...
Başlık : Beni iten, çocuğun acılarının bu denli görünmez oluşuydu. Kimsenin görmemesiydi, dünyayı saran kötülüğün asıl kökenini. Konunun özüne gerçek anlamıyla dokunan çok az kişi var.
Yazar : Aslı Zorba

- Ben sizi İyi Aile Yoktur kitabınızla tanıdım. Sonra diğerleri geldi. Psikoloji üzerine yazdığınız kitapların yanı sıra kurmaca edebi eserleriniz de var. Sizde anlatma isteği doğuran öncelikli alan hangisiydi?

Bu iki şeyi, yani edebiyat ve psikolojiyi birbirlerinden ayrı alanlar olarak görmüyorum. İkisine de ilgim çocuklukta başladı. Herkes edebiyat ve psikolojiyi birbirine bu kadar yakın görmeyebilir tabii ama benim edebiyat anlayışım ve psikoloji anlayışımda bu ikisi iç içe. Psikolojiye ilgi duyduğum için Batı Dilleri ve Edebiyatları okudum üniversitede. Bu bana psikoloji konusunda güçlü bir altyapı verdi; lisanstan önceki ve sonraki psikoloji okumalarımı derinleştirdi. Aynı şekilde, öykü ve romanlarımla kuram kitaplarımı da birbirinden ayırmıyorum. Biri diğerinin öteki yüzü bence. Romanlarım psikolojik. Kuram kitaplarım da hem edebiyat hem psikoloji içerikli. Psikolojiyle ya da edebiyatla nasıl, ne şekilde ilgilendiğinize göre değişen bir şey bu. Bana sorarsanız her şeyden önce bir edebiyatçıyım. Psikolojik derinliğim bunun ayrılmaz bir parçası. Aynı şekilde, edebiyattan beslenmeyen bir psikoloji bilimine de inanmıyorum. Psikolojinin edebiyattan doğduğu göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir gerçek. Edebiyat ve felsefede çok uzun zamandır var olan psikoloji, oldukça kısa bir süre önce bilime de taşındı. Psikolojinin bilimin bir parçası olarak var olabilmesini istiyorsak unutmamamız gereken bir husus bu. Bu ilişkiyi canlı tutamadığımızda psikolojiye zarar veririz. Onu yoksun bırakırız.

-Psikanalitik yaklaşımla edebi eserleri incelediğiniz Fildişi Kuyu okuyucunun ufkunda yepyeni bir pencere açan bir kitap. Bu eseri yazma fikri nasıl doğdu?

2006 yılı itibariyle yurtdışında uluslararası psikoloji konferanslarında konuşma yapmaya başladım. Fildişi Kuyu, bu konferans sunumları ve yayınlarının Türkçeleştirilmiş hali. (Konferans konuşmalarımın bir kısmı yurt dışında yayınlandı.) Edebiyat ve psikolojiyi birbirinden neden ayrı görmediğim bu metinlerde belli sanırım

.-Fildişi Kuyu’yu yazarın kendi derinine inmesi olarak tanımlamıştınız kitapta. Atölyelerinize de katılmış biri olarak her kitabınızda sizi görüyorum. Gerek kurmaca eserler gerekse psikoloji kitaplarınıza baktığımda “Tam bir Nihan Kaya cümlesi.” dediğim pek çok cümle oluyor. Yazma yolculuğu sizin kendi içinize yaptığınız bir yolculuk bir keşif mi?

Kitaplarımda, cümlelerimde beni gören, dahası duyan biri beni anlamıştır diye düşünürüm hep. Günlük iletişim biçimlerinde zorlanan biriyim. Özellikle sözlü iletişim, benim için pek kolay bir şey değil. Atölye ve kitaplarda daha derin bir iletişim imkânı yakalıyorsunuz kişilerle. Biri “Bir yerde çay içelim,” dese zorlanırım, yapamam. Ama atölye ve kitaplar sayesinde iletişim kurabiliyorum insanlarla gerçek benliğimle. Çay içmek için buluştuğum ve günlük konuları konuşmaya çalıştığım insanlarla iletişimim, sahte benliğim üzerinden gerçekleşiyor; günlük iletişim nasıl kurulur bilmiyorum, anlamıyorum çünkü. Birebir iletişimde kişilerin çok ezdiği bir yapım var. Bu nedenle insanlardan uzakta yaşayan biriyim. Oldukça kötü tecrübelerim var, bu kadarı yeter diyorum ve ne zaman birilerine daha şans versem pişman oluyorum. Özellikle yayın camiasında herkesten fersah fersah kaçıyorum, yalnız bir yazarım. Atölye ve kitaplar, gerçek hayattan daha çok ben. Atölyelerde videoların aksine rahatımdır, gelen insanları da rahatlatır bu. Son cümlenize binaen de: Evet, her kitap kendi içimize yolculuk sürecinin bir sonucu ve kitap sayesinde başka insanlar da o yolculuğun bir parçası olabiliyor.

-Herkesin değinmeye çekindiği ama aslında herkesi de ilgilendiren tabulaşmış konulara size özgü bir parmak basma stiliniz var. İyi Aile Yoktur, İyi Toplum Yoktur ve Bütün Çocuklar İyidir üçlemesinde bunu özellikle görüyoruz ki okuyucu üzerinde yönlendirici etkiniz olduğunu düşünüyorum. Sizi buna iten şey neydi?

Birinin bunları söylemiş olması gerektiğini düşünmeseydim üçlemeyi yazmazdım. Bu aslında bir tercih değil. Bunları benden önce bir başkasının yazmasını tercih ederdim öyle bir tercih imkânım olsaydı. Ama söylenmemişti, söylenmesi gerekiyordu.Beni iten, çocuğun acılarının bu denli görünmez oluşuydu. Kimsenin görmemesiydi, dünyayı saran kötülüğün asıl kökenini. Konunun özüne gerçek anlamıyla dokunan çok az kişi var Onların da sesi duyulmuyordu. Hâlâ duyulmuyor, çünkü tevil edilen çok şey var.

-Eserlerinizin çoğunda anne, baba ve çocuk üçgenini görmek mümkün. Bu toplumu iyiye yönlendirmek için bilinçli bir seçim mi?

Aslında amacım yönlendirmek değil. Hatta yönlendirmenin her türüne karşı oldum her zaman. Ama psikolojiye vakıf biri olarak, zihin şemalarımızın çocukluğumuzun ilk yıllarında ve ana bakım verenlerimizle ilişki içinde oluştuğunu biliyorum. (Ki bu gerçeği yadsımak zor.) Çocuk psikiyatristi Prof. Jon Jureidini konuyu güzel şekilde özetliyor aslında: “Sorun hiçbir zaman beyinde değil. Sorun her zaman ilişkilerde.” Beyne baktığımızda bunun, asıl mesele olan ilişkilere yeterince odaklanamamamıza neden olacağını söylüyor ki çok haklı. Beyinde olan şey, ilişkilerdeki sorunun bir sonucu sadece. Sonuç olarak ele alınmalı.
- Eserlerinize baktığımızda, anlatımlarınızdan yola çıkarak sadece Türkiye’de değil pek çok ülkede aile kavramında sorun olduğunu görüyoruz. Türk toplumunun ebeveynlik anlayışı ile diğer toplumların ebeveynlik anlayışları arasında sizce en büyük farklılık ne?

Türkiye’den ziyade coğrafya olarak bakıyorum. Türkiye’den doğuya ve güneye gittikçe bireyin birey olarak saygı göremediğini görüyorsunuz. Aynı şekilde batıya ve kuzeye gittikçe bireye saygı artıyor. Ebeveynlik anlayışındaki sorunlar, çocuğu birey olarak kabul etmememizle ilişkili. Bu, Batı’da çocuğa yaklaşım ideal demek değil tabii ki. Sözgelimi yaşadığım İngiltere’de çocuğa yaklaşım genel olarak daha iyi, Türkiye’ye nazaran. Fakat olması gerekenden çok uzak.  Bir şeyler yavaşça değişiyor, değişecek. Önemli olan, bizim bu değişimde nerede durduğumuz. Bir gün insanlar “100 yıl önce, 2023’te çocuklara şöyle davranılıyordu.” dediğinde biz tarihsel olarak nerede duruyor olacağız, her birey kendisine bunu sormalı bence. Bu açıdan her birimizin tarihsel bir misyonu olduğuna inanıyorum. Muaviye’ye bugün kötü demek çok kolay. Marifet, o dönemde kötü diyebilmek. Her çağın kaçınılmaz bir gerçeği bu.

- Sadece yetişkinler için değil çocuklar için de kitaplar yazmaya başladınız. Sizi bunu yönlendiren ne oldu?

Aslında çocuk ve yetişkin kitapları diye bir ayrım yapmamak sayesinde başladım çocuk kitapları yazmaya. “Çocuk kitabı” diyoruz ama amaçları “her yaş için” olmaları. Bir sabah uyandım ve “Herkese anlattığım hikayeleri neden çocuklara da anlatmıyorum ki? Neden çocuk ve yetişkin hikayesi diye bir ayrım olsun? Tek fark, dili basitleştirmek. Yetişkinlerle konuşulabilen her şey, farklı düzlemde çocuklarla da konuşulabilir, bunu savunmuyor muyum ben?” dedim, o gün ilk iki çocuk kitabımı, sonraki ay da sonraki beş çocuk kitabımı yazdım. Çocuklar için yazmaya neden ve nasıl başladığımı anlattığım YouTube videomda daha detaylı olarak anlatıyorum o süreci, ilgilenenler bakabilir.

-Sizi en çok zorlayan hangisi? Çocuk kitapları mı yoksa yetişkin kitapları mı? Ya da böyle bir ayrım var mı sizin için?

Çocuk kitapları yazmak çok daha kolay. Yetişkinlerden çok sıkıldım ve bunaldım. Yetişkinlerle zaten sınırlı olan iletişimimi tamamen kesmeyi düşünüyorum bazen. Çocuklarla zaman geçirmek benim için en büyük ilaç. Anne-babaları bana çok zorbalık eden bu çocukların büyüdüklerinde bana onlara kıyasla daha anlayışlı yaklaşacağını da düşünüyorum bazen. Kendi neslimden fazla ümidim yok.

-Kaleme aldığınız kitaplar arasında ‘Benim için yeri farklı.’ dediğiniz bir kitabınız ve kendinizle bütünleştirdiğiniz bir kahramanınız var mı?

Kar ve İnci en sevdiğim romanım, ama herkese göre değil. Kuram kitaplarımda da Yazma Cesareti daha özel benim için, ama o da herkesin rahatça okuyabileceği ya da anlayabileceği bir kitap değil. Kar ve İnci’deki Gece’ye kendimi yakın hissediyorum ama ben Gece gibi sert bir kadın değilim, insanlara onun davrandığı gibi davranamam. Birini incitmek, hatta kendimi savunmak çok zor gelir bana. Gizli Özne’deki Bihter ve Disparöni’deki Feraye şu anki halime daha yakın. Dışarı gösteremediğim, olması engellenmiş benliğim belki Gece. Bu konuda dediğiniz doğru: Her kahraman, yazarından bir parça.

-Örnek aldığınız bir yazar var mı? Nihan Kaya kimlerin kitaplarını veya hangi konulara değinen kitapları okur? 

Örnek almak değil de tutkuyla takip ettiğim çok sayıda yazar, düşünür var. Her birinin yeri ayrı, her birinin bendeki etkisi ayrı. Düşüncelerimi etkilemiş, bana büyük katkısı olmuş iki yüz yazar sayabilirim rahatlıkla. Proust hayranıyım, Proust’un ruhu ruhuma çok yakındır. Proustsever biri olarak Tanpınar romanlarının yeri çok özel bende. Psikoloji dünyasında Wolfgang Giegerich çok önemli benim için. Samuel Beckett severim. David Rabe’in Sticks and Bones oyununun hayranıyım 26 yıldır. İyi yazar, bizi kendisine benzetmez. Kendimize daha çok benzememize yardımcı olur, kendimize yaklaştırır bizi. Bana bunu yapmış çok sayıda yazar var. Bireyin bağımsızlığı ilgimi çeken şey. Bizi kendimiz olmaya yaklaştıran her yazara, yönetmene ilgim var. Yazdığım doktora tezi nedeniyle bebek psikolojisi üzerine okuyorum son iki yıldır ama o alanda çalıştığım şey de aynı konuya dair. Kendimiz olmamızın engellenmesinin yetişkinliğimize etkisi.

-En çok sevdiğiniz roman kahramanı kim ve neden o?

Hiç sevilecek bir kahraman değildir, kötü karakterdir ama Heathcliff’i çok severim. İdealist ve tutkulu bir insan olduğum için sanırım. Tutkusunun gücü ve tutkusuna sadık kalışı etkilemiştir beni. Kuyucaklı Yusuf karakterinin mizacını Heathcliff’e çok benzetirim ama onda Heathcliff’in hastalıklı tutkusu yoktur. Kuyucaklı Yusuf daha iyi, daha doğru, daha ılımlı, daha sağlıklı ve normal bir insandır Heathcliff’e göre. “No matter what”. Bir çocuğun anne-babasından beklediği yegâne şey de bu. Ne olursa olsun sevilmek. Romantik ilişkilerde bu çok etkiler beni bu yüzden. Kafka demişti ki: “Anne-babanın tek görevi, çocuğu bağrına basmaktır.” Ne kadar doğru! Roman değil şiir karakteri ama Prufrock’u da çok seviyorum. Dostoyevski’nin Kumarbaz’ındaki babaanne çok eğlenceli bir karakter. Dostoyevski çok iyi bir psikolog. “Psikolojiye dair bildiğim her şeyi Dostoyevski’den öğrendim.” diyen Nietzsche çok haklı. Freud da Jung da Dostoyevski’den etkilendiler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sayfa : 14