...
Başlık : MOTEL
Yazar : Sami Aydoğan

“Halit, bu yıl tatilimizi bir pansiyonda üç hafta yapabiliriz.”

“Yok canım, o kadar uzun tatile ne gerek var, üstelik her gün kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği yap, bir de bulaşık yıka. Çayı kahveyi bile kendin yap, kendin yıka. Yıllardır evde bunları yapmıyor muyuz? Bu yaz şöyle doğru dürüst bir motele gidelim, bir hafta en fazla on gün kalalım ama beyler gibi bir tatil yapalım. Sen de rahat et, biz de. Yüzelim, yemeğimizi yiyelim, kitap okuyalım, uzun güneşlenme koltuğuna uzanıp bol bol güneşlenelim, dinlenelim. Bunları hak etmedik mi?”

“Bir tanem, tabii ki bunları ben de istiyorum, tabii ki hak ettik, ancak motele nasıl para yetiştiririz?

Zaten sınırlı bir bütçeyle çıkabileceğiz tatile.”

“Dinle Canan, uzun tatili ben de isterim. Bir pansiyonda kalmayı, arada bir lokantada yemeyi, canımız isterse birer sandviçle idare etmeyi düşünüyorsun, biliyorum. İkimiz de bütün yıl çok yorulduk.Yemek yapmaktan, bulaşık yıkamaktan uzak, rahat bir tatil düşlüyorduk. Hem kızımız da rahat eder.Sen bulaşık yıkarken rahatsız oluyor, hemen elini bulaşığa sokma gereği duyuyor“Halit’im motelde tatil biraz pahalıya mal olmaz mı?”

“Alt alta koyup hesap edersek aşağı yukarı aynı fiyata gelir. Sadece bir hafta kadar, belki on gün tatil yaparız ama çok dinlendirici olur. Bu sene böyle yapalım istiyorum. Senin de kızımın da elleri bulaşığa girmeden, önümüze yemeğin geldiği bir tatil olsun, canım.”

“Tamam canım, öyle olsun. Sen nasıl istersen, ben uyarım. Yine o sahil kentine mi gidelim?”

“Evet, sahilde bir motelde yer ayırtırım, üç kişilik bir oda. Kızımız aramızda yatar, ikinci bir yatak almayız, böylesi daha hesaplı olur.”

Tatili planlamış, yerimizi ayırtmış, haftanın cuma gecesine otobüs biletlerimizi almıştık. Kızımıza nereye gideceğimizi son güne kadar söylememeye, ona sürpriz yapmaya karar vermiştik.

Söylediğimizde gerçekten sürpriz oldu, adeta göklerde uçtu. Koşup kucaklarımıza atlıyor bir beni bir annesini öpüyor
“Yaşasın, bu yaz bir motelde tatil yapacağız. Belki su kayağını bile denerim.”

Sekiz saatlik bir yolculuktan sonra ulaştık kıyı kentine. Kıyı kenti dedimse çok büyük bir kent akla gelmesin ancak ünü ülke çapında biliniyor hatta yurt dışından gelen turistler doldurmuş motelleri,pansiyonları. Otellere gelenler otelin dışına çıkmazlar pek. Çok nadir de olsa alış-veriş için çıktıklarını görmemize karşın pek alış veriş yaptıkları da söylenemez. Bir simit bile almıyorlar. Sıkı kahvaltı yapıyor, kentin içinde şöyle bir tur atıyor, o da akşamüstleri, canları çekerse birer dondurma alıyor,tekrar otellerine dönüyorlar. Akşam yemeklerini dışarıda yiyen pek yok. Oteller açık büfe, lokantalara para bıraktıklarına hiç rastlamadık. Esnaf ne kazanırsa yerli turistten kazanıyor. Pansiyonlara gelen turistler olabildiğince az harcama yaparak günlerini geçiriyorlar. Yemek yerine sadece patates kızartması ile idare edenlere çok tanık olmuştuk geçen yıllarda. Kahvaltı yerine de içine bir dilim kaşar veya salam koydukları sandviçler, çaya pek düşkün değiller, kahvelerini ise çantalarında getiriyorlar. Bizim bütçe ise sınırlı, kıştan ne biriktirebilirsek zor bela beş on gün tatili karşılayabiliyoruz. Tatile geldiğimizi gören esnaf ve kent sakinleri herkesi varlıklı aileler olarak hayal ediyor. Oysa bu tatil için karı koca bir yıl çalışıyoruz. Kira ve apartman aidatlarından para mı kalıyor ki rahat rahat harcayabilelim. Her şeyi hesaplamak, ona göre harcamak zorundayız.

Otobüsten indik, denizden gelen hafif esintiyi içimizde duyarak uyuşukluktan açılmaya çalışıyoruz.

Henüz sabahın erken saati, esnaf kepenkleri açmamış. Yerimiz ayırtılmış olduğu için, oyalanmadan dosdoğru motele gidelim istiyoruz. EşiM“Haydi valizlerimizi yüklenip motelin yolunu tutalım.”öneriyor. Şimdiden bütçe yapmaya başladı bizimki. “Yok, daha neler.” diyorum “Atlayalım bir taksiye, neden yürüyormuşuz?” Kızım çok seviniyor “Baba bu yıl ne kadar şanslıyım ben.” “Evet kızım, bu kış çok çalıştık annenle, hepimiz iyi bir tatili hak ettik, karşıdaki taksi durağına doğru yürüyelim.”

Taksi deniz kenarındaki motelin önünde yavaşladı, kapıya yanaştı, tam önünde durdu. Daha biz inmeden kabul masasından kalkan görevli koşarak geldi, taksinin kapılarını açtı “Hoş geldiniz.” . Sıcak bir karşılaşma, beklenen, abartısız, ya gecenin verdiği uyku hali veya erkenden işe gelmenin mahmurluğu üzerinde. Bagaj kapısına yönelip valizlerimizi indirmeye başladı, taksiye ücretini ödeyip motele girdik, valizlerle birlikte kabul görevlisi de arkamızdan. “Kimliklerinizi rica edeyim efendim,kayıt işlemleri için.” Uzatıyoruz, kızımın kimliği annesinin el çantasında. “Siz birinci katta üç numaralı odaya çıkın efendim, ben valizlerle geliyorum.” Yürümeyi tercih ederek merdivenlere yöneliyoruz, üç numaralı odanın kapısına geldiğimizde valizlerimiz kapının önüne bırakılmış, görevli kapıyı açmış:

“Buyurun efendim, ben valizleri içeri alıyorum.” Valizleri içeri koyuyor “Kahvaltı saat 8:30’da başlar,

10:00’da biter, öğle yemeği 12:30 – 14:00 arası, akşam yemeği saat 19:00’da başlar, başka bir isteğiniz olursa kabul masası iç hat numarası 101, iyi tatiller dileriz.” Odadan çıkmaya yöneliyor. Eşim “Bir dakika lütfen.” Görevli dönüyor, eşimin eli çantasında, bir on lira çıkarıp uzatıyor, görevli teşekkür edip kapıyı kapatıyor.

Kızım “Baba ben sahile gideceğim, sen de gelir misin?” Belli, yalnız gitmek istemiyor, motele, kıyıya alışması gerekiyor, ne de olsa henüz ilkokul öğrencisi. Eşim “Kızı yalnız bırakmayalım, biz de inelim.” “Olur, birer kahve de söyleriz.” İniyoruz, geçerken, görevliden kahve rica ediyoruz, kızım koşarak kıyıya indi bile. Kıyıda bir aşağı, bir yukarı yürüyor ve o bildik sohbetine başlıyor denizle.

“Biliyor musun deniz bir yıldır seni çok özledim, kokunu içime çektim, dalgalarını bütün kış düşledim…..” Kızımın denizle sohbetine alıştık. İlk gün sahile ayak basar basmaz, her şeyi unutup denizle sohbeti artık çok tanıdık. Bıraksak bütün gün denizle konuşur.

Bir masaya oturduk, kahvelerimiz de geldi. Yudumlamaya başladık, kızımız gözlerimizin önünde,küçük dalgalarıyla eğilip bükülen deniz önümüzde reverans yapar gibi eğilip çekiliyor, kızım sohbete devam ediyor, kahvelerimizi yudumluyoruz “İyi ki bu moteli ayarlamışım.” geçiyor içimden. En çokkarım hak etti bu tatili. Hem iş yaşamı, hem evde boş vakti olmuyor. Yemekti, çamaşırdı, temizlikti derken canı çıkıyor. Pahalıya mal olacağını düşünerek itiraz etti ama için için çok seviniyor,hissediyorum. Biz erkekler işten gelip evde ayaklarımızı uzatıp televizyon izlemeyi marifet sayıyoruz,eşlerimizin ezildiğini, ufalandığını, yaşamın güçlükleri içinde yuvarlandığını fark etmeden.Düşüncesizlik ediyoruz oysa olabildiğince yardımcı olmamız gerekiyor eşlerimize. Yaşam ortak değil mi? Ev işleri de pazar işleri de kadına yıkılmamalı. Temizlikse her iş gibi birlikte yapılmalı. Hayranlık duyuyorum karıma ve o yüce gönlüne beni sığdırdığı için.

“Kahvaltıya buyurun efendim, sağ taraftaki salonda.” Zayıf, yuvarlak yüzlü, iki örgü halinde saçları beline kadar uzamış, kara kuru bir kız ince sesiyle bize kahvaltıyı duyurduğunda fark ediyoruz saati.

Kaşları ince yüzünde olduğundan daha uzun gözüküyor. Kot pantolonu biraz geniş durmuş, sanki bu genişliği örtmek için kemeri olabildiği kadar sıkmış. Masadan kalkıyoruz, kızımızı da çağırıyoruz.

Annesinin çok yüksek çıkmayan kadife sesi “Kahvaltı başlıyor Ayça, gel kızım.” Ayça’nın denizle sohbeti henüz bitmemiş gibi, bıraksak akşama kadar devam edecek. Gönülsüz gönülsüz yanımıza geliyor Ayça, arada geriye dönüyor, dostundan ayrılıyormuş gibi bir de el sallaması yok mu, bizi meraklandırıyor. Bu bizim kız denizle çok yakın dost, dost olduğu kadar da iyi bir yüzücü. Hiç duymadım ama yüzerken de denizle sohbet ediyor gibi dalgın yüzüyor. Bizim kız aşık oldu galiba diyeceğim ama henüz ilkokulda, aşk dalgınlığı gösterecek yaşta da değil. “Neyse canım, yol yorgunluğudur, geçer.” diyorum kendi kendime.
“Bu kızın dalgın hallerini Canan’a açsam mı?”geçiyor aklımda. “Ne diye açayım canım, o da farkındadır, konuşuruz bir ara.”

Görevli kıza dönüyor eşim “Kızım senin adın ne?” “Zehra, hanım efendi.” “Buralı mısın çocuğum?”

“Evet, hanım efendi, ben burada doğdum, burada okuyorum. Yazları da bu motelde çalışıyorum.”

“Çok sevindim tanıştığıma, boş vaktinde Ayça’yla gezer, oynarsınız.” “Benim boş zamanım az oluyor ama oynarız tabii hanımefendi.” Ayça’yı tanıştırıyor eşim. Ayça memnun gülümsüyor, kendi yaşına yakın birisinin olması hoşuna gidiyor. Akşam yemeğinden sonra, bulaşık işleri de bittikten sonra Zehra evine gidiyormuş. Gece on bir sularında. Bu zayıf kız ne zaman dinleniyor acaba. Besbelli dinlenemiyor, ailesinin bütçesine katkıda bulunabilmek için ayakta kalmaya çalışıyor, uykusuzluğa ve yorgunluğa direniyor.

Kahvaltı alacağımız salon balkondan bozma, üç tarafı camlı bölme, topu topu üç masa ve dörder sandalye her masada. Silinmiş, tozu alınmış, tertemiz edilmiş, kenarlarında her köşeden yeşil bir dal uzanan, denizi gören küçücük bir alan. Denize karşı kahvaltı yapmak büyük zevk bizim için. Zeytini,peyniri, böreği; bahçeden henüz toplanmış, tazeliği masaya yansıyan yeşillikleriyle; ev yapımı bergamot, gül, çilek reçelleri, süzme balı ve fırından yeni çıkmış mis kokulu ekmeğiyle beklediğimizden daha zengin bir kahvaltı. Çok da acıkmışız. Gün güzel başladı diyebilirim bizim için.

Kahvaltıdan sonra odamıza çekilip mayolarımızı giyiyoruz, hemencecik de soluğu kıyıda alıyoruz.Kızımız da bizimle, zaten can atıyor yüzmeye. Yoruluncaya kadar yüzüyor, kıyıya çıkıp uzun güneşlenme koltuklarına uzanıyoruz. “Ayça yine epey açıldı Canan, şu kızı uyaralım da fazla uzağa gitmesin.” “Olur, dönünce uyarayım, açılmaz. Kahvaltı masalarını topladıktan sonra Zehra’nın işinin biraz hafiflediğini fark ediyorum. “Tamam.” diyorum, “bu saat kızımın Zehra’yla sohbet saati.” Doğrusaptama. Ayça saçından su damlayarak ve üşümüş gibi yüzünü buruşturarak denizden çıkıp kurulandıktan sonra bizim yanımıza geleceğine Zehra’nın olduğu tarafa yöneliyor.

“Merhaba Zehra,sen kaçıncı sınıfa gidiyorsun?” “Merhaba, ben ortaokula gidiyorum, sen de ilkokula mı gidiyorsun?”

“Evet, ilkokuldayım.” Canan’a dönüyor “Bizim kız bir arkadaş buldu, artık gidinceye kadar bırakmaz kızı.

” “Öyle, sıkılmaz, hem Zehra buraları iyi tanıyordur, endişe etmeyiz.”

Ben bizim kızın sıkıldığını, sıkılmaktan yakındığını hiç anımsamıyorum. Uzun uzun yüzer, çıkınca denizden, uzanıp güneşlenir veya bir gölgeye çekilip kitap okur. Biz ona her yaz başında bir dizi kitap alırız, bütün yaz okur. Okuduğu kitapları özenle paket-çanta içine yerleştirir, kaybolmasına, bir tarafta kalmasına izin vermez. O nedenle de evdeki rafı kendi kitaplarıyla dolu olur. Onun çok okuduğunu bilen eş-dost, arkadaş çevremiz bize gelirken ellerinde mutlaka Ayça’ya bir kitapla gelir. Bazen onda olduğunu bilmeden okumuş olduğu kitaplar da gelir. Ayça bunları arkadaşlarına armağan eder.Önemli bulduğumuz kitapları önce kendimiz okur, o da okuduktan sonra özet çıkarmasını isteriz.Çıkarır. Bazen çıkarmaz, öyküyü bize anlatır. Öyle canlı anlatır ki sanki öyküyü okumamış, yaşamış.

İkinci gün Ayça’yla Zehra’nın sohbeti ilerledi, senli-benliye dönüştü. Kahvaltıdan sonra uzanmışgüneşleniyoruz. Yorgun da değilim, uykum da yok, sadece gözlerim kapalı uzun güneşlenme koltuğuüzerine uzanmış dinleniyorum. Yattığım yere yakın bir yerden Zehra’nın sesi geliyor. ”Sen ne kadar şanslı bir kızsın Ayça, annen baban seni taa başkentten buraya tatile getirebiliyor. Her yaz tatil yapıyoruz dediğine göre, herhalde durumunuz çok iyidir. Annen baban iyi kazanıyordur. Benim annem de babam da geçici işlerde çalışıyor. Yaz aylarında iş bulabiliyorlar ama kış aylarında bazen buluyor, bazen bulamıyorlar. Hiçbir yer uzun süre çalıştırmak istemiyor, çok fazla ücret vermek istemiyorlarmış. Bazı başka haklarını da vermiyorlarmış ama ben ne olduğunu bilmiyorum. Bense okul biter bitmez burada çalışmaya başlıyorum. Ağabeyim de şu aşağıdaki otelde çalışıyor. Bütün aile işteyiz. Görünüşe bakarsan deniz kenarında yaşıyoruz. Ne ben ne ailemden biri yaz aylarında denize girebiliyoruz. Bizim deniz mevsimimiz yerli-yabancı gezginler dönüp memleketlerine gittiğinde,buralarda iş bittiğinde başlıyor.” Bizim kız “Yok canım, senin düşündüğün kadar rahat değiliz biz de.

Sen de çok şanslısın, öyle deme, deniz kenarında oturuyorsun, denizi seyrediyorsun, sıcacık bir kentte yaşıyorsun. Ben de böyle denizi olan bir yerde yaşamak isterim.” Sohbet ilerledi.

Bilmem iyi mi yapıyorum sohbetlerine kulak misafiri olmakla, ama çok yakınımdalar duymamak olası değil. İki küçüğün sohbetini dinlemek de ilgimi çekiyor. İkisi de birbirlerinin yaşamlarına özeniyor.

 

1987. Yaz.
Yaşanmış bir öykü.Haziran 2020, Ankara

Sayfa : 14