...
Başlık : ÜSTAT İLE MARİYA
Yazar : Mahmut Arslan

Aşçı Mariya Despina da herkes gibi ünlü Ressam Ricardo Salvetieri’ye Üstat diye hitap ediyordu. Bir gün yemeğin pişmesini beklerken sıkıntıdan mutfak masasının üzerindeki kağıda kurşun kalemle bir çiçek resmi çizmişti. Ertesi gün geldiğinde temizlikçi kız Ursula Üstat’ın üst kattaki atölyesinde kendisini görmek istediğini söylemişti. Korkmuştu Mariya, bir şeyler çok kötü gitti beni azarlayacak hatta işime son verecekler diye düşündü. Şimdiye kadar Üstat ancak bir kez kendisi ile görüşmüş ve o da üç yıl önce işe yeni girdiği günlerde yemekleri nasıl yapması gerektiği ve en sevdiği yemekler hakkında bilgi vermek için yapılmış kısa bir görüşmeydi bu. Otuzuna henüz girmemiş olan Mariya, uzun boylu, endamlı güzel bir genç kadındı ve de evliydi. Kocası da zengin evlerine bahçıvanlık yapan bir bahçıvandı.

Çekine çekine heyecan içinde Üstat’ın atölyesinin kapısını çaldı. Sert bir “girin” sesi ile de içeri girdi. Üstat elinde bir fırça ile bir tuvalin önünde çalışıyordu ve de Mariya’ya hiç bakmıyordu. “Otur şu masaya geliyorum” demişti. Masaya oturup beklemişti o da. Sonunda Üstat masaya gelmiş ve masanın çekmecesinden bir kağıt çıkarıp Mariya’nın önüne atıvermişti. Mariya korkuyla kağıda bakıyor ama hiç konuşamıyordu. Bu geçen gün mutfakta çiçek resimleri çiziktirdiği kâğıttı. Üstat elini kağıdın üzerine götürerek sordu :

“Bunu sen mi çizdin?” Mariya ise korkusundan ne diyeceğini bilemez bir haldeydi ve Üstat’ın evde kendisinden başka birinin çizim yapmasına fena halde canının sıkıldığını düşünüyordu. O yüzden hemen ağzından “hayır efendim” sözleri döküldü. Ama Üstat ona dik ve dik sorgulayıcı bir şekilde bakmaya devam edince “yani isteyerek olmadı, inanın kötü bir niyetim yoktu sadece yemeğin pişmesini bekliyordum, masanın üzerinde kağıt kalemi görünce de işte öylesine çiziktirmişim” diyerek kafasını önüne eğdi. Üstat ayağa kalkıp masanın çevresini yavaş yavaş adımlayarak konuşmaya başladı.

“Bak Mariya, senin çizgilerin sıradan insanların çizgileri değil, hiç resim eğitimi almamış birinin ışığı ve nesnelerin birbirinden uzaklığını yani perspektifi bu şekilde kullanması olağanüstü bir yeteneğin göstergesi, yani sen doğuştan ressamsın, tıpkı benim gibi. Bu nedenle sana bu resim defteriyle birkaç çizim kalemini veriyorum. Buraya etrafında gördüğün bütün bitki, ağaç ve meyve sebzeyi çizmeye çalış, şimdilik insan ve hayvan resmi çizme, çünkü insan anatomisi üzerinde eğitim almadan yapacağın çizim hataları kalıcı olur. Bu konuda sana ayrıca ders vereceğim. Yemek yapmayı bitirdiğinde ya da pişmesini beklerken buraya defterinle çıkıp çizimlerini bana göster ben de sana neleri yapman ya da yapmaman gerektiğini söylerim. Eğer çalışırsan benim gibi hatta benden de iyi bir ressam olabilirsin.”

Mariya ne diyeceğini bilemedi. Böylesi bir yaklaşımı Üstat’dan hiç beklemiyordu. O anda orta yaşlı adamın boynuna sarılıp öpmek istedi ama o bu evde bir aşçıydı ve de böylesi bir yılışıklığa asla imza atamazdı. Bunun yerine Üstat’ın gözlerine sımsıcak bakarak teşekkür etti. Büyük boy resim defterini kalemleri alarak atölyeyi terk etti. Üstat’ın son sözleri aklından çıkmıyordu eğer çalışırsa büyük ressam olabilirdi.

O gün ve ondan sonraki günler, evde ne kadar saksı çiçeği varsa, bahçede ne kadar açmış çiçek ve bitki varsa, kilerde ne kadar sebze varsa hepsinin ayrıntılı çizimlerini yapmaya başladı kara kalemle. Bahçıvan kocası karısının resim yapmasından pek de hoşnut değildi ama engellemiyor sadece konuşuyordu. Boş işlerle uğraştığını, resim yapmaya harcadığı zamanı evlere yemeğe giderek daha çok para kazanabileceğini söyleyip duruyordu.

Üstat’ın evine her gidişinde yemeklerin pişmesini beklediği son bir saatte ressamın atölyesine çıkarak çizimlerini gösteriyordu. Üstat her resim üzerinde ayrı ayrı bir çok yorum ve düzeltmede bulunuyor, bazen de yanında çizim yaptırarak kalem tutuşuna ve çizim tekniğine müdahale ediyordu. Mariya artık o evde sadece bir aşçı değil aynı zamanda Üstat’ın öğrencisiydi. İlk dersten bu yana farklı bir dünyaya girmiş basit bir aşçıyken ressam olma yolunda ilerlemeye başlamıştı. Bu arada Üstat’ın da tavsiyeleri ile mahalle kütüphanesine giderek ressam ve sanatçıların hayatlarını ve sanat yaşamlarını okuyordu. Acaba kendisi de bir sanatçı olabilir miydi? Ne zaman bir sanatçı ya da ressam sayılabilecekti? Bu gibi sorular hep kafasında yanıp sönüyordu.

Üstat bir süre sonra Mariya’ya karakalemin yanında yağlı boya da çalıştırmaya başladı. Bir gün Mariya bütün cesaretini toplayarak Üstat’a “ben ne zaman ressam sayılırım” diye sordu. O da bunun için yaptığın bir tablonun karma bir sergide yer alması lazım” dedi. Sonra ekledi “mesela geçen hafta yaptığın şu kuş resimlerini çerçeveletip gelecek ay Kilise yararına yapılacak olan karma sergiye sokabilirim. Satılırsa parasının yarısı da sana gelir. Ama paradan da önemli olan artık bir aşçı değil bir ressam ve sanatçı sayılırsın sergiye katılırsan.”

Kulaklarına inanamıyordu. Yine adamın boynuna sarılmak istedi ama yapmadı. Sadece “size minnettarım” diyebildi. Üstat da onu seviyor muydu acaba? Aslında birçok kez beğendiğini belli etmişti ama hep babacan bir tavır takındığı için tam emin olamıyordu. Bir keresinde de küçükken annesinin kendisine nasıl işkenceler yaptığını anlatmış ve “bunları karıma bile anlatmadım” demişti. Karısından çok Mariya’ya güvenip özel yaşamını anlatması onları sadece usta ve öğrenci değil aynı zamanda sırdaş da yapmıştı. Mariya da bir akrabasının kendisini nasıl taciz ettiğini anlatmıştı ona. “Karısıyla arası kötü değil ama beni de beğeniyor” diye düşünüyordu Mariya. Bir de Üstat’ın otuz yıldır karısının yanında değil atölyesinde yalnız yattığını da biliyordu. “Şimdi bir kadın tenini ne kadar da özlemiştir kimbilir” diye sorduğu da olurdu bazen kendi kendine. Aslında onu mutlu etmeyi isterdi. Bir keresinde onu üst üste rüyasında görmüş ve çok merak etmişti ve o zaman anlamıştı sevdiğini.

Zamanla Üstat da Mariyasına çok bağlanmıştı. Onunla çok keyifli sohbetler ediyor ama asla dokunmuyordu. Bunu da onu sevdiğinden yapıyordu. Evine gittiğinde kendisini suçlu hissetmesin diye.

Ama bir kaç hafta izinden sonra Mariya elinde resimlerle atölyeye girdiğinde, Üstat ilk defa ona sarılmıştı. Uzun uzun kokusunu içine çekerek ve de vücudunu vücuduna bastırarak. Öylece hareketsiz kalmıştı Mariya, sonra o da Üstat’a sıkı sıkı sarılmıştı. “Bu yaptığımız yanlış ama” demiş ve masanın karşısına geçerek kaçıvermişti akabinde de. Üstat ise yanına gelmiş ellerini avucunun içine almış ve şöyle konuşmuştu:

“Dün bir rüya gördüm, atımın ayağı kaymış ve ben bir uçurumdan yuvarlanıp ölüyordum. Sonra sabah uyandığımda aklıma sen geldin. Her şeyin canı cehenneme ölmeden Mariyamı bir kez olsun sarmalıyım dedim içimden. Hem kimse kimsenin sahibi değil, eğer bir eş ilgisini ve sevgisini diğer eşten mahrum ediyorsa neden insan başkasını da sevmesin ki? Hem insan aynı anda iki kişiyi de farklı farklı sevebilir. Eşini farklı seversin sevgilini farklı. Üstelik Hz. İsa da İncil’de şöyle demiyor muydu, Sezarın hakkını Sezar’a Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin. Ben de senin hakkını sana vermek istiyorum.”

Bu sözler karşısında Mariya’nın içi ürperdi ve sandalyesinde oturan orta yaşlı adama yaklaşarak onu kollarıyla sardı ve göğsüne bastırdı ve “o zaman ver hakkımı” dedi.

Sayfa : 19