...
Başlık : AYLA KUTLU’NUN HAYATI, SANATI VE MEKRUH KADINLAR MEZARLIĞI ÖYKÜ KİTABINDA YER ALAN “SOLGUN BİR SARI GÜL” ÖYKÜNÜN YAPI BAKIMINDAN İNCELEMESİ*
Yazar : BERNA ÖZTÜRK

 

Ayla Kutlu Kafkasya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 14 Ağustos 1938 tarihinde Antakya’da dünyaya gözlerini açtı. Yazar bunu “Ağustos ayının 14’ünde Antakya da Saray Cadde’sindeki kapıdan girdikten sonra, arkadaki kilisenin önünden geçerek arka kapının açıldığı sokağa girince hemen baştaki evde doğdum.” Şeklinde ifade eder. Babası Cumhuriyetin ilk kuşak öğretmenlerinden olan Selahattin Kutlu’dur. Annesi Sabriye Hanım ev hanımıdır. İkinci Dünya Savaşı bitmiş olsa da ölümün ve yoksulluğun izleri tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Maddi acıdan yoksul ailesi, okuma yönünden çok zengindir. Ailenin ikinci çocuğu olan Kutlu’nun gözlem yeteneği yüksek, insanları analiz etmesi ve ayrıntılara önem vermesi gibi özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Ayla Kutlu’nun çocukluk yıllarını, kendisinin 2006 yılında “Zaman da Eskir” adlı anı kitabından takip etmek doğru olacaktır. Yazarın dilinin insanı derinlemesine ve tüm boyutlarıyla ele alması, metinlerini kaleme aldıktan yıllar sonra bile sanki bugün yaşanmış gibi sosyal hayatta karşılık bulması ve alıcısının sürekliliği onu geriye kalan diğer yazarlardan ayırır.

İlk ve Ortaöğretimi Antakya’da tamamlayan Kutlu son derece başarılı bir öğrencidir. Daha sonra Ankara Üniversite Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirerek 1960 yılında mezun olur.

Ayla Kutlu, edebiyat dünyasına 35 yaşında iken girer. İlk öykü ve yazıları Aygen Berel ismi ile yayınlanmıştır. Hayata dair bilgisi, yapıtlarıyla yaşattığı etki ise unutulur gibi değil. İlk romanı Kaçış’ı 1979 yılında yayınlayan yazar, bu tarihten itibaren ardı ardına birçok roman yayınladı. 1990 yıllarında çocuk kitaplarına yönelen Kutlu, yaklaşık yirmi çocuk kitabı çıkardı. Birçok öyküsü çeşitli dillere çevrilen yazar, Bir Göçmen Kuştu O adlı kitabında 1986 Madaralı Roman ödülünü, Hoşça kal Umut’la 1988 Rüştü Koray ödülünü, Sen de Gitme Triyadafilis ile 1991 Sait Faik öykü armağanının, Mekruh Kadınlar Mezarlığı ile 1996 Yunus Nadi öykü ödülüne layık görülen Ayla Kutlu’nun ödüllerinin bir kısmıdır.

Mekruh Kadınlar Mezarlığı isimli öykü kitabı Ayla Kutlu’nun üçüncü öykü kitabıdır. İçerisinde yedi öykü barındıran kitabın son öyküsü olan Solgun Bir Sarı Gül, 1998 yılında filme aktarılmıştır. Yazarın Ocak 1992’ de başladığı ve 18 Eylül 1995’ te bitirdiği Solgun Bir Sarı Gül, öyküsü seksen iki sayfadan oluşmaktadır.

Öyküyü okudukça Kutlu’nun olayları bir kadın duyarlılığı ile çok ince bir şekilde kurguladığına tanık oluyoruz. Otuz beş yaşlarında genç bir adam olan Tuğrul öykünün baş kahramanıdır. Aliye ise altmış yaş civarında alımlı bir kadın ve de Tuğrul’un eski üvey annesidir. Tuğrul gün içerisinde yaşadığı çağrışımlar ile çocukluğuna döner. Anılar, özlemler ve tutkular ile dolu olan bu öykü de Tuğrul ergen bir delikanlıyken üvey annesini cinsel olarak arzular ve ona derin bir aşkla bağlanır, ancak babasının aldatma ve kötü muamelesine dayanamayan annesi evi de Tuğrul’u da terk eder. Babası başka bir kadınla evlenir ve kısa bir süre sonra da ölür. Tuğrul yıllar sonra üvey annesi Aliye Hanım’ı hasta kocasına bakan yaşlı bir kadın olarak görecektir.

Şen Hanım ve Ayşen Hanım Tuğrul’un karşı komşularıdır. Ayşen hanım, ablası Şen Hanım ile birlikte yaşayan, evlenmiş, çocuk sahibi, Şen Hanım’a nazaran biraz daha meraklı, çabuk öfkelenen ve telaşlı bir kadındır. Şen Hanım ise kız kardeşiyle birlikte yaşayan ve Tuğrul’la arkadaş olmaktan keyif alan biridir.

Tuğrul turizm rehberi olduğu için öyküde İstanbul’un çeşitli semt ve sokaklarından bahsedilmektedir. Bir Arap Soylusu ile evlilik hazırlıkları yapan genç kız ve anneannesinin İstanbul’da gezdiren ve onları antika dükkanına götüren Tuğrul’un anneannenin yüzüne değen birkaç tutam saç ile geçmişe ve anılarına geri döner. Geçmişin anımsattıkları ile kendisini kötü hisseden Tuğrul evde yalnız kalmak istemektedir.

Evinde temizlik yapan Tuğrul içinden atamadığı olumsuzluklardan ve yoğun düşüncelerden uzaklaşmak, kafasını dağıtmak derdindedir. Bir süre sonra iyi ilişkiler içinde olduğu yaşlı abla kardeş komşularının yanına gider. Tuğrul’un yetişkinlik hayatındaki, sevgilisi Binnaz’a kayıtsız yaklaşımı da dikkat çekicidir. Yetmiş yaşındaki komşu kadın ile flörtöz bir ilişki içindedir. Kendi sevgilisindense yetmiş yaşındaki komşu kadına duygusal açıdan daha yakın hisseder kendini. Bu ilişkilerde örtük ensest imalar vardır. Ensest, birbirleriyle evlenmeleri yasak olan yakın akrabalar aralarındaki yasalar, dini ve ahlaki kurallar tarafından yasaklanmış olan cinsel ilişkileri ya da arzuları belirten bir tabirdir. Ensest tabusu ya da yasağı bütün insan topluluklarında neredeyse evrensel olarak görülür. Bu yasağın gerisinde aile içi evlilikler ya da cinsel ilişkilerin neden olacağı genetik hastalıklar sonucu insan soyunun yok olması tehlikesi yatar. Ancak ensest tabu derecesinde bir yasak olmasına rağmen hemen her toplumda yakın akrabalar arasında cinsel çekime duygusal ve fiziksel boyutlarda rastlanabilmektedir. Gerek edebiyatta gerekse resimde ensest arzular ve aykırı aşklar birçok yazar tarafından işlenmiştir. En çok bilinen örnekleri Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık ve Orhan Pamuk’un Kızıl Saçlı Kadın adlı romanında ve Şebnem İşigüzel’in Hanene Ay Doğacak adlı öyküsünde de görebiliriz.

Bu öyküde yazarın vermek istediği mesaj çok anlamlıdır.  Yazar erkek çocukların ergenliğe girerken anneleri, üvey anneleri veya kendisine bakan teyze, hala, yenge gibi yetişkin kadınlar tarafından cinsel yönden tahrik edilmeleri sonucunda Tuğrul Binnaz ilişkisindeki gibi başarısız kadın erkek ilişkilerinin ortaya çıkacağını bize hatırlatır. Öyküye dönecek olursak, Tuğrul aynı gece banyoda düşerek sakatlanan karşı komşusunu hastaneye götürür. İçerisinde korkunun, sevginin, umudun ve ölümün de bulunduğu Solgun Bir Sarı Gül öyküsü, Ayla Kutlu’nun edebiyatta az sözcükle çok şey anlatma sanatını ustalıkla kullandığını hem eserlerinde hem de şu sözleri ile anlatır; “Aktarılan bilginin çok daha arkasında ki belki hiç söylenmemiş ve asla söylenmeyecek olan o gücün farkına varmaktır.” der.

Tuğrul, anneanne ve genç kızı alarak, karşı komşusu Şen Hanım’ın verdiği adrese gitmesi ile Aliye Hanım’ı görür görmez çocukluğunun aşkı ve aynı zamanda babasının Hanım’ını hatırlar. Anneanne ve genç kız beğendikleri eşyaların listesini Tuğrul’a verip ayrılırlar. Tuğrul Aliye Hanım ve onun yatalak eşi ile baş başa kalır. Aliye Hanım Tuğrul’u antika eşyaları göstermek için evin gizli bir yerine götürür. Öykünün Tuğrul karakteri çevresinde Ayla Kutlu psikoloji literatüründe çok tartışmalı bir konuya bir kadın yazar olarak çok önemli bir katkı yapmaktadır. Sigmund Freud ödipal kompleksi açıklarken, erkek çocukların ödipal dönem olarak anılan ilk beş yılda anneye arzu duyup babayı da rakip olarak gördükleri üzerine bir kuram oluşturur. Ancak bu teoride anneler sanki olayın mağduru olan ve hatta ne olduğundan habersiz masum varlıklar olarak yer alır. Ödipal kompleksi sadece erkek çocuklarından kaynaklı tek yönlü bir arzu olmadığını öne süren diğer psikologlar ise Kral Odipus’un annesi, Jakosta’ dan ilham alarak ilham alarak ödipal kompleksi karşısında bir jakosta kompleksini önermişlerdir. Buna göre anne ile genç oğlan arasındaki çekim bazen de annenin bilinçli ya da bilinçsiz tahriklerinden kaynaklanır. Bunun nedeni de genellikle kocasıyla sorunlar yaşayan annenin oğluna erkek olarak sığınma duygusudur.  Öykümüzde de Aliye Hanım kocasından şiddet gören ve aldatılan gururu kırılan bir kadın. Tuğrul, öz babasının Aliye Hanım’a haksızlık ettiğini düşünmekte ve babasını değil üvey annesini savunmaktadır. Ancak baba bunu pek te dert eder biri değildir. Karısı ile dans ederken telefon gelince genç oğluna karısına kavalyelik yapmasını söyler ve Aliye Hanım üvey oğluyla dans ederken bilinçli olarak oğlanı tahrik eder. Ayla Kutlu üvey oğlan ile anne arasındaki çekimi şu satırlar ile okura duyurur; “Baban suratını asmıştı; dikkat et hayatım…  Bu oğlanı fazlaca tahrik ediyorsun.”

Eserde öyküyü destekleyen mitolojik anlatılara da yer verilmiştir. Öykü ilahi bakış açısı ile kaleme alınmıştır.

Üvey annesi deniz kenarında mayolu iken küçük Tuğrul oyuncak gemisi denizde batınca ağlar ve annesi sarılıp oğlanı göğsüne bastırır, oyuncağını unutan oğlan elini annesinin mayosundaki yelkenli gemi resmi üzerine gezdirir. Öncelleri bunu gemiye dokunmak için yaparsa da sonra bu dokunuştan keyif alır. Başını kadının göğsüne gömer ve kokusunu içine hisseder, kadın ise bedenini okşayan oğlanın elini sıkı sıkıya tutar. Çocuk suçüstü yakalanmış duygusu ile utanır.

Buraya kadar yaşananlarda kadının oğlana yaklaşımı çok da masumane değildir. Ancak en sonunda oğlanın elini sıkı sıkıya tutması hem kuvvetli bir sevgi hem de cinsel sınırları hatırlatma amacı taşıyor gibidir. Utanç duygusu, değişim ve doğruyu bulmak için çok güçlü bir duygudur bu ve bir kişi veya toplum bu duyguyu giderek hissetmemeye başlıyorsa, orada adil olmayan büyük açıklar oluşmaya başlar. Ayla Kutlu’nun bir kadın yazar olarak sorunlu ensest ilişkilerde kadınların da sorumluluk sahibi olabileceğini hatırlatması oldukça önemlidir. Her ne kadar üvey anne oğul arasında kan bağı olmasa da yaşananlar en azından sosyal bir ensest olarak tanımlanabilir. Anımsanan yoğun duygular içinde bir süre sonra döndüklerinde Tuğrul Aliye Hanım’ın kocasının öldüğünü görürler. Çok kötü bir gün geçiren Tuğrul oradan ayrılır.

Tuğrul çocukluk aşkı Aliye Hanım’ı bulmak için yine aynı yere gider, fakat bulamaz. Muhtarlıktan evin kaydı çıkmayınca daha önce aradığı numaranın aslında var olmadığını öğrenir. Tesadüf ve doğa üstü olaylara yer verilen öyküde Tuğrul’un bir sonraki gidişinde daha önce olmadığı söylenen boş evi bulması, Tuğrul’un duvardaki aynada Aliye Hanım’ın gençliği ile on yaşındaki Tuğrul’u görmesi. Marquez’in büyülü gerçekçilik yaklaşımına benzemektedir. Kutlu da öykülerinde fantastik ve gerçeküstü sahneler oluşturmaktadır. Eserin yapısı itibari ile de Ahmet Hamdi Tanpınar öykülerini anımsatır. Ayna’nın içinde beliren karakterler, aslında hiç olmayan bir mahalle, sokak, ev bizi birdenbire gerçekten koparıp bir hayal dünyasına taşır. Aynada beliren, terk edilmiş çocuğun yani Tuğrul’un acı hüznü ile görmesiyle, geriye çekilip bastonu duvara vurması sonucu aynanın parçalanması yılların intikamını almasıdır. Olaylar ortalama bir haftalık bir süreyi kapsamaktadır.

Özetle Ayla Kutlu, bu öyküsünde bize yetişkin kadınlarla ergen oğlanlar arasında enseste varacak duygusal ve cinsel yakınlaşmaların olabileceğini ancak, özellikle çocuklar için suçluluk hissi ve ebeveynlerini kaybetme korkuları doğurabileceğini hatırlatır. Tekrarlayan biçimde bilinçli veya bilinçsiz cinsel istismara maruz bırakılmanın, telafisi zor psikolojik bedelleri olduğunu Tuğrul örneğinde anlatan çok başarılı bir psikolojik öykü örneği sunmaktadır.

Ne Tuğrul’lar var gerçek hayatta. Bazıları olan biten gerçekleri ve olmasını istedikleri hayallerini anlatabilecekleri birini buldukları için oldukça şanslılar. Bazıları ise sadece öykü kahramanı olabilirler Tuğrul gibi

*

                                                  

   KAYNAK:      
Mekruh Kadınlar Mezarlığı, Ayla Kutlu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996                                                                               

                                                                                                              

 

 

Sayfa : 6