...
Başlık : Günler geçiyor...
Yazar : Aysel Yalçın

Günler geçiyor kendimi toparlıyordum, lakin iyileşmeye yüz tutsa da halen kanayan yaralarım vardı. Bir enkazın altında kalmıştım, nefes almak bile bana boş geliyordu. Etrafımdakilerin; “Sen güçlü durmalısın, çocukların için yaşamalısın, senden başka kimseleri yok gariplerin”, gibi sözleri kulaklarımda çınlıyordu. Fakat benim mecalim kalmamış, kolumu bile kaldıramıyordum. Uyumak tek çözüm gibiydi ama gözümü kapattığımda kâbuslar peşimi bırakmıyordu.

Yatağımın içinde oturmuş boş boş pencereden dışarıya bakıyordum, içimde kocaman bir hiçlik duygusuyla. Küçük bir serçe camın kenarından bana bakıyordu. “Al içeri beni!” der gibiydi.

Gökyüzü delinmiş, sabahtan beri yağmur dinmiyordu. Serçecik soğuktan titriyordu. Kanatlarını çırpacak gücü de kalmamış, tıpkı benim gibi. Birkaç dakika bakıştıktan sonra onu içeri almak için camı yavaşca açtım. Elimi uzattım, hiç düşünmeden zıpladı avucuma. Yemeğimden arta kalan ekmek parçasını alıp camın önüne koydum, hemen gagasıyla bir bir topladı hepsini. O ekmek kırıntılarını yerken, ben de nefes almanın, hayatta olmanın değerini bir daha düşünmeye başladım.

Öyle basit değil sevdiklerini toprağa vermek, onca yıl verilen emeğin bir anda koyboluşunu izlemek, sonra yine yeniden yaşamaya başlamak.

Temmuz ayıydı, hava çok bunaltıcıydı. Akşam yemeğini hazırlayıp, eşimin işten gelmesini bekliyordum. Çocuklar oturma odasında oyun oynayıp, arada “Anne, babam ne zaman gelecek? Çok acıktım”, diye sesleniyordu. Ellerine birer parça ekmek uzattım ve camdan bakınmaya başladım. Arada bir gecikse de genelde tam saatinde gelirdi eşim. Sanki bir şey olacakmış gibi tuhaf bir sıkıntı vardı içimde. Kapının sesine çocuklarla birlikte fırladık, babamız gelmişti. Sanki kırk yıldır görmemişcesine sarılırdı çocuklara. “Ohh çok özlemişim! Bir öpücük de gıdı dan”, diye öpüp duruyordu onları. Neşeyle yemeğimizi yedikten sonra; “Çocukları ben yatırırım, sen de dinlen biraz, çok yoruluyorsun”, diye bana da büyük bir özlemle sarıldı. İçimdeki sıkıntı yumağı gittikçe büyüyordu, gözlerim dolu dolu baktım hayat arkadaşıma.

Mutfakta işim bittiğinde, kahvelerimizle oturma odasına geçtim ama eşim de çocuklarla uyuyakalmıştı. Uzun uzun izledim onları, sonra uyandırıp yatağına geçmesini söylediğimde hemen attı kendini yatağa. Ben de kahvemle balkona geçtim, biraz temiz hava iyi gelir ümidiyle.

Sokak lambasına takıldı gözüm, durduğu yerde salla- nıyor gibiydi. Uykumun gelmiş olmasına verdim bu durumu. Ayağa kalktığımda, sanki balkon da ayaklarımın altından kayıyordu. Korku mu yoksa şaşkınlık mı anlayamadan, ben de savrulmaya başladım. Fakat ben daha iki adım atamadan, eşyalar hareket etmeye, lambalar yanıp sönmeye başladı. Sonrası bitmeyen karanlık.

Gözlerimi açtığımda başka bir dünyaya doğmuş gi- biydim. Kendimi mumyalanmış gibi hissediyor, elimi ko- lumu oynatamıyordum. Nerede olduğumu anlamak için etrafa bakındım. Gördüğüm bir pencere ve bana hiçbir şey hatırlatmayan duvardaki resimdi. “Yardım edin, kimse yok mu?” diye seslendim. Az sonra kapıda bir kişi belirdi.

“Günaydın, ben Doktor Avni, şimdi sizi muayene edeceğim, ağrınız olursa söyleyin lütfen”

O an tüm yaşadıklarım gözümün önünden bir film şeridi gibi aktı. “Doktor Bey çocuklarım! Çocuklarım nerede?”, diye korkuyla sordum. Doktor; “Merak etmeyin çocuklarınız iyi, onlar başka bir serviste ve durumları oldukça iyiye gidiyor”, sözleriyle beni sakinleştirmeye çalıştı. Onları görmeden rahat edemeyeceğimi anladığında, çocuklarımı yanıma getirdiler. İkisi de hayattaydı ama kızım tekerlekli sandalyede oturuyordu. Yanlarında psikolog Aslı Hanım vardı ve onun gözetimindeydiler.

Yaşadığımız depremde taş üstünde taş kalmamış, evler yerle bir olmuştu. Kızım bir beton bloğun altından iki gün sonra çıkartılmış, ayağındaki kırıklar ve ezikler zamanla iyileşecekmiş. Oğlum daha şanslı, onun sesini hemen duymuşlar ve çok küçük yaralarla kurtulmuş. Kom- şularımızın çoğunu kaybetmişiz. Evimizden geriye hiçbir şey kalmamış.

Bunları Aslı Hanım anlatırken, gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Birden eşim aklıma geldi ve “Eşim! O n rede? Annemler! Onlar iyi mi?”, diye art arda soruyordum. Aslı Hanım başını öne eğmiş, hiçbir şey söyleyemiyordu…

 

 

Sayfa : 12