...
Başlık :        KADIN VE ÇOCUK
Yazar : Perihan Karayel

Bir gün önceydi. Onun dönüşünü bekliyordum.

Geçen ders yılının sonunda emekli olmuştum. Okulların açıldığı ilk gün içimde bir huzursuzluk duydum. Yapması gereken bir işi yapmamış kimselerin huzursuzluğu gibi. Anlaşılan okula gidememeye zor alışacağım. Eee, otuz beş yıl bu, dile kolay.

O ilk gün sabah, kahvaltımı yaptıktan sonra keyif çayımı aldım pencerenin önüne oturdum. Okula giden çocukları izlemeye başladım. Özlem gidererek. İşte onları ilk kez o zaman gördüm. Ana oğul okula gidiyorlardı. Çocuk en çok ikinci sınıfta olmalıydı. Gıcır gıcır yeni ayakkabısı ayağında, ütülü önlüğü, kar beyaz yakası üstündeydi ama okul çantasını annesi sırtlamıştı. Suluğu ile beslenme çantası da yine annesinin omzuna asılıydı. Kadın dimdik duruyordu. Sırtındaki çanta sanki onu geri çekiyordu. Omurgasını gururunun desteklediğini hissettim. Gururluydu, çünkü çocuğu okula gidiyordu, okuma yazma öğrenmişti. Babası onu ‘Kız çocuğudur, okumasa da olur,’ diyerek okula yollamamıştı ama o, saçını süpürge edecek yine de oğlunu okutacaktı.

Ayağında kalın çoraplar, lastik ayakkabılar vardı. Uzun büzgülü eteği siyah zemine küçük çiçek desenli, basmadandı.  Asker gibi yürüyordu. Adımları sert ve güvenliydi. Ayağının her basışında başının örtüsündeki boncuklar havaya hopluyordu. El örgüsü soluk hırkasının kollarını bileğinden yukarı sıvamış, ellerini yumruk yapmıştı. Çocuğundan dolayı  duyduğu kıvancı sıkı sıkı tutuyor gibiydi. Oğlu yorulmasın diye çantasını sırtına almıştı. Nice çuvallar, harallar taşımıştı, oncacık çantanın ağırlığı neydi ki. Oysa küçük yavrusunun omuzları bu ağırlığa dayanamaz, şimdiden çökebilirdi. Oğlunun çantasını neden onun taşıdığını soranlara böyle diyordu ama aslında o, kapısından hiç girmediği okula gitme hevesini gidermekteydi. Kendinin olmasa da sırtına bir okul çantası takmıştı ya!

 Yürüyüşünden çok etkilenmiştim. Böyle güvenle yürümesi beni gülümsetiyordu. Yemeyip yedirmek, giymeyip giydirmek bir anne için zevkli, hatta sıradan özverilerdi. Ama bu kadının yürüyüşünde dünyaya yayılan bir haykırış vardı: “Okumadım ama okutuyorum. Bu benim için ne demek biliyor musunuz?  Taksitler, borçlanmalar, daha çok çalışma… Hepsini severek göğüslerim, çünkü oğlum okula gidiyor.”

Her sabah onları bekler olmuştum. Ana oğul gidiyorlar. Sonra kadın çocuğu  bırakıp geri dönüyordu. Yine dimdik, gülümseyerek.  ‘Oğlumu öğretmeni çok beğeniyor, bana da övgülü sözler söyledi: ‘Oğlunun hiçbir eksiği yok, seni kutlarım,’ dedi. Yüzündeki gülümsemeler bana bu izlenimi veriyor.

İşte dün de elimde çay bardağım, çocuğunu okula teslim edip dönecek olan o kadını bekliyordum. Az sonra göründü. Fakat o kadın gitmiş yerine başkası gelmişti. Omuzları düşmüş yüzü yere bakıyordu. Yürürken yemenisinin boncukları kıpırdamıyordu bile. Ne olmuştu? Öğretmenin istediği bir gereci alacak parayı nereden bulacağını mı düşünüyordu? Yoksa öğretmenin: ‘Çocuğun ödevlerini iyi yapamıyor, daha çok çalışması gerek, biraz yardım et!’ demesine karşı okuma bilmemesinin acısıyla mı yıkılmıştı? Belki de oğlunun arkadaşları, oğlunu hırsızlıkla suçlamışlardı. Dün akşam çantasında yabancı bir kalem bulmuştu. Bu kimin diye sıkıştırmıştı da oğlu sıra arkadaşının olduğunu söylemişti. Çantasına yanlışlıkla girmiş. ‘Vallahi haberim yok,’ diye yemin etmişti. İşte tam o kalemi arkadaşına verirken onu gören diğer arkadaşları inanmamış, ona ‘hırsız’ mı demişlerdi? Tüm gün bunu düşündüm. Niçin pencereyi açıp onu çağırmadım diye yerindim. Akşam, bu sabah için ‘Yarın ona mutlaka sesleneceğim,’ diyerek yatmıştım. Tembelliğe alışıyor olmalıyım ki bu sabah geç kalktım. Ne okula giderken ne de dönüşte yakalayabildim onu. Ancak öğleyin okulun dağılmasına çok az kala koşar adımlarla okula gittiğini gördüm. Ayağında mavi lastikleri yerine yine lastik bir terlik vardı. Dönüşlerini beklemeye başladım. Az sonra göründüler. Ana oğlun yanında benim kapı komşumun oğlu Osman da vardı. Bizim apartmanın kapısına gelince çocuklar birbirlerine ‘Hoşça kal!’ diyerek  el salladılar. Kadın ise Osman’a ‘Bay bay!’ diye seslendi. Osman apartmana girince hemen koşup kapımı açtım:

“Osman, Osman biraz gelir misin?” diye  çağırdım. “O beraber geldiğin çocuğun adı ne?”

“Hangi çocuğun?”

“Hani annesiyle  birlikte gidip gelen,  kapıda  ayrıldığın çocuğun adını soruyorum.”

“Anladım Serdar’ı diyorsunuz. Onun yanındaki annesi değil.”

“Peki, kim o kadın?”

“O mu, O Seradarların apartman kapıcısının hanımı. Serdar’ın annesi hasta da iyileşinceye kadar onu okula, şimdilik Zeynep Teyze getirip götürüyor.”

“Yaa!” demişim. Şimdi kendime kızıyorum. Neden yakıştırmıştım? Fakat dün okul dönüşü niçin o kadar üzgündü? Belki… Hayır, artık ‘Belki,’ demeyeceğim. Buna kesin kararlıyım. Biraz durdum, sonra kararımdan caydım. On beş gündür bir özverili anne yaratarak bayağı eğlenmiştim. Yarın bir başka kişiyi hayalimce tiplemek üzere yolları gözlemleyeceğim. Belki bir gün hayalle gerçeği birleştirebilirim. Neden olmasın!

 

 

 

 

 

 

 

 

Sayfa : 9