...
Başlık : KUM TORBASI
Yazar : Berna Öztürk

Birkaç saat öncekinden daha değişik bir yerdeyim. Gözlerim kapalı, kulaklarımda dilini bilmediğim kelimeler, neler olup bittiğini bilmiyorum. Nefes alıyorum. Birkaç saat öncekinden daha değişik yerdeyim bunun farkındayım. Nereye gidiyorum? Aydınlığa mı, karanlığa mı? Genişliğe mi, darlığa mı? Sıcağa mı, soğuğa mı? Hayata mı, ölüme mi? Allah bilir. Odaya ulaştığımda her şey belli oluyor. Benden daha küçük ama hayat dolu bir başka aparat var bana takılmak için. Adeta o bir ok bende bir hedef tahtasıyım. Dış evrenin zihnimde yaşattığı düşünceler benim zihnimde hissettiklerimin yanında sönük kalır. Beni bir denek gibi gördüklerini bakışlarında hissettiren, bu iş uğruna yıllarca dirsek çürütmüş sağlıkçılar yanımda. Zihnimde bir resim karesi olarak kalıyorlar.

İçlerinden biri “Bir yanma hissedeceksin sakın korkma.” diyor. Parmaklarımın ucuna kadar hissettiğim bu ateşin ruhumda iz bırakacağını ise söylemiyor. Ah nasıl kanmıştım bu hissin gelip gideceğine, iz bırakmadan gidilir mi, hiçbir yerden? Burada ismim hasta, bilmediğim birçok terim. Sıcak yerini soğuğa bırakıyor. Uyandığımda servisteydim.

Burada kendimi sadece yalnız hissediyorum. Bu his ses değil, ışık değil hayal veya rüya değil. Tarif etsem bu hissi anlayamayacağınızdan eminim, belki de içgüdü dersiniz? İyisi mi sıcak bir his diyelim. Ameliyat olmamıştım. Odaya giren doktor “Şanslısın kalbindeki deliği kataterle kapattık bugün çok önemli, Hemşire Hanım birazdan bir kum torbası getirecek.” diyor.

Odanın kapısını açan hemşire servis kapısında kucağını dolduran kum torbasını doktorun gözetiminde atar damarın üzerine kontrol amaçlı koyuyor, üzerinde ağırlığı hissetsem de ilacın etkisinden dolayı hiçbir ağrı hissetmiyorum. Doktor “Altı saat bu kum torbasını hareket ettirme.” deyip çıktığında koridordan gelen yemek servisi sesleri ile acıktığımı hissediyorum. Hemşireye “Ne zaman yemek yiyeceğim?” diye soruyorum. Hemşire “Bugün yemek servisi yok.” deyip elindeki serumu koluma takıyor. Bu serum hayatın tat vermeyen sadece nefes aldıran yanı. Hasta yatağımda etrafı seyre koyuluyorum.

O gün bana yapılan operasyon kadar canımı acıtmasa da kalbimi, içimi, ruhumu acıtan olay gerçekleşiyor biraz sonra. Annem gelip öpüp başımı okşuyor sonra da “Acil işlerim var bu gece yanında kuzenin kalacak.” deyip giderken, elinden tutup sadece “Anne, gitme ne olur.” diyorum.

Hiçbir şey değişmedi. Onu anlamaya çalıştım. Kendimi bir mezar içinde hissettim, yemeden içmeden bir milim kıpırdamadan beklediğimden ötürü kum torbasının ağırlığı gittikçe fazlalaşıyor, tüm vücudum ağırlığın altında eziliyor. Bu sefer kuzenim Damla yanımda. Ona bakarken, gözlerimden dolan gözyaşlarımı siliyordum. Bana “Geçmiş olsun kardeşim.” diyor. Yanımdaki sandalyeye oturup “Bir şey istersen çekinme olur mu?” diyor sonra da. Tebessüm edip saati soruyorum “On iki” diyor. Bu üzerimdeki ağırlığın vücudumu esir almış acısı ile nasıl sabah olur, bilmiyorum. Damla bir şeyler anlatıyor hiçbir cümlesine odaklanamıyorum. Artık dayanamayınca “Hemşireyi çağırır mısın?” diyorum. Çok geçmeden hemşire ile geliyor. “Üzerimden bu kum torbasını biraz daha erken alamaz mısınız?” diye soruyorum. Kum torbasının atar damarın patlamasını önlediğini, yerinden zamanı gelene kadar alınmaması gerektiğini söyleyerek, bir kere daha ağrı kesici verip gidiyor. Hissettiğim şey ise ağrıdan çok, yakan bir acı. Acının bitmesini diliyorum sadece…

Derin dehlizlerin içinde kaybolmuş gibiyim. Elimden ağlamaktan başka ne gelir ki? Damla yaşadığımız güzel anıları anlatıyor, ben de kendimi o güzel duygulara çekmeye çalışsam da bu acı tümüyle ele geçirmiş beni, düşünmeme bile fırsat vermiyor. Saatleri kovalıyorum. Annem yok, çok acil işlerin peşinde. Daha bir saat mi olmuş? Sabaha kadar zaman nasıl geçecek? Bekliyorum ama saat durmuş gibi. Beynimin bana oynadığı bir oyun olmalı bu ve bu oyun hiç eğlenceli değil. Belki de kum torbası alınsa üzerimden patlamaz damarım, hani doktorlar hep kuruntulu, endişeli olur diye düşünüyorum. Belki de bu da zihnimin bir oyunu. Damla’ya üzerimdeki kum torbasını usulca almasını söylüyorum, yalvarıyorum, ağlıyorum ama yapmıyor. Belki de kendime suç ortağı aramaktan vazgeçmeliyim. İşte o zaman anlıyorum üzerimde ağırlık kum torbası değil, annemin yokluğu.

 

 

Sayfa : 19