...
Başlık : BİR ÖYKÜ ŞOVALYESİ: ÖZCAN KARABULUT
Yazar : Ali Günay

   Başlığı on yıl kadar önce yazdığım ve Karabulut’u “öykü şövalyesi” diye tanımladığım yazıdan aldım; değişmeyen gerekçesini de aynı yazıdan alıntılarla kararak sunacağım.

   “Özcan Karabulut’u 1979–1982 arasında ODTÜ Edebiyat Kulübü’nde başkan olarak görüyoruz. 12 Eylül darbesiyle, taban tabana zıt iki parçaya bölünmüş bir dönemde. Üstelik her iki parçası da zorluklar taşıyan. O dönemden tam on yıl önce, 12 Mart darbesiyle iki yarıya bölünen 1969–1972 arasında ODTÜ’de öğrenci idim. Devrimci öğrencilerin kesin egemen olduğu bir ortamdı. Benzer bir ortamın 12 Eylül darbesine dek sürdüğünü biliyorum. Böylesi ortamlarda müzik (özellikle sanat müziği), edebiyat, satranç, tenis, kayak… gibi kulüplere pek de sempatiyle bakılmadığını anımsıyorum. Folklor, halk müziği, hatta dağcılık kulüpleri bir nebze daha makbuldü. (Halk kültürüne yakınlık ve dağcılığın “kır gerillacılığına” yararı nedeniyle olsa gerek.) 12 Eylül sonrasında ODTÜ’yü işgal eden askerlerin ise, her türlü örgütlenme ve sosyal, kültürel etkinliğe kuşkuyla yaklaştıkları ODTÜ’lülerin iyi bildiği bir gerçek. Böylesi iki taraflı güçlükler taşıyan bir dönemde ODTÜ Edebiyat Kulübü başkanlığı yapmak, Özcan Karabulut’un edebiyat tutkusunun ilk işareti. İlk öyküsü kulübün yayını Vurgu dergisinde yayımlanıyor. İki yıl sonra (1984), ilk kitabı “Karşı Öyküler” ile yazın yürüyüşüne başlıyor. Kitabın adı bile, öykülerin niteliğine ilişkin bir ipucu sayılabilir kanımca. Bunu, Can Yayınları’ndan çıkan Hüzünle Bazı Günler (1990), Baştan Sona Yalnızlık (1997), Belki de Kaybeden Zaman (1998) ve Aşkın Halleri (2000) izliyor.” Öykü kitapları değişik ödüller kazanıyor. Amida Eğer Sana Gelemezsem romanıyla 2009 Yunus Nadi Roman ödülüne layık görülüyor.

   “Doksanların sonunda Edebiyatçılar Derneği’nin kurucuları arasında, 2001–2003 yıllarında ise başkanı olarak görüyoruz Karabulut’u. Bu dönemde, derneğin yayımladığı “Bir Topluöldürümün Öyküsü-Sivas Kitabı”nın çalışma grubunda yer almış. Sunup yönettiği söyleşileri, ‘Her Pazartesi’ Edebiyat Konuşmaları adıyla yayına hazırlamış. İzleyen yıllarda Düşler Öyküler ve İmge Öyküler dergilerinin genel yayın yönetmenliğini yaptığını, 2009–2011 yıllarında, Türkiye PEN Merkezi 2. Başkanı görevinde bulunduğunu öğreniyoruz.

   Özcan Karabulut’un Türkiye, özellikle Ankara öykücülüğüne en büyük hizmeti ise, Uluslararası edebiyatçılar örgütü PEN’in 68. kongresinde onaylanan 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün fikir babası ve ilk uygulayıcısı olması ile Uluslararası Ankara Öykü Günleri organizasyonudur. Kotarılmasına öncülük ettiği böylesi önemli bir etkinliğin yanında, Dünya Öykü Günü, öykü kitapları, ödülleri, Türkiye’nin en iyi edebiyat dergilerinden biri olan “Dünyanın Öyküsü”nün genel yayın yönetmenliğini yaptığı da göz önüne alındığında, Özcan Karabulut’u “Öykü Şövalyesi” diye nitelemek daha bir haklılık kazanır sanırım.

   Yazar, 12 Eylül öncesi ve sonrasını yaşamış biri olarak, öncesini hiç unutmadan, göz ardı etmeden, darbeyi izleyen 20 yılı kesitlerle öykülüyor. Darbe ile yıkılıp yeniden şekillendirilmeye çalışılan “yeni” toplumsal yapıdaki siyasal, toplumsal, kültürel çalkantıların “bireyler”deki duygusal/düşünsel yansımalarını temel alıyor öykülerine. Ancak öykülerdeki “bireyler” gelişigüzel değil, bilinçli seçilmiş. Bunlar, darbe öncesinin devrimci hareketinde örgütlerinin parçası olan, kolektif yaşamaya, düşünmeye ve devinmeye alışkın kişiler. Alışkanlıktan öte, mitingleri, boykotları, işgalleri, direnişleri, çatışmaları; afişleme, yazılama ve bildiri dağıtmaları, paylaşmayı, toplu davranmayı… yaşam tarzına dönüştürmüşken, darbe sonrası arkadaşları öldürülen, binlercesi tutuklanan, işkence gören, örgütleri ve yaşamları parçalanan gençler; doğal yaşam alanı denizin suları çekilince karaya vuran balıklar, yorgun savaşçılar… Dolayısıyla 12 Eylül sonrasının cendere ve giderek dejenere toplumuna alışmaya çalışan, köklerinden kopmanın ve “birey” olmaya zorlanmanın sancılarını yaşayan… Devrimci geçmişlerinden ve geçmişin alışkanlıklarından kopmak istemeyen ama yeni toplumsal yaşam ve ilişkilerin dayatmalarıyla arafta sallanıp duran, gençliğini yaşayamadan ona veda etmekte olanlar… Ve onların yenilmişlikleri, savrulmaları, yalnızlıkları, hüzünleri, uyumsuzlukları, bocalamaları, bunalımları, çelişkileri…

   Geçmişte yaşanan ve yaşanmakta olan siyasal/toplumsal olaylar, geri dönüşlerle, anımsamalarla, anıştırma ve sezdirmelerle, bazen de doğrudan öykülerde yerini almaktadır: 12 Eylül öncesi öğrenci eylemleri, devrimci mücadeleler, sonrası uygulanan “solkırım”, (daha sonra “hayata dönüş operasyonlarıyla katliama dönüşecek) açlık grevleri, Güneydoğu’daki başkaldırı ve çatışmalar, Cumartesi anneleri, Sivas katliamı, dünyadaki devrimci mücadeleler… Şairleri, yazarları, aydınları hedef seçen baskılar, sürgünler, öldürümler…

 

   Karabulut’un kendine özgü bir öykü dil ve biçem yarattığı açık. Öykülerin büyük çoğunluğunda ben anlatıcılar birilerine (bir topluluğa, kişiye, kendilerine, sevgiliye, San Giovanni’ye, Bay Özel’e…) hitap eder, anlatır gibidir. Öykülerde düş ile gerçek, kurgu ile yaşanmışlık iç içedir ve birbirine -çoğu zaman ani- girişlerle bağlanmaktadır. Sözgelimi anılardaki bir sevgiliye hitaben anlatılan öyküde yalnız ve hüzünlü bir gece anlatılırken, birden “…dördüncü kattan aşağıya atılan genç fidanlar toprağa karışıyor” veya “Filistin askılarıyla, coplarıyla, elektrikleriyle, ağza alınmaz küfürleriyle geliyorlar” (s. 9–10) tümceleriyle karşılaşılır. Diğer bir öyküde, sevgiliyle sinemada izlenen filmde, Nikaragua diktatörü Somoza’yla savaşan Sandinistaların zaferine tanık olunur. (s. 17) Bir diğerinde, “Başkalarının umutsuz öykülerinden konuşuyoruz. Kısa, kesik konuşmalarla, içeriye düşen, yurt dışına çıkan, izini kaybettiren, ölen arkadaşlardan” denir, (s. 21) anılarda sevgiliyle baş başa olunan bir gece anlatılırken. Anılarla, sorgularla, hesaplaşmalarla dolu olarak “Küçük Burjuva’ya Kırık Öyküler” anlatılır, “…hayatınızın ayak değiştirmesini diliyoruz” (s. 39), “Gövdelerini hayatın akıntısına bırakan siz sevgili dostlarımızı bağışlamak için neler yapmadık, neler!” (s. 47) ve “Hayat Biraz da Yaşamadıklarınız Çocuklar” denir.(s. 69)

 

    “Sevgilimle ara sıra buluşuruz” diye başlayan öyküde bir sayfa sonra, “Sevgilimse (…) ekolojik dengenin bozulmasından, siyaset-mafya-bürokrasi (Susurluk-a.g.) üçgeninde çevrilen kirli işlerden, Türkiye’nin çöle dönüştürülmesinden etkilenmez” (s. 9–10) gibi, bir gezi yazısı izlenimi ile başlayan öyküde “…sevgilimi İstanbul’da ‘Cumartesi Anneleri’nin arasında bıraktım” (s.16), “Yazarları sürgüne zorlanan, düşünen adamları onlarca yıllık hapis cezasına çarptırılan bir ülkenin vatandaşıyım” (s. 19), “…Madımak Oteli’nde şair Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın da aralarında bulunduğu otuz yedi kişiyi yakanların hemşerisi” (s. 26) gibi tümceler çıkar karşınıza, “zamane faşisti” gibi tanımlamalar da. Bir aşk öyküsünde “Jandarma biz sosyalistiz, diye marşlarımızı söylediğimiz günler geride kalmıştı” (s. 36), “Devrime inanıyordun. Ben geçmişin, sen geleceğimdin” (s. 37) türü tümceler çıkabileceği gibi. Örneğin, Sivas vahşetini anlatan öyküye öncülük eden “Koridorda Topuk Sesleri” adlı öyküde tam düşlere dalacakken “Yangını, çocuklarını Madımak Oteli’nde yitiren ana babaların gözlerinde gördüm” tümcesiyle sarsılıyor, yakılarak öldürülenlerin çocuklarıyla hüzünleniyor, İsmet Özel’e öfkeleniyor, Clinton’un Monica kaçamağıyla gülümsüyorsunuz. Özel’le asıl hesaplaşması “Belki De Kaybeden Zaman” başlıklı öykünün 2. bölümünde. Zamanla hesaplaşmaysa, üçüncü bölümünde. İzleyen -son- öykü ise, kendini onarmaya, sağaltmaya dönük, şiirsel bir metin. Karabulut’un öykülerinde, ön plandaki konunun ardındaki zemine yerleştirilmiş böylesi nice politik değini veya ileti örneği vermek olası. Bazı öyküler, yabancı ve yerli birçok şaire, yazara ve yapıtlarına değini ve göndermelerle zenginleştirilmiş.

   Son olarak belirtmek gerekir ki-elbette Türkiye edebiyatçısı da olan- “Özcan Karabulut bir Ankara öykücüsüdür, diyebiliriz rahatlıkla; yalnızca Ankara’da yaşadığı için değil, Ankaralılar için tanıdık birçok mekâna rastlanan çoğu öyküsü de Ankaralı olduğu için.”

Ali Günay KİMDİR?

1953’te Antakya’nın Dursunlu Köyü’nde doğdu. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi mezunu. Emekli. Ankara’da yaşıyor. Arapça ve İngilizce biliyor.Deliler Teknesi, Öykü Teknesi ve eki Filika, Dünyanın Öyküsü, Notos, Lacivert, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü ve Ekin Sanat dergilerinde yazı ve öyküleri yayımlandı.Deliler Teknesi’nde yazıları yayımlanıyor.

Kanguru Yayınları’ndan çıkan kitapları:

Zamanın Aynasından, Şubat 2022
Söz Uçar… Nisan 2019
Cinlerevi’nden (G)AZAP MASALLARI, Nisan 2015
Çatlak Nar, Kısa öykü, Kasım 2012
Hiçbiri Hikâye Değil, Öykü, Ekim 2008
Dilini Yitiren Kuş, Çocuk, Mart 2008
Dünya Adlı Gemide, Çocuk, Aralık 2007

 

 

Sayfa : 5