...
Başlık : GÖÇ
Yazar : Aslı Zorba

                    “İnsanın görünüşte birtakım şeyleri özgürce seçtiğini sandığı şeylerin, aslında yaşantısındaki deneyimleri tarafından zorunlu kılındığını anlamadan yaptığı seçimler olduğunu o zaman anlıyorsunuz”

Göç. Bugünlerde herkesin aklında beliren, gerçekleştirenlere bazen gıpta bazen de suçlayıcı tavırlarla bakılan bir tanımsız duygulu eylem. Göç kelimesi kökenini eski Türkçeden alıyor. Anlamı “Taşınma, taşınan yük”.  Orta Asya’da başlayan serüvenimize nice göçleri eklemiş bir millet olarak, çözüm bulamadığımızda gitmek ve sıfırdan yeniden kendimizi yaratmak genlerimizde var. Yollardan korkmamak, bir yol buluruz demek, gittiğimiz yeri sevince kalanları çağırmak… Hepsini esareti kabullenmeyen o genetik kodumuza borçluyuz.

Esaret Arapça kökenindeki asr kelimesindeki anlamıyla tutsaklık. Ruhu uçmaya alışkın insanları en çok zorlayan ve bence en çok kamçılayan sözcük. Bedenen esaret mi daha zordur yoksa beyin esareti mi? minvalinde bir başlık okudum geçenlerde. Bu başlığı atan kişinin kanatlarında bir sorun olduğunu düşünüyorum çünkü esaretin kolayı olmaz. Kimi zaman açlık olmuş göçmüşüz kimi zaman susuzluk. Kimi zaman büyümek için göçmüşüz kimi zaman gelişmek. Ne bedenimizi ne de beynimizi açlığa terk etmemişiz. Biz olarak gittiğimiz yerlerde yeniden var olmuşuz.

Kalbi hep bozkırında ve sevdikleriyle olan bir göçmen olarak bu üç harfli kendi minik yükü ağır kelimenin varlığıyla hareket etmek ne kadar zor çok iyi biliyorum. Ama bu ağırlığı seçmek, konfor alanından çıkıp kanatlarının güçle çırptığında çıkardığı o sesi yeniden duymak; savunduğun düşüncelerin direttiğin duruşların karşılık bulduğu ve değer gördüğü bir yerde olmak paha biçilmez. İnsanın vatanı anadili olsa da bazen dili farklı ufku aynı insanlarla da benzer ritme sahip olduğunu görmek tarif edilemez bir huzur veriyor. Yükler hafifliyor, özlemler acısını yitiriyor.

Ama yine bazen burnunuzda biten bir anason kokusu, dilinizde beliren bir tat, kulağınızdan içeri sızan bir ezgi birden sizi alıp sevdiklerinizin yanı başına götürüyor. Esprilerdeki gizli, başlıkları anlayan, imalardaki anlamı bilen, kahkaha şeklinizin bile aynı olduğu sevdiklerinizin yanına. Gerisi koca bir bulut ve beliren aynı soru: Benim burada ne işim var? Demem o ki gitmekle gitmiş olmuyorsunuz. Sizi siz yapan duyguları beraberinizde götürdüğünüz gibi, çok büyük bir hazineyi kalbinizin her bir parçasını tamamlayan insanları geride bırakıyorsunuz. Yani öyle “Olmadı gideriz abi falanca gitmiş.”lerle yürüyecek kadar küçük değil o göç gemisi. Gidenlere kulp takarak sizi hafifletecek kadar da belirsiz değil.

Gidilen yere ayak uydurmak da ayrı bir cilvesi bu eylemin. Farklı farklı milletlerden insanlarla tanıştıkça görüyorsunuz ki insanlar da bu uyum işinde birbirinden ayrılıyor. Kimi gelişimine devam edip kendinde ayıklama yapıyor; kimi getirdikleri laf kalabalıkları ve yanlış tutumlarıyla beraber bu nedenlerden ötürü terk ettikleri ülkelerinin minik birer simülasyonunu oluşturuyor burada. Sanki hiç gelmemiş, sanki yeni olanı hiç görmemiş gibi. İşte insanın görünüşte birtakım şeyleri özgürce seçtiğini sandığı şeylerin, aslında yaşantısındaki deneyimleri tarafından zorunlu kılındığını anlamadan yaptığı seçimler olduğunu o zaman anlıyorsunuz. Doğru ile yanlış, eğri ile düz orada yitiriyor farklılıklarını.

Şimdiye kadar okuduklarınız göçün göç eden insan için hafif şiddetli sosyolojik durumlarıydı. Fakat yirminci yüzyıl ile birlikte literatüre girmiş ve en büyük sosyolojik sorunlardan biri olarak tanımlanan bir göç türü var ki, yükün terkedildiği yere boşluk, ulaştığı yere varlık sağlayan “beyin göçü”.   Sanatçıların, düşünürlerin ve bilim insanlarının, bir başka deyişle nitelikli iş gücünün mevcut şartlardan ötürü, ülkelerinden ayrılıp başka bir ülkede çalışmasına verilen ad. Bir başka deyimle gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere yaptığı yüksek maliyetli bir hibe.  Türkiye'den yurt dışına nitelikli işgücü göçü özellikle son dönemlerde çok duyduğumuz bir konu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde 2002 yılında yapılan bir çalışma ise bu göçün başka bir nedenini gözler önüne seriyor.

 Yapılan araştırmada yurt dışında çalışan profesyonellerin ve öğrencilerin Türkiye'ye geri dönme olasılıkları ve nedenleri üzerinde durulmuş. Literatürde, yüksek nitelikli işgücünün yurt dışına göç etmesinde ekonomik nedenlerin önemi vurgulansa da çalışmada beklenenin aksine yurt dışında çalışanların Türkiye'ye geri dönmeme kararında yurt dışındaki yüksek gelirlerin etkili olmadığı, en önemli faktörün yurt dışındaki sistemli ve düzenli yaşam tarzı olduğu ortaya çıkmış.  

Yani kanatlarının gücüne güvenen kuşlar uçmayı delilik sanıp kafeslerini süsleyenlerin aksine paraya değil düzene uçmuşlar. Düzenin getirdiği bedensel ve ruhsal sağlığa uçmuşlar.  Kendileri olabilmek için, bir uçumluk hayatlarını görünmez kafeslerde geçirmek yerine, sırtlarında göçün yükü, kanatlarında özlemin yaralarıyla özgürlüğe uçmuşlar. Kendi ışığına güvenenlerin başkasının parlamasından rahatsızlık duymayacağı, her rengin birlikte ve adilce ışıldayacağı diyarlara uçmuşlar.

 

 

 

 

Sayfa : 16