...
Başlık : BULUTUN RÜYASI
Yazar : Nermin Çakmak

“Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden uçan bulutların
Gidiyor, gidiyorlar yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların”
              Ahmet Muhip Dranas

 

Ne güzel gökyüzünde olmak, diye düşündü beyaz bulut. Yukarıda uçsuz bucaksız gökyüzü, aşağıda her yerini karış karış bildiği, gördüğü ve çok sevdiği yeryüzü vardı.

Hafif esen rüzgâr onu yavaş yavaş sürüklerken tepesini ısıtan güneşe şöyle bir göz attı. Her sabah onun muhteşem ışıltısıyla uyanmak çok keyifliydi. Olduğu yerde esnedi, uzadı, gerindi. Derin bir nefes aldı. Sonra çevresine bakındı. Kendisi gibi öbek öbek bembeyaz bulut doluydu gökyüzü. Onlara karışmayı, onlarla büyümeyi, zaman zaman onlardan koparak tek başına gökyüzünde süzülmeyi seviyordu. İstediği zaman ortadan kaybolup görünmez olabiliyordu, en eğlenceli olan da buydu. Gökyüzü onundu, isteyip de gidemeyeceği yer yok gibiydi. Bu özgürlüğünü hiçbir şeye değişmezdi.

Yukarıdan, hemen her yerini görebildiği yeryüzünde neler neler görmüştü. Tarihler boyunca şahit olduğu şeyleri anlatmaya kalksa kitaplara sığmazdı. Savaşlar, katliamlar, acılar ve ölümler. Kıskançlıklar, çıkarlar ve hırslar uğruna yapılan haksızlıklar, şiddetler, aldatmacalar. En çok da yanan ormanlar, kirletilen sular ve yeryüzünün her geçen gün grileşen ve katılaşan sevimsiz görüntüsü üzüyordu onu. Göz zevki her geçen gün biraz daha bozuluyor, yeryüzüne bakmaktansa çoğunlukla uçsuz bucaksız gökyüzüne dalıp gidiyordu. Bu işte bir yanlışlık vardı. Gereksiz yaratılan acıları ve sıkıntıları gördükçe üzülüyor, öyle zamanlarda hemen koşup diğer bulutlarla el ele verip onlarla birleşiyor, yoğunlaşan duygularıyla yağmur olup yağıyor, bir nebze rahatlıyordu. Aynı zamanda yeryüzünü de rahatlatıyordu. O yağınca insanlar sakinleşip köşelerine çekiliyor, bitkiler şenleniyor, ağaçlar ve kuşlar şarkı söylüyordu. Elinden sadece bu geliyordu.

Bir gün insanlar yakıp yıkmaktan, keder yaratmaktan, acı yaşatmaktan vazgeçecek; sahip oldukları güzelliklerin farkına varacak; onları korumayı öğreneceklerdi. Doğanın, sevginin ve iyiliğin gücünün her derde deva olacağını keşfedeceklerdi. Zaman zaman umutsuzluğa kapılsa da bu inancını her zaman korumayı başarıyordu.

O sabah yine gözlerini kamaştıran ışıkla uyandı. Güneşine gülümsedi. Etrafı yine bembeyaz bulut arkadaşlarıyla doluydu ama canı bugün nedense yalnız takılmak istiyordu. Yavaş yavaş diğer bulutlardan uzaklaştı. Bir süre keyifli keyifli boşlukta süzüldü. Elleri ensesinde, rüzgârın melodisine kendi ıslıklarıyla eşlik ederken şekilden şekle girerek eğlenmeyi de ihmal etmiyordu. Yeryüzünde onu seyreden küçüklü büyüklü insanları böyle eğlendirdiğini düşünmek, ona mutluluk veriyordu. Tam o sırada kulakları sağır eden bir gürültü ve ani parlayan ışıkla etraf toza dumana bulandı. Göz gözü görmez oldu. Kendi iradesi dışında, hızla sürüklenmeye başladı. Yine çaresiz hissettiği anlardan biriydi. Elinden bir şey gelmiyordu. Gelmeyecekti de bunu biliyordu. Direnirse kaskatı kesilecek, mosmor olacak, başına ve karnına ağrılar girecek, günlerce kendine gelemeyecekti. Öyle zamanlarda teslim olması gerektiğini öğrenmişti. Bu da geçecekti, sadece sabırla beklemesi gerekiyordu.

Bir süre sonra ortalık kendiliğinden sakinleşti. Çevresine bakındı. Sanki kaybolmuştu. Şaşkınlıkla gözlerini ovuşturdu. Gözlerine dolan çöl tozlarının etkisiyle net göremiyordu. Neredeydi, bilmiyordu. Gökyüzü, aynı gökyüzüydü fakat aşağıda görünen yer daha önce gördüğü, bildiği yerlere hiç mi hiç benzemiyordu. Farklı bir yerde açıyordu gözlerini güne. Dikkat kesildi; çok yukardan, tepeden gördüğü şeyler heyecan vericiydi. Büyük bir adaydı aşağıda gördüğü. Işıl ışıl parlayan ve parıltısıyla göz kamaştıran, dibi görünür berraklıktaki bir denizin ortasında, sanki cennetten kopmuş bir parça gibiydi. Yemyeşil çayırlar, çeşit çeşit ağaçlar, bin bir çeşit çiçekle bezenmiş bir doğa harikasıydı. Bu görüntüyü çok eski zamanlardaki hatıralarından hayal meyal hatırladı. Farklı olan, insanlardı. Göz kamaştıran deniz gibi şeffaflardı, yerçekimi yokmuş gibi hafiflerdi. Dans eder gibi hareket ediyorlardı. Sevecen ve huzurlu güleç yüzleri, ışıldayan gözleriyle etrafa ışık saçıyorlardı. Yanlarından akıp giden dereler sanki onlara şarkı söylüyor, sularından hayvanlar kana kana su içiyor, kuşlar cıvıldıyor, hafif bir meltem esiyordu. Endişesizdiler. Mis gibi çiçek kokuları yayılıyordu her tarafa. O güne kadar duymadığı, bambaşka güzellikte müzikler çalıyordu. Kargaşasızlardı, doğadaki tüm canlılarla birlikte bir bütünlük içinde, sakin hareket ediyorlardı. Milyonlarca varlardı ama sanki tek vücuttular, telaşsız ve güven içindeydiler.

Dalıp gittiği ve gözlerini alamadığı bu güzelliklerden ani bir hışırtıyla irkildi. Hafif hafif sallanan bir ağaç grubuna kaydı dikkati. Ağaçların arasından kıvırcık sarı saçlı, beyaz tenli, tombul, pembe yanaklı bir bebek belirdi. Gülen gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Gülümseyerek kendisine kucak açan insanlara doğru emeklemeye başladı. Onu kendisi gibi birkaç bebek daha takip etti. Birer ikişer derken arkasından değişik yaşlarda birçok çocuk da orada bulunan sevecen insanlarla mutlulukla kucaklaştı. Kısa sürede ortam tam bir bayram havasına büründü. Bulutun şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Anlamaya çalışarak hayretler içinde ve merakla izliyordu aşağıda olanı biteni. Ne değişik bir sabahtı. Güneşin sarhoş eden ışığı, ani parlayan ve kulağı sağır eden gök gürültüsü, şimşek ve çöl tozları… Yetmezmiş gibi aşağıda ışıl ışıl parlayan ada da gözlerini iyice kamaştırmıştı. Gözlerini tekrar ovuşturdu, iyice baktı, yoksa hâlâ geceydi de rüya mı görüyordu? Gökyüzüne baktı, güneş oradaydı. O sırada içinden geçenleri hissetmiş olan güneş, bulutun kulağına fısıldadı: “Hayır, sevgili beyaz bulut, rüya görmüyorsun; gördüğün her şey gerçek.” Bizim beyaz bulut rüya görmediğini anlayınca mutluluktan taklalar atarak gökyüzünde yuvarlandı, şekilden şekle girdi yine ve yarım kalan şarkısını söyledi uzun uzun. Kendine iyice gelmek için şöyle bir silkindi. Üstünde kalan birkaç yağmur damlası, adanın değişik yerlerine serpildi. Üzerlerine yağmur damlayan çocuklar, insanlar ve hayvanlar başlarını yukarı kaldırıp sevinçle ve sevgiyle ona baktılar. O sırada gökyüzü pembeye boyandı. Kendiliğinden kocaman bir kalbe dönüştüğünü hissetti beyaz bulut. Çok duygulandı.

Ne güzel! Artık savaşın, kavganın, acının, şiddetin olmadığı bir dünya mı olacaktı yani? Barış, huzur, sevgi, hoşgörü mü hâkim olacaktı her yere? Bu mümkün müydü? Hayalleri gerçek mi oluyordu? Bu ne muhteşem bir adaydı. Artık gördüğü bu güzel adadan ayrılmayı düşünemezdi. Ait olduğu yer burası olmalıydı. Burada hiç olmadığı kadar özgür ve huzurlu hissediyordu. Özgür olduğu zamanları hatırladı daha doğrusu özgür olduğunu sandığı zamanları. Asıl özgürlük şimdi, buradaydı. Yağmur olup yağsa da görünmez olup kaybolsa da onun yeri her zaman bu huzurlu adanın üstünde olacaktı.

Bir kez daha anladı ki imkânsız diye bir şey yoktu!

Bir şeye gerçekten inanınca ve isteyince oluyordu.

Sayfa : 15