...
Başlık : Mühür “Sahici kederi bilenler, başka kederlere kolay şefkat duyamazdı, bilirdi.”
Yazar : Gülçin Göktay

Gökçer Tahincioğlu’nun Mühür isimli romanı, Türkiye'nin yakın tarihine, bu tarihin keskin acılarla bilenmiş, hırpalanmış, yorulmuş kahramanlarına bir dokunuş… Hırpalanmış ama yine de umudunu hiç yitirmemiş kahramanlar bunlar, anti-kahraman da diyebiliriz belki onlara. Romanın kahramanı Saim, hayatını, gözaltında kaybedilenler ile faili meçhul kayıp vakalarını araştırıp ortaya çıkarmaya adamış bir avukattır.  Bu mücadelesi, Saim’in küçük kızını ondan koparıp almıştır. Gittiği kreşten kaçırılan ve bir daha haber alınamayan kızının peşinde yıllardır iz süren Saim'in evliliği de, bu kayba dayanamayarak yıkılmıştır. Kızlarından umudunu kesen eşi de onu suçlayarak terk edince tek başına kalan Saim, Pisagor  isimli kedisiyle, yalnızlığın dipsiz kuyusunda umudun ve umutsuzluğun mücadelesini vermektedir. Pisagor, onun kabus dolu ama yine de umut ve inatla tutunduğu hayatının tek tesellisidir.

Romanın büyük bölümüne mekan oluşturan Maraş, hassas belleklerde sabıkalı bir şehirdir. Saim’in, bu acı izleri taşıyan Maraş’a gidişiyle başlayan Mühür, iki koldan ilerler; biri Saim'in gözaltında kötü muamele gören çocuk yaştaki Baran’ı hukuki yollardan kurtarma amaçlı ümitsiz savaşımının izinden giderken, diğeri, aynı şehirde egemenliğini sürdüren bir tarikat şeyhi ve çevresine odaklanır. Farklı tarikatların iktidar mücadelesine tanık olduğumuz romanda küçük insanların din-gelenek-görenek-mahalle baskısı kapanına kısılmışlığı, çarpıcı biçimde önümüze konur. Kısaca, ünlü “Filler tepişirken çimenler ezilir.” sözü romanın ana fikrine dönüşür. Tarikat şeyhi, Maraş'a yerleşip büyük tufanın yaklaştığı iddiası üzerinden giderek azımsanmayacak bir mürit topluluğunu kendisine bağlamıştır. Bu müritlerin önde gelenlerinden olan  Mesut'ta, Şeyhine inanmışlığın, adanmışlığın en uç noktasını  görürüz. Ne var ki şeyhin bu iktidarı uzun sürmeyecektir; çünkü mesele din değil, onu kullanarak kazanılan egemenliktir. Ana hedef, cahil halkın, bürokrasinin en kilit noktalarının, giderek devletin ele geçirilmesidir. Güçlü olanın kazandığı bu vahşi ormanda,  gücü yeten-yetenedir. Mesut, yeğeni Elife, Elife’nin annesi, ağabeyi, Elife’ye aşık olan Orhan, gözaltındaki Baran,  hepsi bu çarkın dişlileri arasında ezilip unufak olmaya mahkumdur. Mesut’un oğlu Kemal, gücünü Elife üzerinde gösterirken, annesiyle ağabeyi de düzenin kendilerine verdiği güçle Elife’nin kaderini yazarlar. Gençlerin aşkları, öfkeleri, isyanları, hepsi bu sisteme birer tehdittir. Öyleyse teker teker ezilmelidir. Büyük tufanı haber veren tarikat şeyhi bile tehdit sayılır, çünkü sistem farklı olanı ve kendine biat etmeyeni yaşatmaz.

 Bu sistemin öğüttüğü insanlar adına mücadele veren Saim ve Maraş’ta karşılaştığı gençlik aşkı Leyla da cesaretin, varoluşa yakışan erdemin, dürüstlüğün, adalet arayışı ve ezilenden yana olmanın örneğidirler. Saim bu uğurda ailesini kaybetmiştir. Leyla'nın trajedisi ise bambaşkadır. Üniversite yıllarında Saim’le büyük bir aşk yaşadığına  inanan Leyla, Saim tarafından, daha cazibeli bir genç kız için terkedilmiştir. Terkedilmek ruhlarda kapanmayan bir yaradır, çünkü bir anda sevilmeyen, istenmeyen duruma düşmek benliği sızım sızım sızlatır, kendilik imajını zedeler, kendine acıma ve kendini hor görmeye dönüşebilir.  Bu trajediyi yaşamış olan Leyla da mutsuz bir evlilik yaşamış ve sonlandırmıştır.  Yolları uzun yıllar sonra Maraş'ta kesişen iki eski sevgili ve meslektaş, umutsuz  mücadelelerinin sonuçlarına birlikte şahit olacaklardır.

Saim, Leyla'yı karşısında görünce, onu eski eşi için terk etmiş olmasına rağmen aslında hiç unutmadığını anlar. İşin acıklı tarafı, kendisini bırakıp giden eşi de hep bunun farkındadır. Peki, yıllar sonra kesişen yollar, yalnız ve hala aşık iki insanın bir araya gelmesini sağlayacak mıdır?  Geçmişi geçmişte bırakıp taptaze, yeni bir hayat kurmak mümkün müdür? Aşkın izleri hala yıllar önce olduğu gibi durur da, terk edilmenin yarası kapanır mı?

Mühür, ustaca kurgusu ve yalın, sade diliyle; kayıp olgusunun çaresizliğini kaybolan üzerinden ümit etmenin dayanılmaz acısını yaşatıyor okura. Bazen bir cenazeye, bir mezar taşına sahip olmanın bile yıllarca kayıp duygusu ile yaşamaktan daha yeğ tutulabileceğini söylüyor. Mühürlemenin sadece bir kapıyı/ bir zarfı/bir anlaşmayı işaret etmediğini, bazen insan yüreğinin, aklının ve dilinin, hatta koskoca toplumların bile mühürlenebildiğini gösteriyor. Ülkemizde üç maymunu oynayarak cam fanuslarda güvenli  ve konforlu bir şekilde hayatını sürdürenlerin rahatını kaçıracak, gözüne-kalbine batacak bir Türkiye gerçeğini;  hiç abartmadan, duygusallığa, romantizme kaçmadan anlatıyor, Mühür.

 

KAYNAK:

Gökçer Tahincioğlu,”Mühür”, İletişim Yayıncılık,2018

Sayfa : 5