...
Başlık : KATRELER TAŞIR SENİ BANA
Yazar : Ş. Nezih Kuleyin

    Afyon cephesindeki tüm birlikler için taarruz emri birlik komutanlarına iletilmişti. Yirmi beş Ağustos gecesi gökyüzünde ay, İtalyanların mezzaluna dedikleri, bizim ise yarım ay dediğimiz silueti ile cephenin her iki tarafındaki siperleri, havanın bulutsuz olmasının da etkisi ile aydınlatıyor, bizim taraftaki hareketliliği belli etmemek için herkes olağanüstü bir çaba gösteriyordu.

Kolağası Şevket Bey, taarruz için verilen emirden sonra deyim yerindeyse karalar bağlamıştı. Eğer gerçekten çok sıkı bir biçimde tahkim edilmiş olan Yunan mevzilerini parçalayabilirlerse kendilerini bekleyen,  İzmir’e kadar sürecek olan bir süngü hücumuydu. En az on beş gün hiç uyumadan savaşacak, koşacak, savaşacak ve yine koşacaklardı.

Doğallıkla onu rahatsız eden bu durum değildi İstanbullu biri olarak Irak’tan Kafkasya’ya kadar her cephede savaşmış birisi için, İzmir’i ele geçirmek uğruna yapılacak süngü hücumunun süresinin ya da zorluğunun hiçbir önemi yoktu. Ayrıca çok iyi biliyordu ki İstanbul’a giden yol İzmir’in alınmasından geçiyordu.

Onu mutsuz eden şey kitapları ile arasındaki duygusal  denilecek düzeye varmış olan bağdı. Öyle kitapları vardı ki ona dert ortağı olmuşlardı. Kitaplarının her sayfasını bir nakkaş titizliği ile okumuş kenarlarına o andaki duygularını not almıştı. Her kitap kendi başına sadece bir kitap değildi, aynı zamanda bir hatıra defteriydi onun için.

Ama taarruz emri çok kesindi, savaş malzemesi olmayan ağırlıkların tamamı geride bırakılacaktı. Önemli olan birliklerin hızlı hareket etmesiydi. Hızı kesecek her şey yasaklanmıştı.

Şevket bey geride sadece kitaplarını değil yaşamını oluşturan tüm tatlı ve  acı anılarını da bırakacağını düşünüyordu. Şimdi nasıl olur da Şemsettin Sami’nin romanı  Taaşuk-ı Talat ile Fitnat’ı yanına almadan gidecekti. Oysaki ona sevgilisi ile buluşmanın yolunu romanın kahramanı Talat öğretmişti. Dün gibi hatırlıyordu, madem Talat sevgilisi ile buluşmaya kadın kıyafeti giyerek gitmişti o niye bunu denemsindi, denemiş ve başarmıştı da.

Cephenin karşı tarafında bir Yunan askeri sigara yakmak istemiş olsa gerek  belli belirsiz bir ateş görüldü ve kayboldu. “Zavallı asker” diye düşündü. Komutanından nasıl bir azar işitmiş olacağını tahmin ediyordu.

Her ihtilalcinin hayalinde, bir kahraman ihtilalci vardır. Herkesin aksine onun kahramanı bir kadındı. Ona göre kendisi kahraman olmayan bir kadın gerçek bir kahramanı bu kadar iyi anlatamazdı. Sıradan birisinin düşünceleri uğruna nasıl kahraman olabileceğinin eşsiz bir örneğiydi Kız Tevfik. Hiçbir baskıya boyun eğmeyen bir zennenin kahramanlığını ancak kahraman olmayı içinde duyan biri bu kadar iyi anlatabilirdi. Kolağası Şevket,  Halide Hanım’ın bu kitabına şöyle bir not düşmüştü: ‘Kahramanları en iyi kahramanlar anlatır’. O günden sonra birliğindeki hiçbir askeri aşağılamadığını fark etti. Zennelerinin kahraman olduğu bir ülkede bir Anadolu çocuğunun içindeki ateşin boyutunu kim bilebilirdi.

“Ooooff” diye bağırmamak için kendini zor tutu. Önce gözü Trabzon Sancağı’ndan Cemal’e takıldı. ‘Bu burunla tam siper yatamaz bu.’ diye düşündü bir an, sonra tekrar kitaplarına baktı.

Tüm çadırlar sökülünce kitaplarını söktükleri çadır bezinin içine koymuş onları denk haline getirmişti. Yaptığının emirlere aykırı olduğunu biliyordu. En kıymetli malzemelerden biriydi çadır bezi ve İzmir’e kadar ona ne kadar çok ihtiyacı olacağını biliyordu, kitapları onunla taşıması imkansızdı.

Elini göğüs cebine attı, nedense onu yanına almadığı duygusuna kapılarak cebini yoklama gereği duymuştu. O incecik şiir kitabını hep göğsünün üstündeki cebinde taşırdı.  Şüküfe Nihal’in Yıldızlar ve Gölgeler’i tüm savaş boyunca her akşam çıkartılıp okunmuş ve tekrar özenle yerine konulmuştu.  Acaba Fuzuli mi büyük şair yoksa aşkı bu kadar iyi anlatan Şüküfe Nihal mi diye düşünüyordu ki aklına kimin olduğunu şimdi anımsamadığı bir mısra geldi. Şimdi tam hatırlamıyordu ama ‘Katreler taşır seni bana.’ gibi bir şeydi söylediği.  ‘Katreler taşır seni bana, Katreler taşır seni bana.’  Kafasındaki sorunun yanıtını bulmuştu, haykırmamak için kendini zor tutuğunu fark etti.

                                     **********

İzmir önlerinde kurulan sahra hastanesinin baştabibi, ülkede okuma yazma oranı yüzde dört iken,  bölüğün birinin şehit olan ya da yaralanan askerlerinin koynundan neden bir roman ya da şiir kitabı çıktığını anlamamıştı.  Yaralı askerin birine sorduğunda aldığı yanıttan o kadar etkilendi ki,  hemen yan çadıra yaralı olarak getirilen bölük komutanı Şevket Bey ile tanışmak arzusuyla sıhhiye çadırından dışarı fırladı.

Şevket Bey’in çadırına girerken bir askerin bölükteki yaralanmayan askerlerin koynundaki kitapları aldığını ve bir kenara düzenli bir biçimde yerleştirdiğini gördü.

Çadıra girdiğinde Şevket Bey’in yüzündeki gülümsemenin İzmir’in alınmış olmasından dolayı mı yoksa kitaplarını Afyon’dan İzmir’e kadar getirmiş olmaktan dolayı mı olduğunu çıkartamadı. Sormak da istemedi. Bu kadar güçlü bir gülümseme ancak iki büyük başarıda payı olan bir ağır yaralının yüzünde olabilirdi. Sadece adını söyleyip “Tebrik ederim Şevket Bey, başardınız.” diyerek askıdaki eline şefkatle dokundu.

 

 

 

 

Sayfa : 12