...
Başlık : Bütün diller, o dilleri yaşatanların tarihiyle birlikte yaşar
Yazar : Aslı Zorba

*Ben sizi tanıyorum; fakat okuyucularımız için kendi cümlelerinizle Sevgi Özel’i bize anlatabilir misiniz?

*Yarım yüzyıldır dil ve edebiyat dünyasının içindeyim; Gülten Akın gibi söylersem, “Sonra işte yaşlandım.” Yazınsal etkinliklerim, Türkçe ve Dil Derneği için verdiğim savaşımın biraz gerisinde kaldı. Bu durumdan yakınıyor değilim.

Ankara’nın 80 km ötesindeki Polatlı’da, Kurtuluş Savaşının son noktası Duatepe’nin sırtındaki Beyceğiz köyünde doğdum. On yaşımdan bu yana başkentte yaşıyorum. Cumhuriyetin değerleriyle büyüdüm. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Türk dili bölümünü bitirdim. Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun (TDK’nin) Dilbilgisi/Dilbilim Kolunda, Türkiye Türkçesiyle ilgili bilimsel çalışmalar yapan anıt dilcilerle çalıştım; TDK’de Türkiye Türkçesiyle ilgili ortak ve bireysel yapıtlarda imzam var. 12 Eylülcüler, 1983 yazında Atatürk'ün kalıtını çiğneyerek 51 yıl yaşayan TDK'yi kapatınca 12 yıl çalıştığım kurumdan ayrıldım. Bilgi Yayınevi, Ümit Yayıncılık’ta pek çok bilim-sanat insanının, gazetecinin editörü oldum. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda yayın yönetmeni olarak çalıştım. 1987'de, eski TDK üyelerinden 34 kişiyle birlikte Dil Derneği’ni kurduk. Dilbilgisi ve yazım çalışmalarım TDK’de başlamıştı. 1987’den bu yana Dil Derneği’nin Türkçe Sözlük’ü ve Yazım Kılavuzu’nun bütün baskılarının hazırlayıcıları arasında yer aldım; gelirini derneğe bağışladığım yapıtlar yazdım. Yurdun her yanında söyleşilerde, açıkoturumlarda konuştum; radyo ve TV izlenceleri yaptım. Dil Devrimine ve edebiyata ilişkin yüzlerce yazım var. Yaklaşık kırk kitap yazdım. Yaşarken tanıdığım, hukuksal bilgisinden, dostluğundan yararlandığım Uğur Mumcu’nun yaşamöyküsünü ilk ben yazdım. Türkiye Türkçesi Temel Dilbilgisi’ni, çocuklara Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşını ve devrimleri anlatan kitaplar yazdım. Son kitabım Yalan Dünyasının Yalancıları’dır. Bu aralar Nâzım Hikmet’in dil kullanımını çalışıyorum; ustanın edebiyattaki gücü çok yazıldı, benimki diliyle ilgili ilk kitap olacak diyebilirim. Cumhuriyet’te iki haftada bir perşembe günleri yazıyorum.

*Sizi edebiyata ve Türkçeye yönlendiren ne oldu?

*Bizim kuşak, yani 1950’den biraz önce ve sonra doğanların büyük çoğunluğu cumhuriyet öğretmenlerinin elinde okula başladı. Belli ki bizim kuşağın bir bölümü de cumhuriyetin devrimlerine, laik eğitime tepkili dine değil hurafelere tutunanlar arasında büyümüş. 1950’lerde başlayan bu durumu Yalan Dünyasını Yalancıları kitabımda belge bilgi ışığında anlattım. Biz sınıf kitaplıkları olan okullardaydık; ben ilkokuldan başlayarak kitaplık kolu başkanı olmak için savaşırdım. Aile zor durumdaydı; ama ben okuyacak kitap bulurdum. Bizim öğretmenlerimiz için ilkokulda, ortada, lisede ilkin doğru Türkçe gelirdi. Üniversiteli olduğumda kitap ve Türkçe, benim için her şeyin önündeydi. Hukuk Fakültesine gidebilirdim, istemedim; Siyasal Bilgileri 2 puanla kaçırdım; Diyarbakır Tıbbı kazanmıştım, ekonomik nedenlerle kent değiştiremedim. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdim. Doktor olmak isteğim, sonra köreldi. İyi ki öyle olmuş. DTCF’yi bitirdikten beş gün sonra TDK’ye girdim. Hazineye düşmüştüm, içimdeki dil, edebiyat aşkım düşlediğim ortamda büyüdü, ben de ülkenin en görkemli dilcileri ve yazıncıları arasında büyüdüm.        

*TDK sizin için ne anlam ifade ediyor ve böyle bir kurumun varlığının önemi nedir?

* Türkiye Türkçesinin özellikle yazım sorunlarını çözen hocam Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu’nun çağrısıyla TDK’ye girdiğimde 21 yaşımdaydım. Öğrenciyken TDK’ye ders çalışmaya giderdim; her gidişimde adını kitaplarda gördüğüm tanınmış dilcileri, yazarları görürdüm. Düşünsenize; Ömer Asım Aksoy, Emin Özdemir, Agop Dilâçar, Prof. Dr. Doğan Aksan, Prof. Dr. Tahsin Yücel, Ceyhun Atuf Kansu, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Salah Birsel ve sayamayacağım kadar çok ustayla iş arkadaşı oluyorsunuz. Atatürkçü düşünceyi, cumhuriyeti, devrimleri içselleştirmiş aydınlar vardı. Aralarında Atatürk’le aynı masada dili konuşmuş, tartışmış olanlar vardı. Hepsi Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimine inanıyordu; dilin yenileşmesi düşünce özgürlüğü demek, düşüncenin yenileşmesi demekti. Bu yenileşme salt dil alanında olmaz, laik eğitimi, bütün bilim sanatı, hatta teknolojiyi de kapsar. İşte Atatürk’ün kurduğu TDK’nin önemi buydu. TDK ile özgür çalışan üniversite, sağcı iktidarların engeline karşın el eleydi. İktidar baskısına karşın öğretmenler, okullar TDK yayınlarını kullanırdı; Milli Eğitim Bakanlığı TDK uyarılarıyla ara ara doğru çizgiye gelirdi. İşte Atatürk’ün kurduğu TDK’nin önemi buydu. Düşünce, yalana talana sapmayan doğru dille topluma aktarıldığında, eğitim akılcı, bilimsel olduğunda, herkes kendini kendi dışında olup biteni doğru anladığında kimse kimseyi kandıramaz. Dil, inanç ve köken farkı siyasaya araç yapıldı, eğitim dinselleşti, 1950’den sonra yaşadığımız budur; din, her şeyin önüne geçti. Atatürk, MEB ile TDK arasında bir köprü kurmuştu; 1950’de bu bağ koparıldı. Sonra sözde milliyetçi muhafazakârlar, çoğunca da iktidar oldu, TDK’ye savaş açtılar. Osmanlının halka öğretemediği, halkın ortak dili yapamadığı Arap abecesi ve yapay dil Osmanlıcaya dönmek istediler.

*TDK neden tüzelkişilik olarak kalmalıydı?

*Atatürk, Arap abecesi, yani yazı dinle ilişkilendirildiği için Harf Devrimi için yasa çıkarmıştı. Dil, her inanç ve kökenden cumhuriyet yurttaşlarının ortak iletişim aracı olduğundan Dil Devrimini yaparken yasa çıkarmadı. Tüzüğünü kendisi yazarak Türk Dil Kurumu’nu kurdu; TDK ile Tarih Kurumu’nun özgürce çalışması için vasiyetnamesiyle kurumlara gelir bıraktı. Tarih bilincinin, Dil ve Yazı devrimlerinin, bu iki kurumun güvencesinde olmasını düşünmüştü. Bütün siyasal baskılara karşın TDK bu iki devrimi korudu, geliştirdi. 12 Eylülcüler 1983’te darbe yasasıyla bu vasiyetnameyi çiğnediler; kurumları kapattılar; yazı ve dili eskiye döndürecek, başka bir tarih yazacak Türk İslam sentezini eğitim-kültür siyasası yaptılar. Harf ve Dil Devrimlerine örgütlü tepki, bu iki kurum kapatıldıktan sonra iktidarlar eliyle güç kazandı. Karşıdevrim devlet örgütünde yer buldu. Yıllar sonra AKP hazıra kondu. AKP’nin ÇEDES projesi doğrudan dili, doğallıkla laik eğitimi hedef alıyor. Ancak 12 Eylülcülerin yasa zoruyla kurduğu siyasal iktidarların güdümündeki resmi TDK ağzını açamıyor, Harf ve Dil Devrimleri için parmağını oynatamıyor; tersine iktidara destek oluyor. TDK’nin önemi şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?   

*TDK’den ayrıldıktan sonra, çatısı altında çalışmalarınıza devam ettiğiniz Dil Derneği’nin kuruluş hikayesinden ve bünyesinde yapılan çalışmalardan biraz bahsedebilir misiniz?

*Atatürk TDK’yi dernek olarak kurmuştu. 12 Eylülcüler TDK’yi, 1982 Anayasasının 134. maddesine dayanarak, uyduruk Danışma Meclisinden çıkardıkları yasayla Başbakanlığa bağlı devlet dairesi, işçi olan bizleri de zorla memur, emekliliği gelenleri de zorla emekli yaptılar. Memur olmayı kabul etmeyen, 3 yıl hiçbir devlet kurumuna başvuramayacak, nerede iş bulursa orada karnını doyuracaktı. Emekliler kapıya kondu; iş bulma kaygısı taşıyanlar memur oldu. Ben, emekli olmama uzun zaman varken yasa çıkar çıkmaz istifa ettim. DTCF’deki 12 Eylülden önce devrimci geçinen ikiyüzlü hocalarımın çoğu 12 Eylülcü kesilmişti; hiçbiriyle aram iyi değildi. TDK’de onların buyruğunda çalışamazdım. İstifa ettikten iki gün sonra birkaç iş önerisi aldım, Bilgi Yayınevini seçtim. Ancak Atatürk’ün vasiyetnamesinin yasa zoruyla çiğnenmesine, kurumlarının kapatılmasına tepkiliydim; bu tepkinin örgütlenmesinde öncü oldum. Kenan Evren’in cumhurbaşkanı, Turgut Özal’ın başbakan, gerici akademisyenlerin resmi TDK’de başı çektiği, gerici basının saldırdığı bir ortamda, kapatılan TDK’ni 34 üyesiyle Dil Derneği’ni kurduk. Amaç, Türkçenin bilim, sanat dili olması için çalışmaktı; ama Ankara Valiliği derneği kurulması yasak dernek saydı. Kurucular ve dernek için dava açıldı. Yargı yolumuzu açtı; yaklaşık 40 yıldır bu yasaklılık imgesi, özellikle devlet kurumlarında, MEB’de sürüyor. Dernek 22 Nisan 2024’te 37 yaşına girecek. Tüm engellemelere karşın yayın yapıyoruz, ödüller düzenliyoruz. AKP iktidarıyla işimiz daha da zorlaştı; kamu görevlisi üyelerimiz sessizce ayrılıyor, üye bulmakta zorlanıyoruz; okullara ve üniversiteye giremiyoruz.  Resmi TDK’nin yanlış dolu, önyargıyla hazırlanmış sözlük ve Yazım Kılavuzları okullara dayatılıyor. Durum bu…

*İnsanın anavatanı anadilidir. Siz Türkçe için büyük emekler vermiş ve vermeye devam eden bir yazarsınız. Bu bağlamda tarih bilinci ve dil arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

*Bütün diller, o dilleri yaşatanların tarihiyle birlikte yaşar. Türkçenin tarihsel öyküsü, aynı zamanda dilin de öyküsüdür. Yaşadığınız coğrafyanın tarihsel akışını bilmiyorsanız, dilin akışını da bilemezsiniz. Türkçenin tarihsel öyküsü çok hüzünlüdür. Türkler 10. yüzyılda İslamiyete geçtikten, İran’da İranlılar ve Araplarla yakın yaşar olduktan sonra dinsel itkilerle devlet dilinde Arapçaya, kültürlü sayılmak için de sanatta Farsçaya sarıldılar. Türkçenin tarihsel akışı, Selçuklularla değişir. 10. yüzyıldan bu yana saraylar, saraylara yapışık yaşayan aydınlar Arapça-Farsçayı üstün dil sayarlar; Türkçe kaba Türkün dili olarak aşağılanır. Türkçeden ilk vazgeçen Selçuklulardır. Kuran Arapça, peygamber Arap diye diye aydınlar ve din insanları halkı, cennette Arapça konuşulduğuna inandırırlar. Cennette Farsça da kullanılıyor diye fetva veren şeyhülislamlar çıkar. Osmanlı başlangıçta devlet ağzında Türkçeye önem verir; ama Fatih döneminden sonra Arapça (ve Farsçaya) ağırlık verir, din adamları ve aydınlar eliyle Osmanlıca dediğimiz yapay dil oluşur. Osmanlıca hiçbir zaman Osmanlının Türk ve Türk olmayan halkın ortak eğitim dili olamaz. Resmi yazışmalarda ve sanatta Osmanlıcayı kullanan, halkla iletişim kuramayan, bilim-sanat-uygulayım gibi alanlarda üretken olamayan, üstelik batının ürettiği bilim, sanat ve teknolojiyi dinsel baskılar yüzünden “haram ve günah”la karşılayan Osmanlı, iki kez Viyana kapılarına dayanır, yüzyıllarca da o kapıların ardını göremez. Basımevleri 200 yıldan sonra gelebilmiş, Osmanlı yeni okullar açtığında hangi dilde eğitim yapacağını bilemez. Sonunda eğitimini, ekonomisini, hatta ordusunu bile yayılmacıya teslim ederek uzun bir duraklama, daha doğrusu uyuma döneminden sonra kendini bitip tükenmez savaşlar içinde bulur. İşte dille tarihin iç içe akışı…

*Sanat ve özellikle edebiyat ile dil arasındaki ilişkinin önemi nedir?

*Dilsiz ne edebiyat olur ne sanat… Ne düşünce özgürlüğü… Dil, düşüncenin yansımasıdır. Dil, özgürce düşünenlerin öncülüğüyle, bilim ve sanatın verileriyle yenileştikçe, varsıllaştıkça, teknolojide üretici olundukça bu akış edebiyata da yansır.   

*Dilbilimindeki gelişimlerin edebi eserlere katkısı nedir?

*Dilciler yazıncıların, yani edebiyatçıların metinleri, kitapları üzerinden yola çıkarak o dilin kuralları ve akışı üzerinde görüş bildirir, araştırma yaparlar. Dilci, edebiyatçı olmak zorunda değildir; ama edebiyat ve üzerinde çalışacağı metinleri doğru değerlendirecek ölçüde edebiyatı iyi izlemek, iyi bir okur olmak durumundadır. Edebiyatçı da dilcilere uzak olmamalıdır; edebiyatçı bir dilci gibi dilin kurallarına egemen olmak zorunda değildir; ancak düşünce ürettiği dilin özelliklerini düşünecek, yazacak ölçüde dili bilmek durumundadır. Yumurta mı tavuk mu, sıradan bir benzetme; ama böyle bir ilişki… Dilci mi önde edebiyatçı mı? İkisi yan yana, el ele, iç içe…

*Sosyal medya Türkçenin gelişimini etkiliyor mu?

*Biz TV’yi satın aldık, üzerine dantel örtü sererek teknolojiye katkı verdik; sonra birtakım Amerikan dizileri yayımlayarak ya da onlara öykünerek yürüdük. Bilgisayarda devlet örgütü değil, bilimciler doğru adım attı, adını Türkçeleştirerek kullanmaya başladık. Sonra cep telefonları geldi; bu arada bilgisayarlı yaşam düşündüğümüzden beter hız kazandı. İlkin cep telefonlarında selamlaşırken sözcüklerin seslerini silmeye başladık; “slm” selam demek… Türkiye” medya” karşılığı olarak basın-yayın adını 1930’larda bulmuş; basın, halkın da kullandığı sözcük olmuştu. 1990’larda bizim basın bir anda “medya” oldu; “plaza” ve “medya center”lere tünedi; çok geçmeden de sosyal medya dediğimiz alanın açılışına gazeteleri, TV’leriyle öncü oldular ve çoluk çocuk bu alana balıklama atladık. Sosyal medyayı, doğru kullanan yazarlar, akademisyenler, bazı bilim-sanat vb. kurumlarıyla dar bir alan var; onlar dile yeni sözcükler, terimler katarak, doğru bir yazım ve anlatım kullanarak dilin gelişimine katkı veriyorlar. Yeterli mi, hayır! Beri yanda sosyal medya alanlarında dilin gelişimine değil bozuluşuna hız veriliyor.

*Sosyal medyanın da etkisiyle kendini yazar ve hatta edebiyatçı olarak tanımlayan kişi sayısı arttı. Bu anlamda son yıllarda edebiyat türünde üretilen eserlerin Türkçeye katkısı sizce ne yöndedir?

*Bu sorunun yanıtı beni ataşe atar; ama korkmam. 1950’lerden 80’lere, 1980’lerden günümüze Türkçenin eğitim öğretimi gözle görülür ölçüde bozuldu. Yabancı dille eğitim sıkıntıydı; şimdi ortalık toz duman… Milliyetçi muhafazakâr bilinenler sürekli iktidar oldu; milliyetçiliğe soyunanlar muhafazakârlığı dinle soslayarak Türkçeye savaş açtılar; Dil Devrimiyle gelen sözcükler defalarca genelgelerle yasaklandı. Milli eğitim, eğitim-öğretim kurallarının ve kurumlarının canına okudu, 1980’lerde ilkokullara bile Arapça dersi koymaya çabaladı. O zaman biçimde beceremediler; ama düşünsel olarak alan kazandılar. 1970’lerde, 80’lerde birkaç kuşak dile yabancılaştı; tam tersine cumhuriyet öncesinin ve cumhuriyetin usta yazarlarını, dünyayı edebiyatını okuyarak yazan, çeviri yapan iyi kalemler de çıktı. Ne ki özellikle 80’lerin sonuyla 90’lar içinde dile yabancılaşanlar da yazmaya başladı. Bazı seçici kurullarda yer alıyorum; gelen ürünlerin çoğu içimi acıtıyor. Yaşça genç kimi yazarların hem sözcük seçiminde hem sözdiziminde, yani anlatımda büyük sorunları var. Hele genç çevirmenler, çeviri yapacağı dili iyi bilse de Türkçeyle düşünemediği için sıkıntılı ürünler çıkıyor. Yazık ki dili hasarlı kimi kitaplar sosyal medya ya da başka tanıtım araçlarıyla öne çıkıyor. Burada Türkçenin bir kazanımı yok, bireysel anlık kazanımlar var.

*Türkçe’nin gelişimi üzerine verdiğiniz emeklerin yanı sıra edebiyat alanında da pek çok eser verdiniz. Siz kendinizi dilbilimci olarak mı yoksa edebiyatçı olarak mı tanımlarsınız?

* Çok mutluyum hem dilci hem yazıncı sanım var. Yarım yüzyılı aşkın zaman diliminde dil ve edebiyat bildiğim ikiz kardeşle yaşıyorum. Türkçeyi düşünerek, Türkçeyle üreterek görkemli bir aşk yaşıyorum. Derginizde bana da yer vermenizden çok beni düşündüğünüz için teşekkür ederim.

 

 

 

SEVGİ ÖZEL KİTAPLARI

Dil Kitapları,

Türkiye Türkçesinde Sözcük Türleri (Doğan Aksan yönetiminde ortak yapıt), TDK, 1. baskı 1976; 2.baskı 1983, Papatya Yayıncılık, 2003 (3. baskı).
Türkiye Türkçesi Gelişmeli Sesbilimi (D. Aksan yönetiminde ortak yapıt), TDK, 1978.
Türkiye Türkçesinin Sözdizimi (N. Atabay-A. Çam ile), TDK, 1.baskı, 1981), Papatya Yayıncılık, 2003 (2. baskı).Atatürk'ün Türk Dil Kurumu ve Sonrası (H. Özen-A. Püsküllüoğlu ile), Bilgi Yayınevi, 1986.
Afili Mavallar, Ümit Yayıncılık, 1993.
Dil Kiri El Kiri, Bilgi Yayınevi, 2000 (2. baskı).
Dilimde Tüy Bitti, Çınar Yayıncılık, 2006.
Dilleri Uzun, Cumhuriyet Kitapları, 2009 (2. baskı).
75. Yılda Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü (Ş. Turan ile), Dil Derneği, 2007.
İktidar Benim Ne İstersem Söylerim!, Cumhuriyet Kitapları, 2008.
Türkçenin Renkleri, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018 (5. baskı).
Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü (Ş. Turan ile), Dil Derneği, 2. baskı, 2021.
Türkiye Türkçesi Temel Dilbilgisi, Dil Derneği, 2018.Yaşamöyküsü/Mektuplar, Araştırma
Ahmet Cevat Emre (TDK belgeliğinde), 1982.;Besim Atalay, TDK, 1983.
Baba İnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar, Bilgi Yayınevi, 1988.
Uğur Mumcu'dan um:ag'a Unutmadık, um:ag, 2000.
Yolunu Yoldan Bulanlar (Seçkin Doğan takma adıyla), Ümit Yayıncılık, 1994.
Yalan Dünyasının Yalancıları, Kırmızı Kedi Yayınları, 2022.

Öyküler

Devrimciler Âşık Olamaz(dı), Ümit Yayıncılık, 1994 (2. baskı).
Aşk Bir Boncuktur, Ümit Yayıncılık, 1995 (2. baskı)
Direncin Kuşları, Ümit Yayıncılık, 1996.
Bir Yanım Bahar Bir Yanım Kış, Ümit Yayıncılık, 1997
.Bir Bulut Ayağıma Dolandı, Bilgi Yayınevi, 1999.
Aptal Dünya, Bilgi Yayınevi, 2002.

Romanlar

Uğur Olsun/ Bir Devrimcinin Öyküsü, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017 (5. baskı)
Yıldızlar mı Suçluydu?, Çınar Yayınları, 2006.
Gümüşana, Cumhuriyet Kitapları, 2009.
Bahtabakan, Cumhuriyet Kitapları, 2013.

Çocuk Kitapları

Barış Takımı (1), Çanakkale’den Gelibolu’ya Geçiyor (İ. Dizman ile), Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018 (3. baskı).
Barış Takımı (2), Çanakkale’den Anadolu’ya Yürüyor (İ. Dizman ile), Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018 (2. baskı).

  • Barış Takımı (3), Atatürk’le Buluşuyor (İ. Dizman ile), Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018 (2. baskı).
  • Barış Takımı (4), Devrimlere Koşuyor (İ. Dizman ile), Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017.
  • Barış Takımı (5), Türk Devrimini Öğreniyor (İ. Dizman ile), Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017.
  • Benim Atatürküm, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2020 (14. baskı).

 

 

Sayfa : 3