*Ayla Kutlu-- Kuşkusuz öyledir. “BİREY” olarak kendimi tanıyordum ama, onu “elde bir,” diyerek tuttuktan sonra… Hemen içinde bulunduğum, dönendiğim, düşlediğim, kavuştuğum, onunla konuşabildiğim “ÇEVRE” nin farkına vardım. O benim iç dünyamdan da genişti. Benim avlamak, yararlanmak, ruhumu doyurmak istediğim, daha sonra, eserlerimi paylaşabileceğim dış dünya; benden büyük, benden renkli ve farklı olsa da sürekli olarak, yaşamıma girip çıkan diğer şeyleri keşfettiğim “MEKÂN” ile; onları kendi süzgeçlerimden geçirdiğim, sevdiğim, rahatsız olduğum, olumlu, olumsuz karakterlere dönüştürdüğüm yüzlerce insanı da gözledim. Eklenen çok şey vardı artık: “ANILAR” ile sürekli YÜRÜYEN TARİH, yıpratıcı ve kaypak ortamda yaşam bulan SİYASET…

Gitgide genişleyen ve ustalaşan GÖZLEM GÜCÜ, eğitim, tanıklık, sosyal değerlendirme birikim gücüyle çözüme çalışılan SORUNLAR, yazarlıkta hiç bitmez gibi görünen ÖĞRENME VE İLETME HIRSI,

Bunları kolayca birleştirmek anlamına gelmiyor seçtiğim bakış açısı. İlk hareket noktam kendime emirdi: “AYLA EMEĞİNE ASLA ACIMAYACAKSIN.

Evet, bu ilkeyi ilk yazım kuralı olarak benimsedim. Her eserim beni çok yordu. Hâlâ kişisel dünya görüşümü yansıtacak konular ve onları işleme yöntemi bulmak peşinde olsam da…Bu yaşta artık bel kemiğim bile, destek olma gücünü benden çekip alma çabasında.

* Ü.G.Bülbül--Edebiyat dünyasında ‘Ayla Kutlu’nun Kadınları ’deyimini oluşturan eserlerinizde (Mekruh Kadınlar Mezarlığı, Kadın Destanı, Cadı Ağacı, Zehir Zıkkım Hikayeler) güçlü kadın kişilikler görürüz. Kendinizi kadın yazar olarak tanımlanmaktan uzak tuttuğunuzu biliyoruz. İnsanı bütün olarak ele alıyorsunuz. Ancak dünyada ve ülkemizde son yıllarda kadınlara uygulanan şiddet, kıyım, taciz, tecavüz, çocuk gelinler özellikle kadın yazarların kalemlerinde öncelikle yer alıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

* Ayla Kutlu--Çocukluğumda, çevremdeki kadınları çok gözlerdim. Her birinin, farklı sorunlarının gölgesine sığınmış haksızlık durumunu yaşadıklarını, büyüyorken anladım. Sokağa açılan kapıların ardında, onu kapalı tutmak zorunda bırakılmış olan kadın vardı. Onlar konuşmadıklarında, hepsinin bir kalıptan çıktıklarını zannederdiniz.

Çevremi izlemeye başladığım ama hayat acemisi olduğum çağlarımda, onları birbirlerinin kopyası, geleneksel yaşamın sıradan bir yürütücüsü ve bir karakter oluşturmayacak kadar basit figürler olarak algılardım.

Yanılıyormuşum meğer. Dikkat denen zihinsel güç; öğrenilebiliyor ve biyolojik yapıya eklemlenebiliyormuş. Hatta baskıcı bir dış irade ile kesilmediği sürece (kastettiğim eğitsel, çevresel, hatta siyasal engelleme ile, farklı cinsellik baskısı durumları) çalışan bir algı düzenleyicisiymiş. Gençlik yıllarımda bunu çözümlemenin anahtarını önemsememiş olmalıyım. Yazmaya başladıktan epey sonra, kırklı yaşlarımın ortasındayken, kadınlığı ve toplumsal varlık olarak kadının mental ve psikolojik koşullandırılmasını ancak kademe kademe çözme uğraşına girdim. Bu çabam; benim için, çevremi saran tükenmez bir ilham kaynağı, bir gizil güç ve edebiyat hazinesi olarak yaşamımı doldurdu. Sanırım kadını içsel dünyamda gerçek yerine oturttuğum ve ardından yazdıklarımla onları hak ettikleri onura konumlandırabildiğim için, yaklaşımıma saygı duyanlar da benimle dalga geçenler de anlatmaya çalıştığım kadınlara AYLA KUTLU’NUN KADINLARI diyorlar.

Çocukluğumda bilinçsizce başlayan o gözlem yıllarca sürmüş, böylece kendimin de kadın sabrını taşıdığını anlamış olmalıyım. İçimde bütün toplumsal baskılar yanında; saklama ve saklanma, biriktirme gibi bir zihinsel gücün büyüdüğünü önceleri farkına varmayarak, daha sonraları çözerek... Belleğin bir odacığında, günün birinde değerlendireceğimi düşünmüşüm. Hatta belki de uzun ve kapsamlı ayrıntılar içeren eserlerimi bu sayede özgün kılmış olabilirim.

*  Ü. G. Bülbül--’Sen de Gitme Triyandafilis’ kitabınız En İyi Senaryo dalında Altın Koza ödülünü aldı, ‘Sen de Gitme’ adıyla film yapıldı, 1996’da Altın Portakal ve Altın Koza Film Şenliklerinde toplam 14 ödül alarak büyük bir başarı kazandı. ‘Hoşçakal Umut’ ve ‘Solgun Sarı Bir Gül’ romanlarınız filme çekildi, ‘Asi…Asi’ romanınız televizyon dizisi yapıldı. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

* Ayla Kutlu--SEN DE GİTME TRİYANDAFİLİS dışındaki diğer hikâye ve romanlarımın filmlerinden hoşnut değilim. Bir zamanlar beni heyecanlandıran film yapılma teklifleri sonucu, görsele çevrilen yapıtlarımı seyrettiğimde çok üzüldüm. Sinemanın edebiyatı bozan bir teknolojik gücü var. Yönetmenler zor yapılacak seyirlik üretimlerde hemen teknolojik aşırtmalara sığınıyorlar. Bu da duyguyu ve anlam derinliğini yok ediyor. Çok az öykü veya romanın filmi, kitapla aynı ayarda olmuştur. Sinema hep bir TEKNO-SANAT olmuş ve seyirciye harcıâlem duyarlılıklar sunmuştur. Edebiyat ise, yazarın yaratım gücü ile, seslendiği okur gurubunun özümleme yeteneğine göre farklı yükseklikte duygulanımlar sunmayı başarır. Sevilen kitapların tekrar tekrar okunabilmesi bundandır.

Bu arada, bazı okurların benim öykümden çekildiğini zannettikleri ASİ adlı dizinin benimle ilgisi yok. O dizinin yönetmeni önce benim eserimi istemişti. Kendisi de Antakyalıydı. Böylece, Antakya doğumlu iki kadının yaşama göz açtıkları eşsiz kente duydukları sevgi görselleşecekti. Üstelik o sırada Antakya Belediye Başkanı da bir kadın: İris Şentürk…Ama daha baştan belli olan bir şey vardı: Yönetmen ile yazar arasında bakış açısı farkı fazlaydı. Yazılı sanatın öyle naif bir kurgusu vardır ki, bir nüans bile öykünün mantığını yıkabilir. Ben yazarlığa soyunurken, aklımdan bir kuruş para kazanmak geçmiyordu. Oysa, film yapımcı ve yönetmeni kendi mantığı içinde haklıydı: Film yapmak pahalıdır. Onlar, seyirciyi çabucak kıvama getirecek yönlendirici, gerçeği abartan davranışların; ya da mantığı sarsılmış duygusal sahnelerin akılda kalma gücünden yararlanmak ister…

Sizin sözünü ettiğiniz o dizinin ise… Konusu, kişileri ve çizilen karakterler ile mekân ve olay örgüsü yönünden romanımla hiç ilgisi yoktur. Yazarı kimdi onu da bilmiyorum. İyi ve sağlam yerleri de vardı, beğendim. Ben metinlerimde çok güçlü, hemen tek çözümcü ve yalnızca ana karakterin derinliğine işlendiği metinler yazmam. Böyle bir şeye inanmam çünkü. O kolay bir yöntem. Giderek artan basit trüklerinden ve seyirciyi avlamaya yönelik faullü görselliklerin öyküye montajlanmasından, bıktırıcı uzatmalardan… Eksiklenecek eserimin film/ dizi yapılmasına kıyamamak yoluyla, akıllılık ettiğim; bana bir kez daha öğretilmiş oldu.

Romanımdaki ASİ ırmağı ile ANTAKYA şehri salt birer coğrafî mekân ve görsel güzellik değil, romanımın etkin karakterlerinden ikisidir. Şehir ve ırmak sıradan birer kent ile, onu kemer gibi ortasından saran akarsu olarak düşünülemez. İkisi de uzun Ortadoğu Tarihi boyunca güç ve kültür taşımış. Daha sonra başka metinlerim için gelen tekliflerin tümünü reddettim. SEN DEGİTME’yi çeken TUNÇ BAŞARAN ile iyi dost olmuştuk. Anlaşıyorduk. Ama ülkede koşullar yönetime bağlı olarak hızla değişiyordu. Tunç çalışma ortamı bulamadı. Daha sonra da onu kaybettik.

Bir film iyi ya da kötü çekilmiş de olsa; yazarın eserine eklemlenmiş bir yabancı üretim türü. Ben yönetmene, yapımcıya sorun çıkaran bir insan değilim ama… Eserdeki kimliklerin bozulması, sinemaya özgü ucuz trüklerin kullanılması beni üzüyor. Aldığınız maddesel bedel ise…Gülünç. “Ne Şam’ın şekeri…” Demişler. Çoooook haklılar.

*   Ü.G. Bülbül--Bir yazar olarak ve gözlemlerinize göre, okurla yazar arasındaki ilişkinin özel bir niteliği var mıdır?

*  Ayla Kutlu--Bir eser üstünde, okurların değerlendirmelerinin, (bu sırada olumlu, ya da olumsuz yorumlarının onun hakkı olduğunu düşünürüm.) kitabın maddesel değerinin çok cüz’i bir miktarı yazarın eline geçse de okur, iyi zaman geçireceğini, yahut bir şeyler öğreneceğini, belki eğleneceğini, belki kafasında çözümlenmemiş duran sorularına biraz ışık tutulacağını düşünerek…Kesesini açmış, kitabını para verip almıştır. Dahası, zaman harcayarak, yazarın daha önceki eserlerine dayandırdığı umutla satın aldığı eser için, zaman ve göz nuru da harcamıştır. Bu tercihinin kendisine hak tanıdığını düşünebilir. Bu düşünceyi desteklerim. Bazı yazarları daha dost bilmek isteriz.

Yazar ile okurun belirttiğim türden ilişkisi, özgündür, zaman zaman çok değerlidir. Yapıtıyla bir atmosfer yaratmak ve okura uzanmak isteği, yazardan gelmiştir. Okurdan beğeni sözcükleri duymak, kaliteli eleştiri almak, güzeldir. İnsanı gönendirir. Ancak…Tersiyle karşılaşıldığında eleştiren okuruna karşı yazarın kabalaşmaya hakkı olduğunu kabul edemem. Yapıtlarını okuyarak, koşullar uygun olduğunda yazarla yüz yüze gelmek isteyen okurun bu yaklaşımı, her yazar gibi bende de aydınlık bir ortam, bir sevinç dalgası yaratır. Kanımca, yazarın en coşkulu gönendirilme yöntemi de budur. Okurundan karşılık gören yazar; (bilseniz o eser için ne kadar uzun yalnızlık gece ve gündüzleri yaşamıştır) uğraşının okura yansımış olmasından dolayı özlediği övüncü yaşar. Aralarında ılıman bir duygular iklimi paylaşımı böyle doğar. Süreğen vefa ise, yazarı yüceltir. Bu durum, kitabın ve yazarın en anlamlı paylaşım yaptığı durumdur. Tadına doyulmaz. Beğenilen yazar sevilir. Dostluk duygusu yükselir. Onun yeni eserini, bir buluşmanın öznesi olarak beklersiniz. Bu aralıklı buluşmalar belli formda kapaklı ve çok sayfalı kâğıt üstünde karıncalar gibi görünen harfler, paragraflar, sayfalar ve ciltler olarak usluca elde tutulsa da... Gerçekte kitap, okur için baştan sona bir hareket, bir yürek ısıtıcısı, bir kafa ve fikir yoldaşlığı bütünüdür. Üstünde düşündüğünüz sorunlara, durumlara belki net bir açıklık getirmiştir dostunuz yazar. Belki, yaşamsal saydığınız sorunlara cevap olabilecek fikirleri

yakalamış ve size uzatmıştır: Bu çaba yazardan gelir, onu kabul hakkı da okurdan. Doğal olarak diğer yandan bakıldığında yazar da dahil, hiç kimselerin tam olarak bilemeyeceği uğraşı; kurgu, dil, konu, mesaj veya yeni değerler üretme gibi değişik konuları kapsayan çabaları; özgüvene dayalı tavır, yazarın başarısını motive de edebilir, ya da tam tersi gerçekleşir; yazarı, çevresindeki insanlardan daha akıllı ve yaratıcı olduğu sanrısına götürür. Kendine yönelik bu ölçüsüz inanç, yazarın bir sanatçı olarak masumluğunun bittiğinin ilk ve önemli ipucudur. “Edebiyatı sürdürme tutkusunu başarısızlığa götüren bu sapma tehlikesinin, her zaman yolumuzun üstünde olduğunu unutmayalım. derim.”

 Her yeni kitap hazırlığı, beni hiç istemediğim okula göndermeleri gibi ürküntü ile başlar. Yazarken müzikten yararlanırım. Yazarlığımda en sıkıldığım, beceremediğim yerlerde BEETHOVEN daima imdadıma yetişir.

ATEŞ ÜSTÜNDE YÜRÜMEK (eski adı TUTSAKLAR) romanımı yazarken, çok zorlandığım SÜHA karakterini bir türlü istediğim nitelikte gerilimli bölüm halinde yazamadığımda…SCHUMANN’ın ( O da sonradan akıl dengesini yitirmiş bir avukat ve çok duygulu müzisyendir) senfonileriyle çözmüştüm.

BİR GÖÇMEN KUŞTU O … Romanımda, ana planı hazırlar ve kişileri saptarken çok sevdiğim eski üst adlarımızı sürekli dinledim. Alaturka klasiklerine küçüklüğümden beri hayranım. Babası ut ve keman çalan bir evin çocuğuydum. Kardeşlerim ve ben her an müziğe ulaşabildiğimiz bir şansla büyüdük.: ITRÎ, 3. SELİM, MUSTAFA ÇAVUŞ, SADULLAH AĞA; DEDE EFENDİ, TAB-I ZADE gibi büyükler… Benim, birbirine bağlı olan iki romanıma başlatanlar onlardı. Sonrası yine Klasik Batı Müzisyenleriyle gelse de …

Alaturka müziğe tutkunum. Semtimizdeki koroya tam sekiz yıl devam ettim. Konserler verdik. Orada solo şarkı da söyledim. Tarihe tutkunum. Özellikle son dönem Osmanlı tarihine ve Kurtuluş Savaşımıza. Mustafa Kemal’in yüceliğine ve yüreğimize dolan dehasına. Onun yarattığı çağdaş Cumhuriyet değerlerine ..Bunlar kitaplarımda sürekli yer alır. Çantamda, cebimde ilk kontrol ettiğim şey, kalemim ve not defteri veya kağıtlarımdır. Her yerde, her etkilendiğimde veya mekânın uyandırdığı çağrışımlarda alınmış notlarım inanılmaz derecede çoktur. Zaman zaman karıştırdığımda, beni etkileyen, duyarlılık taşıyan notlardır bunlar. Bazıları her kitabımda işime yaramıştır.

Klasik Batı, Alaturka ve Halk müziğimiz yanında, resim de yaratıcı kaynaklarımdan biri: Resim okumayı, hatta çerçeve dışında, ötesinde kalan kısmı düşleyecek kadar, içinde yürümeyi bilirim. Çizilmemiş, gösterilmemiş öteler bile belleğimde görselleşir.

İki yeni kitap ile ilişkin düşüncem, isteğim ve onlara ilişkin notlarım var:

2001 yılından beri bekleyen; şimdilerdi mahvolmuş olan doğduğum, okuduğum, sevgili şehrim ANTAKYA ile ilgili eskizlerden oluşturacağım BÜYÜLÜ ŞEHRİN HİKAYELERİ adlı notlarımı son haline dönüştürmek farz oldu. Onlardan birini KİTAP-LIK dergisinin KASIM/ARALIK sayısında yayınlatmıştım: DERE DÖNDÜ… Bir Antakya kaderi olan deprem hikayesiydi. M.S beş yüzlü yıllarda gerçekleşen aynı acı kaderin öyküsü.

Diğeri ise, TUNA nehri üstündeki ADAKALE adasının yok oluşunun öyküsü ki yıllardır içimden çıkmıyor. Bir NOVELLA oylumunda anlatmayı istiyorum.

Çok özen göstereceğim bir gerçekliğin öyküsü bu. Başarabilmeliyim.

*Ü.G. Bülbül--Sanatla uğraşmanın bir özgün yanı vardır. Bir şeyin olmadığını sezersiniz de neden olmadığını, ancak olanı bulduğunuz zaman çözebilirsiniz. Bunu bulamazsanız sezginiz, yüreğinize kadar yürümüş bir diken gibi batar durur. Başarırsanız diken erir, başaramazsanız…Dikenle yaşamayı öğrenmelisiniz.’ Diyorsunuz. ‘Kadın Destanı’nın girişinde. Yüreğine diken batanlara neler önerirsiniz?

 

*Ayla Kutlu--Yüreğine diken gibi batan yazma tutkusundan acı çekiliyorsa, mutlaka o dikeniçekip, uğraşıp çıkarsınlar. Dikenli bacakla yaşamak, yazmaktan zordur; dahası çok zevksizdir.

*Sayın Ayla Kutlu, Bulut Yazar Dergisinin Mart-Nisan 2023 sayısının konuğu olduğunuz için çok teşekkür ederiz.

 

AYLA KUTLU KİMDİR?

Türk edebiyatında 1970lerde yerini alan kadın edebiyatının öncülerindendir. Yapıtlarında öznel psikolojik olayları anlatırken, Türk toplumundaki tarihsel ve toplumsal gelişmeleri aktarmıştır. Türk edebiyatının önemli ödüllerini kazanan Ayla Kutlu’nun bazı yapıtları senaryolaştırılmış ve filme alınmıştır.

Ayla Kutlu, 14 Ağustos 1938 günü Antakya’da dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu ve tek kızı olarak dünyaya geldi. Babası Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenlerinden Selahattin Kutlu, annesi Sabriye Kutlu idi.

İlk ve orta öğrenimini İskenderun’da tamamladıktan sonra, lise öğrenimi için Gaziantep’e gitti. Liseyi bitirmesinin ardından İçişleri Bakanlığından burs alarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu; 1960 yılında mezun oldu. Mezuniyetin ardından İçişleri Bakanlığında zorunlu hizmet nedeniyle görev yaptı. Personel eğitimi, yöntem ve organizasyon gibi çeşitli uzmanlık alanlarında çalıştı. Yazar, 1964 yılında evlendi; 1965 yılında bir oğlu dünyaya geldi.

Ayla Kutlu, yazarlığa 35 yaşında iken başladı. İlk öykü ve yazıları Özgür İnsan dergisinde Aygen Berel adıyla yayımlandı. İlk romanı Kaçış’ı 1977’de tamamladı. 1980’de 20 yıllık hizmet süresi dolduktan sonra kamudaki görevinden ayrılarak tamamen yazarlığa yöneldi ve ardı ardına romanlar yayımladı.
Romanlarındaki karakterleri toplumsal ve tarihi gelişmelerle iç içe anlattı.
1985 yılında “Bir Göçmen Kuştu O” adlı romanıyla Madaralı Roman Ödülü’nü kazanan Kutlu, bu romanında bir Osmanlı aydınının yaşam öyküsünü daha çok kadınlara yansıyan bölümüyle anlattı. “Bir Göçmen Kuştu O” romanının devamı niteliğindeki Emir Beyin Kızları’nı 1999 yılında yayımladı.

1990 yılında “Sen de Gitme Triyandafilis” adlı yapıtıyla Sait Faik Hikâye Ödülü’nü aldı. Bu öykü “Sen de Gitme” adıyla sinemaya uyarlandı. 1996 da Altın Portakal ve Altın Koza film festivallerinde, yazarın bizzat kazandığı En İyi Senaryo Altın Koza Ödülü de dahil, toplam 14 ödül toplayarak büyük bir başarı kazanmıştı. “Hoşçakal Umut” ile “Solgun Sarı Bir Gül”, Kutlu’nun filmi çekilen diğer yapıtlarıdır.
Ayla Kutlu, 1990larda çocuk kitaplarına yöneldi ve yirmiye yakın çocuk kitabı yazdı. Aynı dönemde kadın sorunlarına eğilen yapıtlar da verdi. Kadın sorunlarını açıkça ortaya koyan yapıtlarından “Kadın Destanı” adlı manzumesini klasik destan yapısı ve koşuk biçiminde kaleme aldı. Bu yapıt, Gılgamış Destanına bir gönderme idi; Kutlu, Kadın Destanı’nda kadının mitolojik çağlardaki öyküsünü bugünkü hikâyesine bağlamıştı.
1992 yılında Türkistan’da resmi bir görevde bulundu, 1995’te Kadın Kurultayında üye olarak bulundu.
1995 yılında yazdığı Mekruh Kadınlar Mezarlığı, Yunus Nadi Roman Armağanına değer bulundu.
Ayla Kutlu, yaşamının ilk 58 yılını “Zaman da Eskir” adlı yapıtında anlatmıştır. Yaşamınıyazar olarak sürdürmektedir.

KİTAPLARI

2010 - Asi... Asi (roman) (Bilgi Yayınevi)
2006 - Zaman da Eskir (anı) (Bilgi Yayınevi
2004 - Ateş Üstünde Yürümek (roman) (Tutsaklar adıyla 1983) (Bilgi Yayınevi)
2001 - Zehir Zıkkım Hikâyeler (öykü) (Bilgi Yayınevi)
1999 - Emir Bey'in Kızları (roman) (Bilgi Yayınevi)
1995 - Mekruh Kadınlar Mezarlığı (hikâye) (Bilgi Yayınevi)
1994 - Kadın Destanı (roman) (Bilgi Yayınevi)
1994 - Sen de Gitme Triyandafilis (hikâye) (Bilgi Yayınevi)
1987 - Hoşçakal Umut (roman) (Bilgi Yayınevi)
1985 - Bir Göçmen Kuştu O (roman) (Bilgi Yayınevi)
1984 - Hüsnüyusuf Güzellemesi (hikâye) (Bilgi Yayınevi)
1983 - Cadı Ağacı (roman) (Bilgi Yayınevi)
1980 - Islak Güneş (roman) (Bilgi Yayınevi)
1977 - Kaçış (roman) (Bilgi Yayınevi)

ÇOCUK KİTAPLARI

Merhaba Sevgi (roman) (Bilgi Yayınevi)
Yıldız Yavrusu (roman) (Bilgi Yayınevi)
Başı Kuşlu Çocuk (roman) (Bilgi Yayınevi)
Beceriksizler Sirki (masal) (Bilgi Yayınevi)
Gezgin Kertenkele ile Kutup Ayısı (masal) (Bilgi Yayınevi)
Çiçek Elli Robot (masal) (Bilgi Yayınevi)
Küçük Mavi Tren (masal) (Bilgi Yayınevi)
Kendini Köpek Sanan Ayakkabılar (masal) (Bilgi Yayınevi)
Harika İkizler 1 (masal) (Bilgi Yayınevi)
Harika İkizler 2 (masal) (Bilgi Yayınevi)
Harika İkizler 3 (masal) (Bilgi Yayınevi)
Mavi Saçlar Pembe Gözler (masal) (Bilgi Yayınevi)
Huvava (destan) (Bilgi Yayınevi)
Minik Sultan Sihirbaz (masal) (Bilgi Yayınevi)
Minik Sultan ile Deniz Kızı (masal) (Bilgi Yayınevi)
Minik Sultan Beceriksiz Palyaço (masal) (Bilgi Yayınevi)

Sayfa : 4