...
Başlık : CADI AĞACI
Yazar : Meltem Yener

     

Romanımızın kahramanı Nilüfer, bir kabristan ziyaretindeyken başlıyor hikâye ama hikâyeninne başı ne de sonu. Sevdiği adamı uğurlayan, mezarına gül diken ve onu büyüten Nilüfer bu ölümle bir kez daha ölmüştü belki de. Ölenle ölünür müydü? Nilüfer ölmüştü, içindeki Nilüferler… Fakat iç sesinin de söylediği gibi “insanın yaşam sürecinde, hiçbir koşulda içi tümden kararmıyordu. Işıklı nokta hep vardı; bir embriyo gibi…”

Nilüfer, çocukluğu Samsun’da geçmiş geçim sıkıntısı çeken bir ailenin çocuğu. Erkek kardeşiİsmet ile çocukluklarındaki birkaç an dışında yakın olmamışlar. Annesi ile de yakınlığı yok. Etrafındaki birçok insanla da ilişkisinin derecesini, samimiyetini hikâye boyunca irdeliyoruz. Sevgiyi ne kadar derinden hissedebiliyor, gerçekten sevebiliyor mu? Meçhul. Hikâye boyunca Nilüfer’in zaman tünelinde bir oraya bir buraya gidiyoruz.

Nilüfer üniversiteyi tıp fakültesinde okuyor ve ailesinin fakir hayatını değiştirebileceğiniumuyor. Fakülteyi bitirince hemen evleniyor. Eşi Vedat, atölye olarak kurduğu işyerini laboratuvara dönüştürüp işini büyütmeye çalışıyor, bir yandan da Nilüfer için açtıkları muayenehanenin kirasını, giderlerini karşılıyordu. Nilüfer uzmanlık sınavına girmeyi istemediğinden pratisyen olarak çalışıyor ve mahallenin yoksul insanlarına yardımcı olacağını düşünüyordu. Çoğu zaman onlardan para almıyordu, zaten çok hastası da yoktu.

Günleri muayenehanesinde kitap okumak, yol gözlemek ve mahalleliyi seyretmekle geçiyordu. Ayrıca ikisi de hayatlarının baharında çocuk sahibi olmayı istemese de gebe kalmıştı fakat Vedat’ın ısrarlarına ve korkularına rağmen yine de bebekten vazgeçmiyordu. Vedat çocuğu doğurursa onunla ilgilenmeyeceğini söylemişti ama doğumdan sonra kızına aşırı düşkün bir baba oluverdi. Bir sabah aile korkunç bir hadise ile karanlığa doğru sürüklenmeye başladı. Ne kadar birbirlerine tutunmaya çabaladılarsa da olmuyor ve boşanıyorlar.

Nilüfer uzmanlığını alabilmek için tekrar üniversiteye dönüyor ve Halil Hoca ile çalışmaya

başlıyor. Bu arada çok uzun süredir arkadaşı olan ve fakültede beraber okuduğu Tahsin’de Halil Hoca’nın asistanlarından. Tahsin, yakın arkadaş olduklarından Nilüfer’in hep hayatında olan ve birçok zaman ona destek olmaya çalışan biri. Halil Hoca, öğrencileri tarafından saygı duyulan, sert mizaçlı ama çekici bulunan, biraz da çapkın olarak bilinen biri. Zamanla Nilüfer ile yakınlaşıyor ve gizli ama aslında birçokları tarafından fark edilen bir ilişkileri oluyor. Nilüfer de Halil Hoca da zamanla birbirlerini çok seviyorlar. Bir gün Halil Hoca hastalanıyor ve yurtdışına tedavi için gidiyor, dönüşü bir tabutta... Tahsin haber veriyor Nilüfer’e. Ama Nilüfer ne karşılamaya ne de cenazeye gidebiliyor. Halil Hoca’nın eşi ilişkilerini bildiğinden yanına yaklaştırmıyor. Çok sonra mezarını ziyarete gidebiliyor.

Nilüfer bu ölümün ardından bir darbeyi de kendi kendine vuruyor. Kısa süredir tanıdığı bir arkadaşının yardım teklifine, cengâverlik edip olumlu yanıt veriyor. Oysaki konuşurken belki kolay olan ve düşünmeden verilen söz ama icraata gelince zor bir eylem olan bu yardımı, zamanı gelince endişeleri yüzünden gerçekleştirmiyor. Bu durum hayatında derin bir yara açıyor, yine ve yeniden. Nilüfer’in kendi ile hesaplaşmaları, belleğinin karmaşası, duygularının yüzeyselliği ve kişiliğinin yozluğu hikâye boyunca sürekli ortaya dökülüyor. Her bölümde bize de Nilüfer’in sorguladığı gibi “Neden böyle oluyor, ne zaman bitecek bu çıkmazlar?” sorusunu sorduruyor.

Ayla Kutlu, birçoğumuzun saplandığı batak duyguları ve düşünceleri tam bir yalınlıkla anlatarak hissetmemizi sağlamış. Bizi, anlatımı alışılmışın dışında ve betimlemeleri yoğun olan, zaman mevhumundan sıyırabilen bir hikâye ile baş başa bırakıyor.

KAYNAK:

Cadı Ağacı, Ayla Kutlu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999

 

 

 

 

Sayfa : 7