Zerrin Taşpınar ve Madımak
”Yazı,evrene iz…”

EYLÜL-EKİM.
Elçin Poyrazlar ve Polisiye Dosyası “Kadının Yazması Siyasi Bir Eylemdir” / Aslı Zorba .....................................................................................3 Deklanşöre ne zaman basacağını bilen yazar: Elçin Poyrazlar / Nilgün Çelik ...........................................5 Sızıntı / Betül İğdeli ............................................................................................................................................6 Polisiye Romanın Yeni Bir Alt Dalı: Domestic Noir ve Elçin Poyrazlar’ın “Mantolu Kadın”ı / Gülçin Manka ..................................................................................................................9 Polisiye mi? / Filiz Bilgin .................................................................................................................................11 Binbir Gece Masallarındaki Polisiye Ögeler / Ş. Nezih Kuleyin .................................................................14

OCAK-ŞUBAT.
İlk kitabı Seslerde Başka Sesler’i 1997 yılında yayımladı. Av Dönüşleri kitabıyla 2000 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, Keder Atlısı ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, İncir Tarihi ile Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazandı. Çocuk kitapları, denemeler yayımladı, yurtiçi ve yurtdışında pek çok seçkide eserleriyle yer aldı. Arkadaşlarıyla birlikte Sarnıç, Öykü Gazetesi gibi süreli yayınlar çıkardı. Yazarın 2018’de yayınlanan son romanı Sus Barbatus!, Orhan Kemal Roman ödülünü aldı.

OCAK-ŞUBAT.
Virüsüyle, depremiyle, orman yangınlarıyla koca bir yılı bıraktık arkamızda. Birleşmiş Milletler, 2020 yılının şu ana kadar ölçülmüş en sıcak yıl olduğunu açıkladı. Doğanın insanoğluna “beni düşünerek yaşamak zorundasın”ın mesajını her anlamda verdiği bir yılı uğurladık. Neredeyse tüm dünyanın evlerine kapandığı günlerin ardından uydudan çekilen fotoğraflardan gördük ki...

OCAK-ŞUBAT.
1958 yılında Diyarbakır- Hani’de doğdu. Suruç’ta liseyi bitirdikten sonra önce Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde daha sonra A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne devam etti. 1980’li yıllarda fakültede okurken Hürriyet Gazetesi’nde profesyonel olarak gazeteciliğe başladı.

OCAK-ŞUBAT.
Adnan Gerger. Gazeteci, şair, yazar, fotoğrafçı. Meslek hayatında farklı alanlarda elliden fazla ödüle layık görülen çok güçlü bir kalem; dostane bir yürek. Hayatını anlatmaya adamış Gerger’le çocukluğundan edebiyata; sosyal medyadan son kitabı Ses ve Sus’a kadar pek çok konuya değindiğimiz keyifli bir röportaj yaptık.

OCAK-ŞUBAT.
Bazı romanlar vardır, hacimleri küçük olmasına rağmen konuları, derinlikleri, okura hissettirdikleri ile kocaman bir yer kaplarlar yüreğinizde. Böyle romanlar ya da novellalar yükte hafif ama pahada ağır mücevherler gibidir. Bir elmas parçasını yakından inceleyince içindeki gökkuşağı renklerine, ışığın kırılmasıyla doğan içiçe geçmiş sayısız boyutun derinliğine nasıl hayran olursak, bu kitaplarda da aynı olaya tanıklık ederiz.

OCAK-ŞUBAT.
Adnan Gerger’in “Yürürlükteki Yalanlar” adlı kitabı beş öyküden oluşuyor. “Otobüs Yolculuğu” adlı ilk öykünün hemen başında okuyucu “Bu hikayeyi okumak için sen de hazırlıklı ol, ey Okur!” diye bir çağrı ile karşılaşıyor. Böylece okuyucu kendine yöneltilen bu seslenişle birlikte dikkatini daha da arttırarak öykünün atmosferine dalıyor.

OCAK-ŞUBAT.
Sevim Burak’ın Yanık Saraylar isimli öyküsünden… Anısına saygıyla.

OCAK-ŞUBAT.
Arabasının farlarının aydınlattığı iki tarafı çalılık, yolda ilerlerken bir yandan da verimsiz geçen günü düşünüyordu. “Sıradan geçen gün koleksiyonuma bir tane daha ekleniverdi,” dedi için-den. Kendisine yabancılaşan sabah sekiz, akşam beş işine gidiyor, gün boyu kalkamadığı masa başı işleri bir meslekten ziyade hayat tarzı oluveriyordu artık.

OCAK-ŞUBAT.
Akşam yemeği için masaya oturmuştuk. Uzun masada annem bana en uzak konuma yerleşmişti yine. Çorbalar bitmişti anneme pilav servisi için tabağımı uzattım. Kazayla elime dokununca hızla çekti tabağı. Temas ihtimalini ortadan kaldırmak için pilavı doldurduktan sonra tabağı bana uzatmak yerine masaya koydu. Gerginlik durumunu hisseden babam ortamın havasını değiştirmek için konuşmaya başladı.

OCAK-ŞUBAT.
Kız, o gün oturma odasına girdiğinde, dikiş makinesi nedense gözüne bir değişik göründü. Annesi ısrarla oradaki neşterin çok keskin olduğunu söylüyordu ama, bu bir türlü aklına yatmıyordu. O kadar küçücük bir şey, nasıl o kadar çok keskin olabilirdi ki? Bu işte bir gariplik vardı, bu garipliği çözmeliydi. Makinenin kapısını açıp, neşteri aldı. Annenin tuttuğu gibi, keskin olmayan tarafından tuttu

OCAK-ŞUBAT.
“Kömüre yine inecek misiniz, yeni ölümden döndünüz?”“Mecburum” dedi, “kredi borcum var…” Göğsü yanıyordu.

OCAK-ŞUBAT.
Bir derginin sürekli yazan bir yazarı olarak Suphi Taşhan’ı sizlere aktarmayı düşünmüş olmaktan tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bunun nedeni bu yazının, bir anlamda dergilerin toplumsal yaşamımızda ne kadar önemli bir işleve sahip olmalarının da önemini anlatan bir yazı olmasıdır. Eğer yazın ile ilgili geçmişte yayınlanmış dergiler olmasaydı Suat Taşhan gibi önemli bir şair bugün belki de tanınmıyor olacaktı. Çünkü yaşadığı dönemde hatta öldükten neredeyse elli beş yıl sonra bile bir kitabı basılamamıştı

OCAK-ŞUBAT.
ne ki bendeki bu sabırsızlık/bir konuşma özürlüsünün ısrarıydı/değince ay ışığı eriyip aktı/ gün boyu yüzümde taşıdığım mask kitabının yaprakları hışırdarken/ yavaşça dönen sayfaların yazdıkları/ gelirdi başlarına mecalsiz yatanların

OCAK-ŞUBAT.
nasıl antik tiyatroda/ kadim zamanların korosu/ mırıldanırsa şarkılarında/ oyunun sonunuS

OCAK-ŞUBAT.
Seni hoyratça sevmek bir dağ başında/Seni bir şiirde sarmalamak7Belkide bir arya da mırıldanmak!

OCAK-ŞUBAT.
: bıraktığımız yerde/birbirimizden habersiz/beni tenhada bekleyen/ey hayal sevgili/hayali olduğum/hayalim olan/belli belirsiz/iz…

EYLÜL-EKİM.
Adsız ve atsızdılar. Ünsüzdüler. Tabi ki ünsüzdüler, adsızdılar çünkü ve ünlerini taşıyacak atları da yoktu. Adları yoktu, adlarını taşıyacak atları da. Elbette. Adı yoktu, adını taşıyacak atı da. Ünsüzlüğün tadını çıkarıyordu adsız şair.

KASIM-ARALIK.
Oturmuşuz meyhaneye, sokağın kıyısına. Yağmurlar yağıyor yitik ömrümüze ve gözyaşımıza. Gecenin çisiltisi siniyor yağmurlu duldalıklara. Yağmurlar yağıyor, gecenin yağmuru, som düşlerimize.

OCAK-ŞUBAT.
Hayat rutinden ibaret olsaydı çekilmezdi hiç. Rutine sırlanmış aykırı adacıklar olmasaydı… -Zamanın kıvrımlarına gizlenmiş boşluklar- Oysa: Bir oda, bir mutfak, bir banyo tuvalet; bakla sofa, nohut oda yeter bana. Mutsuzluğumla başım belada. Kimse anlamıyor beni. Atım topal. Yok hükmünde.

MART-NİSAN.
Şu dostluk sofrasında üzüme döner insan, üzüm rakıya… Yol uzadıkça yoldan çıkar, söz kısaldıkça yola girer… Azı karar. Az konuşur bozkır insanı. Sözü tutumlu kullanır. Yapılacak işleri vardır. Vakti değerlidir. Hora geçer.

MAYIS-HAZİRAN.
Mahcubiyeti seviyordu. Utangaç. Kızarışını yüzün… Ten güzel olsa ne olur, tin olmadıkça.

TEMMUZ-AĞUSTOS.
Bir devri saadettir ki şol sefahat deryalar gibi. Bir devri sefalettir ki şol sadakat köpekler gibi. Yaşamın tutsak alınmasından daha kötüdür yaşama tutsak olmak. Bütün zamanların yekpare öpüşmekten ibaret olduğu mevsim geride kalmıştı

EYLÜL-EKİM.
-VII- Kurt’la Koç’u kardeşleyen gizem asude beyaz suda sırlanmıştır. Asude beyaz suyla yuyun onu, düşük volümle bir meyhanede…

OCAK-ŞUBAT.
Dudaklarına gömülür kalır hasretim. Ömür boyu ah! Ömürler boyu. Zamana boyun eğmiş yitik vadiler, ah bir de senin vadilerin sevgilim, gövdenin vadileri, taptaze balkıyan. Pespembecik.

EYLÜL-EKİM.
Güneş batmıştı. Yavaş yavaş evine yürüyordu. Bozkırın karanlık soğuğu kendini hissettiriyor, ayağının altında ezilen karların sesi kulaklarında yankılanıyordu. Dükkânı kapatmasına yakın gelen mal sahibiyle yaptığı tatsız konuşma canını sıkmıştı. Yandaki dükkanla beraber onun dükkanını da satışa çıkardığını söylemeye gelmişti adam. Kendi istekli değilmiş ama oğullarının ihtiyacı varmış. Evlat sıkıntıda olunca kabullenmiş o da. Utana sıkıla veriyordu haberi. 30 yıllık mal sahibi. Hiçbir sorun yaşamamışlardı. En sıkışık zamanında bile yardımcı olmuştu Orhan Amca’ya.

KASIM-ARALIK.
KIVILCIM METİN ……. Ev arkadaşınız cumartesi akşamı dışarıdaydı. Kapınız çalındı. Gelen arkadaşınızın babasıydı. Biraz sallanıyordu. Önceden tanıdığınız için onu düşünmeden içeri davet ettiniz. Gösterdiğiniz yere oturur oturmaz sizi hiç beklemediğiniz bir konuda ikna etmeye başladı. ……..

OCAK-ŞUBAT.
Kadıköy İskelesindeydiler. Berrin Umut’un elini tutmuş, sisler arasından yavaş yavaş beliren vapur siluetine bakıyordu. Hava, kış mevsimine göre çok da soğuk sayılmazdı ama geceden çöken sis şehrin üzerine abanmış, bütün gün kalkmamıştı. Oysa Berrin, sabah sislerine alışıktı, hani öğlene doğru güneşin pırıl pırıl yüzünü göstereceğini müjdeleyen sabah sislerine.

OCAK-ŞUBAT.
Genç kız bir süredir ailesiyle konuşmayı reddediyordu. Bir akşam kapandığı odasından çıkıp yemek için sofraya oturmuş herkese tek tek göz attıktan sonra sanki hiç biri orada yokmuş, tek başınaymış gibi konuşmaya başladı.