...
Başlık : Deli deli, kulakları küpeli...
Yazar : Aysel Yalçın

                                               22.08.2021

Dün akşam, uzunca bir aradan sonra arkadaşımla sinemaya gittik, birbirinde güzel filmler gelmiş, aralarında seçim yapmaya zorlandık. Öyle çok özlemişim ki beyaz perdeyi, hangi film olsa izleyebilirdim...

Önce olmazsa olmazımız popcorn ve içeceklerimizi alıp, koşaradım salona geçtik. Perdeden yansıyan ışık ile yerimize oturup, beklemeye başladık.

“7.Koğustaki Mucize” izleyeceğimiz film ve ben çok güzel bir film olduğu kanısındaydım.

Filmin bir sahnesinde küçük bir kız çocuğu sesleniyor babasına; “Şişeler...” diye. Babası da, “Ringo ringo şişeler” diyerek sürdürüyor şarkıyı. Ve sonrası kahkahalı bir kucaklaşma.

Aslında hikâye küçük bir kasabada yaşayan bir babaanne, doğuştan zihinsel özürlü torunu ve onun kızının hikâyesi...

Gözlerimden süzülen yaşlarla irkiliyorum, arkadaşımla göz göze gelmemek için bakamıyorum. Baksam, herhalde katıla katıla ağlardım. Devamında yaşanan bir sürü olay gözlerimin önünden akıp geçerken, ben de çocukluğuma gidiyorum, hani o hayatımızın en masum, en temiz günlerine.

Mehmet'in gözleriyle buluşuyorum, ufacık acıtan bir tebessümle. Mehmet köyümüzdeki çok sevdiğim arkadaşımın kardeşiydi, o da zihinsel özürlüydü ve yıllarca toplumdan dışlanmış olarak yaşamak zorunda bırakılmıştı. Köyün çocuklarının eğlencesi olmuş, yoldan geçenler gördüklerinde saldırır korkusuyla yollarını değiştirirdi. Bayramlarda veya tatillerde annem bizi birkaç günlüğüne babaanneme bırakırdı, çok sevinirdik kardeşimle; özgürce koşar, hoplar, zıplardık köy meydanında. Araba korkusu yoktu, herkes birbirini tanıdığı için bütün çocuklar sokak- ta oynardı. Bahçelerde hangi meyve varsa alıp yerdik, kimse kızmazdı. Kediler, köpekler, ördekler sokaklarda dolaşırdı, arada onların peşinden koşup kızdırırdık.

Biz koşuştururken Mehmet de heyecanlanır, bizimle oynamak isterdi ama annesi kaçıp kaybolmasın, kimseye zarar vermesin diye, onu bahçede uzun bir iple hareket edebilecek şekilde belinden bağlamıştı. Kadıncağız işleri zor yetiştiriyor, bahçe, tarla, hayvanların bakımı derken bütün gün koşuşturuyordu, Mehmet ile ilgilenecek vakti neredeyse kalmıyordu. Bir gün yine köyde saklambaç oynuyorduk, herkes iyi bir köşe bulabilmek için ordan oraya atıyordu kendini. Ben de Mehmetlerin bahçesinde saklanacak bir yer arıyordum. Köpek kulübesinin arkasına geçtim, Mehmet'e de susması için işaret ettim. Anlamış olmalı ki gülümseyerek bana başını salladı. Ebe olan arkadaşımız koşup duruyor ama bir türlü beni bulamıyordu, Mehmet çok heyecanlanmış, arada değişik sesler çıkarıyordu. O ara beni arayan çocuk Mehmet'e kızarak; “Ne bağırıp duruyorsun deli?” dedi. Arkasından öbür arkadaşlar da onunla beraber “Deli deli, kulakları küpeli” diye bağırmaya başladılar. Bense sobelenmemek için yerimden kıpırdamıyordum, Mehmet de çocukların dalga geçtiğini anlamıştı, yerinde duramıyor, çocukları kovalamak istiyor ama bağlı olduğu için yetişemiyordu. Avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı ki ben yerimde duramadım, sakinleşmesi için koşarak Mehmet'in yanına gittim. Diğer çocuklar hiçbir şey olmamış gibi oyun oynamaya devam ediyordu, sobelendiğim için oyundan çıkmıştım zaten. Onları izliyordum, “Nasıl bu kadar kötü olabiliyorlar?” diye düşünerek. Neden kendilerini Mehmet'in yerine koymuyorlardı?

O günden sonra köyde sadece Mehmet'in ablasıyla ar kadaşlık ettim, diğer çocuklarla bir daha oynamadım, yıllar sonra bile kızgınlığım geçmemişti... O çocuklarla yıllar sonra bile karşılaştığımda hep mesafeli olmuşumdur.

O zamanlarda zihinsel özürlülerin eğitilebilecek okulları da sadece şehirlerde oluyordu ve Mehmet'in yetiştirilebileceği bir okula gitmesi imkânsızdı. Maddi yetersizlik de cabası tabi ki. Ablası biraz daha şanslıydı Mehmet'in, babası ilkokuldan sonra kızını kasabaya göndermeye ikna olmuştu, arkadaşımı daha çok görebileceğim için sevinmiştim, hafta sonları bize geliyor, beraber ders çalışıyorduk; yatılı okul maceram başladıktan sonra pek görüşemedik, yine de hiç unutmadım arkadaşımı ve Mehmet'i.

Köye ne zaman gitsem evlerine uğrar, mutlaka görmek isterdim. Birkaç hafta önce yine köyüme gittim babamı ziyarete ve onlara da uğradım. Sanki bir şeyler eksik gibiydi bahçede. “Görmeye alışık olup da göremediğim şey neydi acaba?' diye düşünürken, annesi açtı kapıyı. “Kızım hoş geldin, nasılsın?” diye sorarken, ben içeriye uzatmıştım bile kafamı. Oğlunu görememiştim bahçede. “Nerede Mehmet, uyuyor mu daha bu saatte?” diye sordum. Kadıncağızın gözleri dolu doluydu, yutkunarak konuşabildi: “Başımız sağ olsun, Memed’imi yolculadık babasına...”

 

 

Sayfa : 19