...
Başlık : MASAL MASAL MATİTAS
Yazar : Sami Aydoğan

masal masal matitas
kaynanamın eli tas
benim pulum bana elmas

doğduk bağlar bozulurken
kayıtlı değil gün belli değil
bir imza atmayı bilirdi babam
bir imza yeterdi aklı erdiğine
anamın elinde sarı mühür
dedemin elinde sarı mühür
nineme mühür gerekmemiş ne hikmetse
mühürsüz de yaşanırmış memlekette
doğar doğmaz büyür mü çocuk
büyür elbette
ıssızlığın devriye gezdiği bir yazı düşünün hele
ıssızlığın insansızlığın yoksulluğun kol gezdiği
konu meram anlatmaksa
dillenir yerde sürünen kertenkele bile

büyü küçüğüm büyü
yürü küçüğüm yürü

beri beri gelin uşaklar
içeri içeri girin uşaklar
dizi dizi dizilin uşaklar sofra başına
yuvarlak bir çizgi olun uşaklar tabla başında
tabla da ne demeyin masa atası
tablada dörtgen katlanmış saç ekmek
tablada bir tepsi bulgur pilavı
daha ne olsun pirinç mi olacaktı
buğday ektin pirinç mi çıkacaktı
tepsinin etrafında şimşir kaşıklar
tablanın üstünde parıl parıl parlardı
meşeden oyma kaşıklar köşede kalacaktı
daha ne olsun nikelajlı çelik mi olacaktı
henüz US damgalı mallar mezatta satılmazdı

kıymetli konukların giderken bıraktığı
masa artığı oda artığı sofra artığı
kıymetli mi kıymetli mezatçının sattığı
takım taklavatlı beyler kürklü hanımlar
koşa koşa alırlardı soluğu mezatçıda
sanırsın düğün dernek mezatçıda
sanırsın yer yerinden oynuyor
her parça kapanın elinde kalıyor
kıymetli konuklar bırakıp gitmiş
mezatçı ne edip etmiş de edinmiş bunları
kürklü hanımlar sarılırdı her parçaya
kürklerine sarınır gibi sanki çatladı dünyanın dibi
de bunların elinde kalan kalacaktı
karıştırdıkça kürklü hanımlar
altın suyuna batırılmışını bulacaktı
efendim henüz erken merken derken şimdi bunlara girmeyelim

şimşir kaşığın pabucu dama atılmazdı
masal daha yeni başladı
şadala dedem ninemi haşladı
dedem söze başladı
anama yengeme söz söylemezdi dedem
nineme söylerdi sözünü gelinim sen anla
bize söylemezdi kötüsünü sözün el üstünde tutardı
gözbebeği gibi bakardı bize torunlarım büyüsün
torunlarım büyüsün de tarlayı tapanı sürsün
torunlarım büyüsün de kent yüzü görsün
torunlarım okusun da bilime bilgiye yüzünü sürsün
büyüyeydik
gündüz güneş gece yıldız olaydık
kafamızı biraz daha biraz daha yoraydık
dere olaydık denize döküleydik
köknar olaydık yıldızlara ulaşaydık
“iyiyi güzeli doğruyu” bulaydık

Büyüdük
büyüdük büyümez olaydık
büyüdük de ne oldu
hiç büyümeyip çocuk kalaydık

büyüdük okullu olduk
okuduk karne aldık
karne hediyemiz o yaz çıraklıktı
bulamazsak aşevinde yamaklıktı
mesaiden sonra sokakta
bakıp bakıp imrendik
karne armağanı tatil olan çocuklara
vay canına dedik şart olsun
biz de karne armağanı tatil vereceğiz
karne armağanı tatil çocuklarımıza benle Halil
ister inan ister inanma
sözümüz hakikat gerekmez delil

okuduk okuduk okuduk
geçmişe öykünen anlatı bulduk
bilimden matematikten soğuduk
zaten biz kimdik ki
sabah dokuz akşam beş emekçi
matematik nemize gerekti
nemize gerekti bilim
nemize gerekti sanat
nemize gerekti felsefe
inşaata gerekti amele
kapıya kapıcı odaya odacı
beye sürücü çocuğa bakıcı
ustaya çırak hanıma yardımcı
gerekti bahçeye bahçıvan
boş durma döv havayı
karşıda duruyor havan
okuduk okuduk okuduk
geçmişe öykünen tarih bulduk
gordion’da taşı yonttuk
çin seddi’ne mancınık
viyana kapılarına mızrak attık
preveze’de gemi yaktık

öyle çok öyle çok okuduk ki
öykü okuduk anlatıldık
roman okuduk yazıldık
okumaya susamıştık
elimize ne geçtiyse okuduk
“vatan yahut silistre” okuduk
namık kemal olduk sevildik
“küçüktüm ufacıktım
top oynadım acıktım” okuduk
gökalp olduk el üstünde tuttular
sırtımızı sıvazlayıp uyuttular
elimize sapan tutuşturup
ak güvercin vurdurttular
ellimize sopa tutuşturup
ellerini ovuşturup
pireyi deveyle vuruşturup
işleri bitince buruşturup
bir kanara attılar

çok-ulusluların kapısına kilit
elin bahçesine korkuluk yaptılar
ortak yaşamdan uzaktılar
parsayı ceplerine attılar
alabildiklerini aldılar
satabildiklerini sattılar
yakınlıkları yapaydı
hep uzaktan baktılar
kaypaktılar
kendilerine sorsan
taze sağılmış süt kadar aktılar
yokluktan geldik yoksunlukla bilendik
gazete eklerinden bilgi dilendik
harçlıklarımız kitap oldu defter oldu kağıt oldu
verilenle yetinmedik
okudukça bilgiyle beslenmeyi
beslendikçe düşünmeyi
düşündükçe sorgulamayı öğrendik
sorguladıkça şaşakalmayı
yorumlayamadıkça akıl almayı
sorguladıkça bin mengeneden
geçmeyi öğrendik
bilgi üstüne bilgi derledik
düşünce okuduk felsefelendik
kapital okuduk marks olduk
sayfa sayfa kapital yedirdiler
psikanaliz okuduk freud olduk
deli gömleği giydirdiler

şiir okuduk nazım olduk
dize dize insan manzaraları yaşattılar
sierra meastra’da che olduk
aykırı diken buldular
bitmemiş sakalımızı yoldular
biz dört duvar arasında sabahlarken
mazgalın gözünde ahlayıp oflarken
tarlada nohut mercimek yoldular
fabrikada işçi madende kömürcü
çayırda çimen gece yatsılık
bahçede baharlık denizde balık
köy kent çarşı pazar yoldular
çalıp çırpmada boldular
ha babam soydular
de babam soydular
soydular da soydular
yerin altını üstünü yuttular
taşı deldiler toprağı oydular
işlerini yoluna koydular

asılları da farklı değildi
tün hep onlara eğildi
soy sop buydular
dere boylarında beydiler
kente göçtüler kentsoydular
talandan tufandan geliyorlardı
külü eşeleyip sikke buluyorlardı
bir koyup on alıyorlardı
artık bir koyup bin alıyorlar
pul koyup altın topluyorlar
elin yeşil kağıdına tapıyorlar
ne oluyor dense hopluyorlar
gökkubbeyi başımıza yıkıyorlar
girdikleri yeri ayrılmamak üzre kaplıyorlar
şeytan görmüş gibi aykırı sesi taşlıyorlar
kara kazan kurup haşlıyorlar
dışardan bakanlardan utanıp
babacan öğütlere başlıyorlar

baklava börek fırında
işleri hep tıkırında

işleri hep işledi
elleri isim isim fişledi
biz ektik onlar mısır dişledi
kabuğu koçanı bize kaldı
“çarşambayı sel”
dağ başını el aldı
soygun kapıya dayandı
abandıkça abandı
elde ne tarla ne tapan
ne fabrika ne liman kaldı
gökte sesleri dalgalandı
enginler dar geldi
havalandı da havalandı
birer bulutsuz baştık
yürüdük dolduk taştık
yürüsünler dedi fötr şapkalı
yollar yürümekle aşınmaz
yol uzadı yürüyenler uzadı
yürüyüş bitmedi
duydular da bağırtımız yetmedi
pabuçlarımız delindi yenisini alamadık
açlıkları güçlükleri aştık
sokaklara sığmadık
bağırdık da bağırdık
dizlerimiz delindi yamadık
umarsız baktı sessiz kalabalık
aklımızı toplayamadık
oturmaya yürümeye
soyulmaya sövülmeye
sabah akşam öpülmeye alıştık

büyüdük neye büyüdüysek
gördük neyi gördüysek
sövdük neye sövdüysek
söyledik kime söylediysek
dinledik kimi dinlediysek
olmadı
doluya koyduk almadı
boşa koyduk dolmadı
atılan taş yerini bulmadı
arsızı güneşe serdik solmadı
arsız arsız nursuz nursuz kaldı
anası gadasını aldı
yavan gözler bakakaldı

her devin en az üç arşın boyu
yiyip içmektir
selamsız geçmektir
ekmeden biçmektir
silip süpürmektir huyu

masal masal masarak
emeğe ücret kısarak
kutuya dolar basarak
aykırı sesi asarak
çelik - çomaktan pusarak
çıkılmaz oyun sahasına
maden fabrika aramaz çalışan
çalışır can pahasına

üreticinin yüzü kırışık
emekçininki buruşuk
insan insandan ayrışık
bu işler pek bi karışık
birlikte yaşamak varken
soğuk soğuk duruşuk
ne ola ki neye yora ki

büyür yeşilim büyür
kaya sarmaşığı sarınca köyü
kesilir değirmenin suyu
bir de bakmışsın
tabandan nemlenmiş kuru kuyu

masal masal matitas
kaynanamın eli tas
bu yoklukta bu darlıkta
açıldıkça açılır makas
sözün kısası has
büyü küçüğüm büyü de
yürü küçüğüm yürü de
ayağını sıkı bas

masal masal matitas

Sayfa : 22