...
Başlık : RÜYA GÖZLÜĞÜ
Yazar : Betül İğdeli

 

              Teknolojik gelişmelerin insan refahını artıracağı görüşü bir ütopya olarak kalsa da insan yaşamını kolaylaştırmaktadır.  Yeni buluşlardan biri olan rüya   gözlüğüyle insanlar, kendilerini yarattıkları büyülü düşler dünyasına taşımaktadırlar. Rüyalarında kişiler, düşlerinde olduğunun farkına varmakla beraber bilinçleri açık kalmaktadır. Sultan Su Esen’in bu yapıtında böyle bir rüya gözlüğüyle fantezilerini gerçekleştirdiği yirmi adet öyküyle bizi yakın geçmişimize sürüklemektedir. Adeta dizi film tadında genç bir kızın yarattığı dünyasında gezeriz. Büyülü gerçekçi bir biçemle yazılan öykülerde çağına tanıklık eden toplumsal gerçekçi bir romanı okur gibiyiz.
               Diyarbakır’ın kadim Sur ilçesinde doğan kahramanımız, her soydan, her inançtan genç kızların güzel maniler okuyarak seslerini de Hamravat suyuna salmalarını işitir. Rüya gözlüğünü takıp uyuduğunda rüyasında sayıklar.
”Anne burası…Görüntüleri betimlemek zor rüyanın renkleriyle…Dünyanın tümünü bir saniyede dolaşıyorum", der.
Annesi “Bu kız uyanmıyor bir türlü, okul kapandı kapanalı, üç günden bu yana uyuyor. Yiyeceğini ağzına döküyorum. Zor yutuyor, su veriyorum, “Herkes susuz” diye içmiyor. Açlıktan susuzluktan ölecek. Açlık grevine yatanlara benziyor. Aman Tanrım o daha çok küçük…Rüya Gözlüğü geçmişi de mi gösteriyor?”, diye endişelenir.
               Düşlerinde, mitolojik öyküler ile Musevi, İsevi ve Müslümanların inanç merkezlerine gider. Menkıbeleri anımsatan çağrışımlarla Kudüs kentindeki İsa’nın doğduğu yer olan Bethlehem’de (Beytüllahim) günahları haç şeklinde asıldığı bir mağaradan çingenelerin arasında çağımıza ulaşmaya çalışır.              “Aforoz odası mıydı burası, yoksa günah mı çıkarılıyordu? Bu gizem, beni tutsak almıştı” dediği düşünde çingene kadınlar parmaklarını tastaki suya batırıp çıkarırlar. Kapıdaki güler yüzlü, garip adam ağzında bir şey çiğneyip dururken birden yok oluverir…Anneannesi de bir görünüp, bir kaybolur. “Ölü görmek sestir, haberdir evladım” derken İtalya’da bir fresk görünümlü yerin Elhamra Sarayı olduğu söylenir.
                ”Bu Saray’ın günah çıkarma ile ne ilgisi olabilirdi?” diyen kahramanımız  gözlerini açamaz. Kadim bir şehrin eşraftan bir ailenin kızı olan kahramanımızın rüya gözlüğü sayesinde gezmediği, görmediği yer kalmaz. Rüyalarında Saba Melikesinin Cennet mi Cehennem mi olduğuna karar veremediği ülkesindeki Sana kentinde bile turlar.
              Kimi zaman eski bir kervansarayda, kimi kez de modern bir otel odasında biriyle beraberdir. “Yüzünü seçemediğim sevgili sen miydin?” diye sorgular. Mahalle baskısı yüzünden aşkı yaşayamadığından ancak rüyasında hayali bir sevgili edinebilir. Sevgilisi Ehsan karşılıksız iyilik yapan kişi olup adının duyulmasının bilinmesinden korkan kahramanımız, onun adını ihsan olarak koysa da Ehsan diye şifreleyecektir.
              Sıkıldım; eskimiş yüzlerden, saçı başı yolunmuş, dövülmüş kadınların dayanılmaz öykülerinden diye düşünür.  Sıradanlaştığı için artık üçüncü sayfalarda bile yer alamayan kadın cinayetlerine gönderme yapar. Çocukluk arkadaşı Saliha’nın ölümü onun travmasıdır. Saliha, Kuyucu soyundan gelen dedelerinin padişaha yaranmak için lanetli işler yaptığı baskıcı bir aileden gelmiştir. Oysa ‘yaratılanı yaratandan ötürü sevmeliyiz’ der atalar.  Kahramanımız yenilikçi bir aileden gelse de küçüklüğünden beri töre cinayetlerindeki kızlar gibi öldürülmekten korkmaktadır.
              Arkadaşının katili Hasan Salihfar, kızların dünyasını karartmış, hindi gibi kabararak gezinmektedir. Karabasanlarına sürekli kanlı elleriyle girmektedir Katilin anası kör Zeliha da oğlunun arkasında “Törelerimizin gereğidir” diye övünerek dolaşmaktadır.
 “Şarkın Parisi’nde, aşk, sevgi, sevmek suçtur, öldürene ceza yoktur. Bok yoluna gidersin. İyisi mi, evinde oturup sevmeyeceksin kimseyi” der, baskıcı olmamasına rağmen kahramanımız. Saliha kitaptaki kadın cinayetlerini işleyen tek öyküdür. Din öğretmenine göre, dünyaya gelen herkes günahkârmış… “Bu yıl kaç kadın öldürüldü, alın yazısı diye” sormak gelse de içinden korkusundan soramaz.
                Ben dili kullanıldığından içten bir biçemle yazılan öyküler büyülü gerçekçi ve/ ya fantastik olsa da öykülerdeki olaylar ve kişiler gerçektir. Fantastik ve/ya büyülü anlatılardaki kurgularda sanal bir gerçeklik yaratılır. Fantastik kurgularda, olay ve kişilerde yaratım   somuttan soyuta doğrudur. Rüya Gözlüğü öykülerindeyse tam tersine soyuttan somuta(gerçeğe) doğru bir yol alış izlenmektedir.  Bize yakın geçmişimizde hatta bugün yaşadıklarımızı   anlatan bu öyküleri, “toplumcu gerçekçi” olarak niteleyebiliriz.
              Rüya Gözlüğündeki öyküler, fantastik kurgu, dil ve anlatım biçemi nedeniyle post modern öykülerdir. Rüya Gözlüğü öyküleri çağına tanıklık eden öyküler olmasına karşın kişileri idealize etmemesi, yüceltme, acındırma ve toplumsal çözüm teklifinde bulunmaması nedeniyle geleneksel toplumsal gerçekçi öykülerden farklıdır.  İdeolojik olarak da tarihin sona erdiği paradigmasını savunan post modern öykülere de benzememektedir.
Fantastik kurgusuyla “toplumsal gerçekçi” bir yaklaşım sergileyen Rüya Gözlüğü yapıtını post modern öykülere toplumsal gerçekçi yaklaşım sergileyen öncü bir öykü kitabı olarak selamlayabiliriz.                 

 

Kaynaklar:

Rüya Gözlüğü, Sultan Su Esen, Kanguru Yayınları,2017     

“Farklı Bir Gözlük,Farklı Öyküler,Rüya Gözlüğü https://www.edebiyathaber.net/farkli-bir-gozluk-farkli-oykuler-ruya-gozlugu-ali-gunay/ 27/06/2023

Sayfa : 6