...
Başlık : EKMEK TEKNESİ
Yazar : MAHMUT ARSLAN

Eski model antika arabalara oldum olası hastayımdır. Tabi ki antika araba koleksiyonu yapacak kadar zengin birisi değilim. Benimki sadece bir hevesten ibaretti. Bu eski araçlardan alamadığım için ya bunların küçük oyuncak modellerinden alıp biriktiriyor ya da resim ya da resim ya da çıkartmalarından edinmeye çalışıyordum. Klasik Hippi arabaları olan VW Beetle, ki halkımız ona “Tosbağa” adını takmıştır, ya da VW T1 minibüs en hayran olduğum modellerdi.

Bir gün Ağustos’un sıcağında annemin bir akrabasına hasta ziyareti için Eyüp’ün arka mahallelerinden birine gitmiştik. Annem akrabaları ile sohbet ederken ben de Recep Enişte dedikleri babacan ve hoş sohbet bir uzak akraba ile sohbete dalmıştım. Evde oturanlar hep kadın akrabalar olduklarından Recep Enişte de bana “Yeğenim istersen benim dükkâna gidelim sana güzel bir semaver çayı yaparım, arkadaşlarla da tanıştırırım” deyince bana da T

amam gidelim o zaman” demekten başka çare kalmamıştı.

Recep Enişte’nin oldukça ilginç bir mesleki kariyeri vardı. Bir süre belediye zabıtalığı yaptıktan sonra erken yaşta emekli olmuş ve Eyüp’teki küçük dükkânında dolmakalem tamirciliğine başlamıştı. İstanbul’un bu yakasındaki en becerikli dolmakalem tamircisiydi Recep Usta. Bir de Üsküdar’da Murat Usta varmış. Herkes Recep Usta’nın boş bir işe zaman ve para harcadığını bilgisayarların yaygınlaşmasıyla birlikte değil dolmakalemlerin tükenmez kalemlerin bile ortadan kalkacağını söylese de Recep enişte vazgeçmemiş yaptığı işten. İnsanların eski ve güzel şeylere olan tutkusu her zaman teknoloji tutkusunun üzerinde olduğu için ne ahşap kurşunkalemler ne de dolmakalemler kullanımdan kalkmamıştı. Hatta dijital bir çağda dolmakalemler analog bir keyif aracı haline gelmişti.

Evden on dakika yürüyerek dükkâna vardık. Bu zamanda İstanbul’da evinden on dakika yürüyerek işine gitmek bir lütuf, şans ve hatta bir mucizeydi. Dükkânda Hakan diye gençten biri çalışıyordu. Önünde deri bir önlükle ve de gözünde bir mercekle tamir için getirilen dolmakalemlerin uçlarını muayene ediyordu. Dükkânın önündeki kısa taburelere çömeldik. Recep Enişte Hakan’a semaver çayı koymasını ve mutfakta ikimize de kaşarlı sucuklu tost yapmasını söyledi. Oturmuş çaylarımızı beklerken sağdan soldan laflamaya devam ettik. Fakat o da ne gözlerim beni yanıltmıyorsa sokağın öbür ucunda nostaljik bir T1 park etmişti. Minibüsün sadece arkası görünüyordu ama ben o keratalardan birini nerede görsem tanırdım. Recep Enişte’ye minibüsü sordum. Sahibinin oradaki yufkacı olduğunu söyledi. Yıllardır dükkânının önünde öylece beklermiş. “Kusura bakmazsan bir yakından bakıp geleceğim” dedim. “Tamam, ama çabuk ol da çayını soğutma” diye tembihledi Recep Enişte.

Arabanın yanına gittiğimde ise bunun artık yürümesinin imkânsız olduğunu ve aslında bir hurda yığını olduğunu fark ettim, elbette çok da üzüldüm. Kaportası çürümüş, lastikleri erimiş, camlarının içinde bir parmak toz birikmişti. Oysa uzaktan ne kadar da sağlam görünüyordu. Recep Enişte’nin yanına döndüm, çaylar ve tostlar yeni gelmişti.

“Bu yufkacı deli mi divane mi? Neden o güzelim T1 i satmıyor ya da satmıyorsa da neden bakmıyor?” diye sorduğumda hiç beklemediğim bir cevap aldım.

“Yeğenim o hurda minibüs onların ekmek tekmesi.”

“Nasıl yani, araba iki santim bile yerinden kıpırdayamaz nasıl bir ekmek teknesi ki bu?” dedim.

“Onlar yıllardır bu hurdayı paraya ihtiyacı olan esnafa hediye ederler.”

“Anlamadım, ihtiyaç sahibi insanlar o hurdayı ne yapsınlar ki? Başlarına bela mı edecekler? Zaten beş para da etmez bu haliyle.”

“Haklısın başkasına satmaya kalksalar beş para etmez ama tekrar yufkacıya satabilirler hem de en az 10 cumhuriyet altınına.”

“Recep Enişte ben bu alışverişten hiçbir şey anlamadım zaten birisine ücretsiz hediye ettikleri bu hurdayı neden 10 altına geri alsınlar ki?”

“Neden mi? Çünkü ihtiyaç sahibinden senet alıp birkaç ay sonrasına 15 altına tekrar satmak için geri alırlar. Sonra işleri bitince de ihtiyaç sahibi arabayı bunlara tekrar ücretsiz olarak bağışlar. Faiz haram alışveriş helal olduğu için de iki taraf da günaha girmemiş olur.”

“Vay be peki kimi kandırmış oluyorlar ki bu işte?”

 

 

 

 

 

Sayfa : 11