...
Başlık : EF
Yazar : MAHMUT ARSLAN

Eve geldim. Artık Ankara’daki bu dört katlı büyük evde oturmuyoruz. İstanbul’da ufak bir kira evindeyiz ama burası kızımın doğduğu ve büyüdüğü ev, her bir santimetrekaresini karımla birlikte planlayıp yaptırdığımız ev.

Kimse yaşamıyor artık bu evde. Çocuklar da gelmediği için tek başınayım bugün. Merdivenlerden aşağı salona iniyorum. Bahçemiz hâlâ bakımlı ve yeşil. Kahve yapmak için su ısıtıcısına su koyuyorum. Ankara’ya güz gelmiş, meyve ağaçlarımızın sarı yaprakları savruluyor bahçede. Bir çırpıda yaptığım kahveyi otuz yıl önce almış olduğum kupanın içine koyup bahçedeki masaya geçiyorum.
Gözümü kapayıp bir yudum içiyorum.
“Baba bu kız çok ağlıyor, hiç uyutamıyoruz”
“Bebek bu oğlum ağlayacak tabi, hem uyumasın boşver, zeki olacak bu kız, zekâsı yüksek olan bebekler uyumazlar. Siz de uykusuz kalın tabi ölmezsiniz. Hele bir altı aylık olsun hasta olmadan bütün derdim bu.”
“Daha yemek yemiyor sen dünyanın domatesini ektin bahçeye kızın organik sebze yiyecek diye”
“Varsın olsun altı ay sonra konservesini yer salçasını yer.”

Gözümü açıyorum yapraklar masanın üzerine savruluyor. Bir yudum daha alıyorum kahvemden.
“Anaaannneeee töpet dittiii.”
“Hasaaaaaaann şu merdiveni al da vişneleri topla hepsini kuşlar yiyecek.”
“Hanım dün topladım ya ne istersiniz benden?”
“Aaaaa teyzemiz gelmiş, Çağatay Bengü, Arslan, Nurhan hoş geldiniz çocuklar.”
“Anne bak Olcay koşturuyor artık oyun çağına gelmiş.”
“Çağatay, Arslan hadi şu Olcay’la biraz karda oynayın. Sonra ablalarıyla kek yapacaklar”

Dördüncü kattaki kütüphanemden bu sesleri duyuyorum. Aşağısı cümbür cemaat, yine Arabaşı çorbası pişmiş, kokusu son kata kadar geliyor. Kuzenleriyle oynadığı için üç yaşındaki kızım çok mutlu. Beş yıl sonra bu evi bırakıp Amerika’ya gideceğimizi ilkokula orada devam edeceğini sonra da burayı tümden bırakıp İstanbul’a göçeceğimizi bilmiyor, bilmiyoruz. Bu evden hiç çıkmayız sanıyoruz.

Kahve güzelmiş. Anneannenin çiçekleri kurumaya yüz tutmuş biraz sulamalıyım. Hele şu kahvemi içeyim.
Olcay altı aylık değil henüz. Kütüphanenin terasında küpeşteye oturtuyorum. Henüz kendisi oturamıyor. Elimle arkadan destekliyorum. Bağlıca’dan Polatlı’ya kadar uzanan uçsuz bucaksız tarlaları gösteriyorum. Evimizin dört bir tarafı da boş tarlalarla çevrili. Bak kızım diyorum, sen büyüdüğünde buralar hep ev olacak, yeni semtler ve mahalleler oluşacak Ankara’da. Sen bu evde büyüyecek, emekleyecek, koşacak oynayacak ve okula gideceksin. Kızım gülüyor sadece konuşamıyor henüz, ama ona güzel şeyler söylediğimi fark ediyor. Kafasından öpüp kucağıma alıyorum.
Kahvemi içerken ileriye bakıyorum sadece komşuların çatıları görünüyor.
Kayın pederim ön bahçeden sesleniyor. “Mahmut hortumu uzat buradaki ağaçların da sulanması lazım.” Akşam sofrasında Anneanne yine on çeşit yemek hazırlamış ve yine her şeyden yakınıyor. Sofrada teyzeler, kuzenler, büyükler, küçükler dizilmiş, her kafadan bir ses çıkıyor. Yemekten sonra lavanta kokulu sabun imal etmeyi planlıyorum küçük sabun atölyemde. Bahar geliyor. Yarın Olcay beş yaşına girecek, bahçede doğum günü töreni yapacağız. Büyükler, küçükler, sınıf arkadaşları, palyaçolar, oyunlar, pastalarla büyük bir cümbüş yaşanacak.
Kahvenin sonuna geldim. Çiçekler kurumasa bari. Kuyunun suyu geldi ama artık güze girdik gerek kalmadı bahçeyi sulamaya. Ne çok severdi bu kuyuyu Hasan Babam. Hem kim var ki artık? Neden herkes buradaymış gibi davranıyorum ki? Hasan Baba öleli aylar oldu. Anneanne kendi evine taşındı ve hastalıkları ile cebelleşiyor. Biz üç yıldır İstanbul’da oturuyor ve çalışıyoruz, kızımız on iki yaşında kocaman bir ortaokul öğrencisi oldu, kuzenleri büyüdü biri İngiltere’de veteriner biri deniz subayı, biri makine mühendisi, biri mimar. Geçen yaz büyükbabasız ilk ve son törenimizi, Bengü’nün nişanını yapmıştık bu evde.
Biz gitmiştik gitmesine işte ama eşyalarımız kalmıştı burada, bir de en güzel anılarımız.
Kahvemden son yudumu alıyorum. Neden bu evi bırakmıyor, neden sanki herkes buradaymış gibi davranıyorum? Neden İstanbul’dan her geldiğimde sanki bir parantezi kapatmış da yuvama geri dönüyormuşum gibi hissediyorum?
Kar o kadar yoğun yağıyor ki, iki metre ötesini görmek mümkün değil. Olcay yedi aylık, hayatının ilk kışında karı iyice hissetsin diye kucağıma alıp toprak bir yoldan ibaret olan caddeye kadar yürüyorum. Kızım kollarını sıkıca bana dolamış. Kara rağmen sokağın ortasında bacası tüten evimizi parmağı ile gösteriyor bebek diliyle bana “Baba Ef” diyor. “Evet kızım, evimiz” diyorum.

Kahvem bitti ve herkes hâlâ burada, Hasan Baba ağaçları suluyor, Anneanne yemekler yapıyor, Olcay bahçede koşturuyor, çünkü burası “Ef, evet kızım bizim evimiz”.

 

Sayfa : 17