
Başlık : OYUNCU
Yazar : Betül İğdeli
Oyuncu, Fadime Uslu’nun 2011 Yunus Nadi Öykü Ödülünü kazanan “Gölgede Yaşamak” kitabındaki şöhretini yitirmeye başlamış bir oyuncunun öyküler yazarak yeniden üne kavuşmak isterken gittiği bir taşra kasabasında kendisiyle hesaplaşmasını izleyen bir durum öyküsüdür. Öyküde olay örgüsünün yokluğuna karşın durağanlığa düşmeyen, temposunu yitirmeyen sürükleyici bir üslupla karşılaşıyoruz. Öykünün temel karakterleri Oyuncu ve onu gizli bir el gibi yönlendiren Çözücü’dür. Onlar için içten ben dili kullanılsa da üslup ilahi anlatıcı ya da “sınırsız üçüncü şahıs” olarak da tanımlayabileceğimiz olayların dışında kalarak, fakat her şeyi bilerek anlatan klasik romanlarda görülen anlatıcı yapısındadır.
Daha önce birkaç adı duyulmamış dergide öyküleri çıkan oyuncunun şekillenmemiş mekanlar, ayakları yere basmayan karakterler, oluşmamış bir kurgu ve aksayan diliyle hayallerini ve düşlerini yansıttığı öykülerine yayınevleri tanınmış biri olduğundan telefonla “Hayır”, diyorlardı. Öykünün başında öykücünün yazıcısının çıktısından aldığı öyküden yazdıklarının özetini görürüz. Oyuncu öyküsünü tartışmak üzere yayın dünyasında birdenbire ortaya çıkan Yazı İşleri Sorumlusu Erdinç Bey’le görüşmeye gider. Adam oyuncunun cazibesine kapılsa da berbat bulduğu öyküsü üzerine konuşmaz, onunla sohbet ederken kendisini Çözücü olarak adlandırır. Bu öyküdeki erkek karakter rolü onundur. Öyküde bireyi ve onun tutumunu davranış biçimini yönlendiren kişidir. Masasında bulunan sigara paketi büyüklüğünde lüle taşından yapılmış baykuş heykelciği de onun simgesidir.
Edebiyatın erken dönemlerinde ortaya çıkan bu imge öykümüzde gelecekteki felaketlerin habercisi değildir. Çatılara konarak çıkarttığı uğursuz seslerle ürkütücü kabuslara yol açan martı gibi olmayan martı kimi kez kedi kimi zamanda görünmeyebileceğini söyleyen bir yönlendiricidir. Ethem Baran’ın deyişi ile daha öykünün ilk satırlarında kurucu görevini üslenir ve öykünün merkezine ilerlerken oyuncunun yaşamındaki sarsıntının nasıl derinleştiğini gösterir.
Oyuncu, tesadüfen girdiği konservatuvar sınavlarını başarması üzerine bunun yazgısı olduğuna inanmıştır. Kadroya geçince de yeteneğine tutkuyla bağlanmıştır. Mesleğinin zirvesinde sinema, televizyon teklifleri peş peşe gelir. Gazetelerin magazin sayfalarına cesur pozlar verince de baş döndüren bir hızla yükselirken aşık olur. Ancak aşkından geriye ölü bir bebeğin anısı kalmış, rekabetin keskin olduğu bu mecrada ilişkisine son noktayı koyup yoluna devam etmiştir. Geriye bakmayacaktır. Herkes onu izlerken alkışlar dakikalarca sürer ama bu sayılı dakikalar çabuk tükenirken sahneye bakan koltuklar hızla boşalmaktadır.
Oyuncu bis yaptığında kalabalığın coşkun alkışı karşısında aniden ölmek ister. Bir kaza olsun, başına tiyatronun avizesi düşsün ya da biri onu kurşun yağmuruna tutarak öldürsün ister. Sahnede ölümü, kendisi için mükemmel bir son olarak görür. Bunun nedenini Çözücüye Annesinin denizlerin büyülediğini düşündüğü Babasının bir daha dönmeyeceğini söylemesine karşın hep onu beklediğini, onun giderken bir yanını alıp götürdüğünü söyleyerek açıklayacaktır.
Oyuncu, eski şöhretini arayan oyuncularımızdan Leyla Sayar gibi kaybettiği ününü kazanmak için mi çabalıyordu? Döneminin vamp rolleriyle tanınan Sayar, sinemada eski rollerini alamayınca aşık olduğu Tema’nın itirazlarına aldırmayarak dansöz olarak sahneye çıkar. Ancak filmlerini severek izleyenler onu dansöz olarak görmek istemeyecek Leyla Sayar yeniden sahnenin dışında kalacaktır. Alkışları özleyen kadın kendisinin evliya olduğunu iddia ederek şifa dağıttığını söylediği evinde ayin yaparken polis tarafından laikliğe aykırı davranmaktan göz altına alınacaktır. Eski yıldız, son günlerini yalnızlığa gömülerek geçirecektir.
Çözücü, Oyuncu’ya kendisinin doğup yetiştiği kasabasına giderek çevresinden uzaklaşmasını söylerken onun yazarak yeniden sahnede olmak istediğini düşünmektedir. Ancak bunu ona söylemez, kendiyle hesaplaşarak bulmasını ister. Oyuncu işini bırakmak istemediğini söylese de yeni gelen oyuncular nedeniyle çoktan sahnenin dışında kalmış, kimsenin okuma sabrını gösteremeyeceği öykülerde rüyalarının, hayallerinin peşine düşmüştür. Yıllardır aynı semtte oturmasına karşın gürültüsüne alışamadığı şehrin gürültüsünden kaçacak, Çözücü’nün kasabasında bir pansiyona yerleşerek kendisiyle hesaplaşacaktır.
Çözücü kuşatıldığımız koşullanmış düşüncelerin insanları yönlendirdiğini, batılı gibi davranmaya çalıştığımız halde bedenlerimizin kapatıldığını düşünür.. Oyuncu’ nun vefatıyla kaybettiği Annesi, Kocasını engin suların kokusuna Kızını da alkışların esrikliğine kaptırmıştır. Onun oyuncu olmasını istememiştir. Tanpınar’ın “Sahnenin Dışındakiler” romanında da kadın kahramanının radikal bir çıkışla sahnede yerini almak, ekonomik olarak çalışma hayatına girmesinden çok düşmüş biriyle karşılarız. Mahur beste motifinin yer aldığı nehir romanda bestenin ritmi yüksek perdeden başlayarak kademe kademe düşüş gösteren bir yapıdadır. Romanın yapısına uygun olarak romanın kahramanı Sabiha’nın sahneye çıkması çerçevesinde pansiyon işleten Madam Elekçiyan için çizdiği düşmüş kadın portresi Sabiha için de düşünülecektir. Oyuncunun “İnsanların yaratıcılığını kemiren ruhsuz kent” olarak düşündüğü taşrada da Annesi de Kızının gazetelerde çıkan fotoğraflarından sıkılacak konu komşusunun akrabalarının resimleri görmesinden çekindiği için oyuncu olmasından utanacaktır.
Kahramanımız kasabanın sokaklarında onu doğuran Annesi ve içinde uyuklayan kızıyla dolaşır. Sanki yanındakine çevresini, karşılaştığı insanları anlatırken sinematogratif bir dil kullanır. Giyinirken kaliteli terletmeyen sade ve dişiliğini eksiltmeyen çamaşırlar seçer. Kapı önlerinde taşlara serilmiş kilimlerde oturan , sebze ayıklayan şişman, ekşi ekşi kokan kadınlar görür. Onlar çocuklarına bağırırken yıllar önce aldırdığı çocuğun pişmanlığını duyar. Kendisi de onlar gibi esmer bir kadın olmayı ister. Terkedilmiş taş evlerde baykuşlar hayal ederken kasabanın kasvetli dar sokakları ona kendi içine bakmakmış gibi gelir.
Trençkotlu başında yün bir bere, aynı boyda bir grup köpekle dolaşan adam, aldırdığı küçük kızının büyüdüğünü sanan ve kabuslarında ölülerine ve dokunduğu ölüme el sallayan oyuncuya köpekleriyle birlikte kasabanın sokaklarında yol gösterecektir. Oyuncunun iri köpek gezdiren bir meczup olarak nitelediği adamın yüzünde aczin yerleştirdiği karamsarlık yoktur. Oyuncu bu mağrur adamın köpekleriyle birlikte nereye gitse varlığını hissetmektedir. Onu görmediği zamanlarda bile bir yolu ya da yönünü göstermek için rehberlik yapmaktadır. Onların varlığında oyuncunun ilgisini çeken köpeklerin her birinin içgüdülerinin yönelttiği inançların tutsağı olmalarıdır. Köpeklerin peygamberi bu adam görünmeyen tasmalarıyla köpekleri yönetmektedir.
Oyuncu onları kaldığı pansiyonun penceresinden ya da kasabanın dar kasvetli sokaklarında izlerken kendini boş inançlarının peşinde koşan bir balıktan farksız hissetmektedir. Hayallerinin ardında diplerde yüzerken balıkların yükseldiği anda suyun yüzeyine ulaşıp içki mezesine dönüşeceğini düşünür. O, Annesinin elinden kayıp giden bir balıktı, bedenini izleyicileri kışkırtmak için kullanmıştı. Nasıl köpekler peygamberlerini izliyorlarsa insanlarda insanları izleyerek köpekleşiyorlardı. İnsanlığın karanlığa sakladığı açlığı suyun altındaki gölgede bile görülüyordu.
Oyuncu kasabada kendisini tanımamalarına önceleri bozulsa da zamanla bu duruma alışmış, bakımına eski özeni göstermez olmuştu. Müdavimi olduğu büyük şehrin ambiyansını yaşatan deniz kıyısındaki bir meyhaneye gittiğinde köpekleriyle dolaşan adamın meyhanenin patronunun köpeğini iyileştiren doktor olduğunu öğrenecektir. Oyuncu kasabanın dar sokaklarını arşınlamayı sürdürür. Kimi zaman kendisinden saklanan mavi gözlü bir kızın peşinden koşar, hayal mi rüya mı bilemese de köpekli adam ve ıslak köpekler hep oradadır. Güneş çıktığında gökkuşağı taş evlere köprü olmuş gibidir. Mavi gözlü kız hayaleti kaybolmuştur. Şemsiye almadan çıktığı zamanlarda fena halde ıslanarak önyargılarından arınacaktır.
Oyuncu sıcak bir havada bir kapı gölgesine sığınmış paltolu adamı tekrar gördüğünde onun güneşlenirken ölmüş gibi olduğunu düşünür. Başı tozlu paltosunun yakasına düşmüş adamın beyaz saçları dağılmıştır. Onun kendisinin geleceğini gösterdiğini düşünür. Köpekleriyle dolaşan adam, köpeği iyileştiren Doktor ve Çözücü aynı adamdır, oyuncu onu gizemli orman kokusundan tanıyacaktır. Oyuncuyla karşılaştığında gölgesinden çıkmasını söylerken kaybolur. O. sırada çerçevesiz pencere boşluğunda baykuşu görür. Baykuş son defa o izbe pencereden ona bakarak Babasını ve uzak denizleri içeren yeni bir öykü yazmaya başlayan oyuncunun gölgesinden ve kasabadan ayrılacağını ve hiçbir şeyin eskisi olmayacağını söyleyerek öyküyü sonlandırır. Oyuncu Çözücü’ den daha önce dergiye gönderdiği öyküsünün yayınlatmamasını ister. Yaşı daha genç olan Oyuncu gölgelerinden sıyrılacak dile getirmese de özlemini çektiği bir çocuğu olsun isteyecektir. Yeni bir yolcuğa çıkmak için hazırdır artık.
KAYNAKLAR
Fadime Uslu, “Gölgede Yaşayanlar” Everest Yayınları,2012
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Sahnenin Dışındakiler” Dergah Yayınları ,2011