...
Başlık : Hayat Böyle İşte
Yazar : Gülçin Göktay

Bembeyaz çiçekler ve tüllerle süslü son model BMW gelin arabası, Atatürk Bulvarı”nın akşamüstü  trafiğinde ilerlemeye çalışıyordu. Belediye ve halk otobüsleri ile sarı taksilerin arasından sıyrılıp geçtikten sonra, Eskişehir yolunun kördüğüm olmuş trafiğinde yavaşlayıp durmak zorunda kaldı. Arabanın sürücü koltuğunda, parlak antrasit rengi damat elbisesiyle oturan Sinan, direksiyonu iki eliyle sıkı sıkı kavramış, elleri bembeyaz kesilmişti. Şakaklarından ter damlaları süzülüyordu, yüzü gerginlikten kasılmış, gözleri önündeki arabaya kitlenmişti.
“Aşkım, klimayı açsana!” Yanında oturan gelin, göğüsleri güpür dantelle süslenmiş gelinliğinin kırışmış eteklerini düzeltmeye çalışıyordu. Arabanın ön camından içeri dolan sıcak Ağustos güneşi, onu da ter içinde bırakmıştı.
“Olmaz!”  Diye diklendi Sinan, sesi biraz sert çıkmıştı. Daha yumuşak bir sesle, “Çok terliyim,  çarpar klima şimdi” diye ekledi. “Ama makyajım akacak sıcaktan! Daha düğün bile başlamadan…Çirkin bir gelin istemezsin değil mi yanında?” dedi Berna,  gülerek. Sinan cevap vermedi, gözleri yolda, kaşları çatıktı.
“Çok heyecanlıyım! Şuramda bir damar güm güm atıyor! İnşallah bir aksilik olmaz! Ya kimse gelmezse? Düşünsene bir ikimiz oluyormuşuz!!! Yok ama en azından anne babalar olur, değil mi? Teyzenlerle halam da kaçırmaz bugünü, hele kuzenler…Ya da nikah memuru gelmezmiş mesela? Ha ha ha! Ne gülerim ama! Gelinliği kimseye göstermedim, çatladı herkes meraktan…Sırf onu görmek için bile gelirler!!”
Gelin, söylediklerine karşılık gelmeyince ciddileşti, ön camın üstündeki aynayı indirip yüzünü incelemeye başladı. “Ah, göz boyam akmış bile! Allah kahretsin! Bu sıcağa makyaj mı dayanır? Baştan açacaktın şu klimayı!”
“Yeter, kes artık!” diye bağırdı Sinan. “Klimanın nasıl çalıştığını bile bilmiyorum. Emanet araba işte!” Gelinin yüzü aşağı aktı. “Tamam. Çok konuştum, değil mi? Napayım aşkım, çok heyecanlıyım!”
Arkadan yaklaşan bir ambulansın çığlıkları, korna seslerine karışıyordu. Öndeki arabalar, kaçabilecekleri bir yer varmışçasına sağa sola kırıp başarısız hamleler yaptılar, kornalarına uzun uzun bastılar. Siren sesi giderek yaklaşıyor, ortalığı daha da geriyordu. Hareketlenen arabalarla birlikte onlar da sağa yanaştı. Sol şerit akmaya başlamıştı.
“Allah kahretsin! Bir bu eksikti!” dedi Sinan, dişlerinin arasından. “Kesin geç kalacağız, kendi düğünümüze!” diye gülerek ekledi gelin. “İyi ya, sizinkilere bahane çıkar!” “Ne için?” “Surat asmak için, bana laf çarpmak, sinir bozmak için!”  “Durup dururken ne diye böyle diyorsun?” “Yalan mı? Her fırsatta!” Berna, Sinan’ın yüzüne baktı: Kavga çıkarmaya hazır gibiydi sanki. “Hayatım sakin olur musun? Sen bu halay işine takıldın, değil mi? Babamı da kıramadım işte, illa kendi geleneklerini…N’olur aşkım zehir etme en mutlu günümü!” “En mutlu günün…” diye mırıldandı Sinan, sesi belli belirsiz çıkmıştı ama gelin yine de duydu, müstakbel kocasının elini okşayan elini çekiverdi. Sinan’ın cep telefonu çalıyordu, Berna iki koltuğun arasında duran telefona baktı: Oya’ydı arayan. Tam elini uzatmıştı ki Sinan “Dur!” diye elini itti. O sırada Genelkurmayın  girişinden önlerine çıkan arabaya çarpmamak için sert bir fren yaptı. Araca çarpmaktan son anda kurtulmuşlardı ama, sert frenin etkisiyle Berna önce arkaya, sonra öne savrulup başını cama çarptı. “Ah kafam!!!” Başını arkaya dayarken, gözlerinden süzülen yaşlar yavaşça akarak arkalarında koyu mavi bir yol izi bıraktılar. “Bir bu eksikti! Kemerini niye takmadın?!” Sinan yeniden gaza basıp hareket etti. “Ağlama, palyaçoya benzedin!”
Berna, gözyaşlarının arasından nişanlısına kaçamak bir bakış atıp, çatık kaşlarını, asık yüzünü bir kez daha inceledi. Koltuk altından, ta ceketine çıkmış ter lekesine baktı. İlk defa, gelinliğinin buruşması, terleyen kol altları, saçının bozulması, makyajının akması, sivri burunlu yüksek topuklu ayakkabılarının sıkması, halay konusu, davetlilerin memnun kalıp kalmayacağı, nikah memuru, yemek mönüsünün beğenilip beğenilmeyeceği gibi kaygıları, hatta başındaki acıyı unuttu: “Sinan, n’oluyor?” “……….”  “N’oluyor, cevap versene!” “Gerginim.” “Bu öyle bir  gerginlik değil!” “Saçmalama da şu yüzünü sil. Bak, şurada ıslak mendil var. Ağlamayı da kes  artık.” Berna ağlamayı kesti ama ıslak mendile uzanmadı, bakışlarını da damattan ayırmadı. Titreyen bir sesle: “Bak, soruma cevap ver!” “Ne sorusu?” “Neyin var sorusu!” “Gerginlik dedim ya!” “Oya niye arıyor şimdi?”  “Bak kapatalım mı bu konuyu? Sakin ol!” “Bir şey var! Söyle,  yoksa…” Birden kalbi hopladı kafasındaki sözcükle: İstemiyor! İstemiyorsa burada benimle ne işi var, aynı arabada, damatlıklarını giymiş olarak, düğüne giderken, sormalı mı, sakin mi olmalı, anlayışla mı karşılamalı, ilk günlerin sıcaklığı nerde kalmıştı, daha bir ömür ben bununla…Balayı günleri geçti derler ya, biz daha ona bile gelemeden, ama ben hissediyordum zaten bir şeyler, şu son aylar, ne zamandan beri, ne bileyim…
Sinan sesini çıkarmadan sürmeye devam etti, sonra az ilerdeki otobüs durağının olduğu cebe girip yavaşça durdu, Berna’ya döndü. Elleri hala direksiyondaydı. “Haklısın. Var.” “Ne var?”  Berna, kendi sesini tanımadı. Yabancı, boğuk bir sesti.  Gözünü durağa dikti. Durakta iki orta yaşlı kadınla bir genç vardı. Şimdi onların yerinde olsaydı, tek derdi, otobüsün ne zaman geleceği olan sıradan bir yolcu… Sıradan bir gün olsaydı. Arkadan bir korna duydular, otobüs arkalarına yanaşmış, ilerle diyordu. Damat arabayı biraz ileri alıp durdu. “Berna… bak, bunu istemezdim…” “Ne var dedim!” Berna’nın kafası uğulduyordu, söylenen kelimeler beyninin içinde salıncak kurmuş,  gidip geliyordu, uçuyordu bir taraftan diğer tarafa. Öyle kaldı, bir şey demeden. Bir sürü şey uçuşuyordu kafasında, ayrıntılar, yanlarından geçen otobüsün plakası ilkokul numarasıydı, harflere bir anlam veremedi, otobüs hızlanıp cepten çıktı, yandan vızır vızır arabalar geçiyordu, trafik açılmıştı, güneş de sıcaklığını yitirmişti;  on dakika önce tek derdi, trafiğin akmaması, güneşin terletmesiydi, çok komik diye düşündü, hayat böyle işte! Göğsünün ortasına bir ağrı saplanmıştı, yoksa mide miydi orası, ya da yemek borusu? Bir arkadaşı her lafın ardından “Hayat böyle işte!” derdi, bazen olur olmaz yerlerde, işte şimdi tam yeriydi, hayat böyle işte! Son haftalarda Sinan’ın hiç açılmayan yüzü, hayat böyle işte, sonra, dalgınlığı, gelinlik provasına gelmemesi, perdeler, oturma grubu, halı ve -hayat böyle işte-, düğün yeri, davetliler, nikah şekeri, ikram edilecek yemekler, vs. vs bütün ayrıntıları kendisine bırakması, hep sen karar ver, sen bilirsin, HAYAT BÖYLE İŞTE! Üstüne giydiği damatlığı denemeden alması…
İşlerinin yoğunluğuna, hazırlıkların gerginliğine vermiş, kendi mutluluğu, kendi heyecanı kendine yetmişti. Düğünden sonra geçer diye düşündüğünü hatırladı, nasıl da güveniyordu ona ve hayata! Düğünde her şey mükemmel olacaktı, filmlerdeki gibi dans edecek, nikah memuruna evet diyecekler, herkes alkışlayacaktı! Ama hayalindeki Sinan hep gülüyordu, yanındaki suratsız, dalgın Sinan’a inat! Şimdi düşündükçe… Bütün kararları kendisine bırakması hoşuna gitmiş, işine gelmişti, insan hiç işkillenmez mi, bu kadar da olmazdı ki, sonra iş yerine son gidişi aklına geldi, masasının üstünde kırmızı kalp şeklinde bir mum dikkatini çekmiş, nerden geldiğini sorunca, ofisteki arkadaşlar deyip geçmişti. Sonra aynı mumdan… Olur olur, belki herkese almışlardır, ne kadar iyi niyetlisin, ufacık bir mum, ufacık bir kalp, hayat böyle işte,  ufacık mumlardan neler çıkıyor, birden “Oya mı” dedi, yine çok yabancı bir sesle. “Ne fark eder ki, bak ben sana çok söylemek istedim…”
“Tamam iyi ki söyledin, bir dakika, çantam nerde,” Arka koltuğa uzanıp çantayı aldı, kapıyı açtı. “Dur bi dakika, nereye? Böyle bir yere gidemezsin!” “Niye? Bir taksiye bakar.”  Gelinliğinin eteklerini toplayıp indi, ayakkabıları çok sıkmıştı, çıkardı.

 

GÜLÇİN GÖKTAY KİMDİR?

Eskişehir doğumlu. Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun olduktan sonra, aynı alanda yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Şu anda Nişantaşı Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesinde Dr. Öğretim Üyesi olarak çalışıyor.
Yirmi yılı aşkın süredir öyküyle uğraşıyor. Ankara'da çeşitli okuma-yazma atölyelerine katıldı, Öykü Günleri Derneği üyesi  olarak öykü etkinliklerinde yer aldı. Öyküleri ve inceleme yazıları çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yayımlandı, bir öyküsü Sabahattin Ali Öykü Yarışması’nda mansiyon ödülü aldı. Yayımlanan “Gelincik Kutusu” ve “Sazlıkların Arasında” adlı  iki öykü kitabı, bir de hâlâ üzerinde çalıştığı  bir öykü dosyası var. Bulut Yazar isimli e-edebiyat dergisinin Yayın Kurulunda yer alıyor.

 

 

Sayfa : 14