...
Başlık : BUGÜN
Yazar : Emine Aydoğdu

Günlerdir düşünüyorum. Sonunda bugün yazmaya karar verdim. Yarın geç olabilir. Bugün için yazma vakti dedim. Vakit dediysem bir anlam vererek dedim. Yoksa bugün de diğer günler gibi yaşanır giderdi; ama ben bugünü değerli kılmak istiyorum. Sıradanlıktan çıkarıp, sıradışı bir devinim kazandırıyorum.
Umutlanıp da yapamadıklarıma bir çizgi daha eklemek, fena halde kızdırıyor beni. Bu kızgınlığa boyun eğmek istemiyorum. Kalbimin kuytuluğunda inim inim inleyen o arsız sızının kapısını kapatıyorum. Yazacaklarımı duyacak mısın, anlayacak mısın, hissedecek misin, bilmiyorum? Aslına bakarsan bilmek de istemiyorum.Sen duymasan da kan kırmızı açan zambak duyacak, birlikte güneşe baktığımız pencere duyacak, sonra sarmaş-dolaş uyuduğumuz mavi-siyah çarşaflar, yataktan fırlatıp attığın atletin, birlikte okuduğumuz kitapların sayfaları, yastığıma sinen kokun duyacak. Onlar duyarken ben hayatın hızla akan yolunu keseceğim. Derin bir nefesle içime çekip, sonra yavaş yavaş üflediğim sigaranın dumanını, gülümseyen yüzünle duvarda asılı duran siyah-beyaz fotoğrafına üfleyeceğim. “Yapma!” diyeceksin. Gene kaşlarını çatacaksın. Bunlar yetmeyecek. İvecenlikle bahçeye çıkacaksın. Sen bahçedeyken saksağanlar daldan dala atlayacak. Uzun kuyruklarını eğip bükmeden.
Her gün yürüdüğüm bu yolu artık terk ediyorum. Biliyorum serçeler beni bekleyecek. Meşe de. Dün onlarla uzun uzun konuştum. Yağmurdan sonraydı. Göğün dinginliğinde meşenin dallarında tüylerini kurutuyorlardı. Anlamış olmalılar beni. Hemen uçup gitmediler. Ben ayrılıncaya değin beklediler. Yarın gene bekleyecekler. Ekmek kırıntılarını toprağa usulca serptiğim anı bekleyecekler. Umutlarını yitirmeden.
Zamanın soluğu tükenmek üzere, ellerim boğazında, nefes almakta zorlanıyor. Ben ona değil, o bana teslim oldu. Yarın, önümden öyle gelişi güzel geçip gidemeyecek. İlaç olduğu yalanını da yutturamayacak. Bütün ilaçlar gibi o da hücrelerimi yok ediyor.
Biz seninle iki dağ köyü gibiydik. Kimsenin gelip geçmediği. O dağ köyünde hayat bir mucizeydi. Mal-mülk talebimiz, anayasamız, yasalarımız, gelenek ve göreneklerimiz, kültürümüz ve ahlakımız yoktu. Yaşamı yaşanmaz kılan her şeyi bilerek ve isteyerek seçmemiştik.
Seçmediklerine, boyun eğmeyen iki dağ köyü. Bu köyde, kaybolmuş, unutulmuş, anılarımız yoktu. Bu köyde egemenlik olmadığı gibi, egemen dilin egemenliği de yoktu.
Bu dilde düşünüp, bu dilde hiç hayal kurmadık. Hatta konuşmadık bile. Doğanın büyüleyici diline teslim olmuştuk. Bütün hayvanlar gibi.
Sen ve ben vardık. Biz yoktuk. Biz sözcüğünü dilimizden silmiştik. Bize de inanmıyorduk. Biz de yalana batmıştı. Tereddüt ve kuşkular içeriyordu. Abartılı ve ikiyüzlü buluyorduk. Yalnızca sesine kulak verdiğimiz yüreğimiz, ay ve güneşin altında okşayarak üzerine bastığımız toprak vardı. Bir de birbirine dokunan gönül tellerimiz. Hedefi olmayan gerçek yolculardık.
Hayatın tek cazibesi aşktı. Ve onun pençeleri altında uçuyorduk. Aşk, insan derisi içinde hapsolmayı reddediyordu. Kar taneleri gibi gözlerimizin ışığında eriyip yok oluyordu. Damıtma süreci tamamlanınca da sarhoşluğu bitiyordu.
Gittikçe günlerin rengi solmuştu. Hiç tanımadığımız bir dünyaya bakar gibi bakıyorduk. Vazgeçişi sen başlattın. Ben de sana ayak uydurdum. Bedenlerimiz birbiriyle konuşmayı reddediyordu. Külden ateş yaratamayacağımızı anlamıştık. Göç mevsimiydi. Gece göç eden kuşların ardına takılıp gittin. Geride kalan ben oldum. Bilirsin, geride kalanı anılar tutsak alır. Anımsatır, acıtır, yeniden, yeniden yaşatır. Bugün tutsaklığın koruyuculuğunu fırlatıp atıyorum. Göç sırası bende. Güneşin kılavuzluğu umut verici.
Çocukken cebimde taşıdığım kitap sayfaları gibi bugünü cebime özenle yerleştiriyorum. Artık anılardan uzaklaşma zamanı diyorum. Onları, yaşanan an’da bırakıp, kendi sürgünüme tutunuyorum. Kalbimin arka sokağında, bunca zamandır sabırla bekleyen geçmişin bekçisini, artık özgür bırakıyorum.

Sayfa : 19