...
Başlık : YA SENETTE İMZA YOKSA!
Yazar : Meliha Yıldırım

Senedin önüne baktım, sonra arkasına. Yoktu! Senedin önünde ve arkasında imza yoktu. Kızım gözü- mün önüne geldi. Sonra eşim. Ne yapardım? Bu yaştan sonra iş de arayamazdım. Arasam bile bulabilir miydim? Kafamdaki endişe çemberi gittikçe genişliyor. Bütün hayatım, yaşadıklarım görünüp kayboluyor. Güzel evim, annem, babam…

Kan ter içinde uyandım; “Oh, neyse rüyaymış!” Yataktan doğruldum. Oturdum bir süre. “Nasıl bir rüya?” dedim kendi kendime.

Rüya deyip geçilmiyor işte, takıldı kafama. Tekrar yattım. Uyanalı nerdeyse bir saat oldu. Hâlâ kendi- me gelemedim. Sağa sola dönmekten karım uyanacak. Kalktım, balkona çıktım. Serin hava biraz iyi geldi. Peki ya sahiden imza yoksa? İmzasız almazlar, kasaya koyarken mutlaka bakmışlardır. Kendi gözümle gör- sem iyi olurmuş. Ben yokken almalarına güvenmemeliydim. Araya başka iş girdi. Yoksa mutlaka kontrol ederdim. Tek başıma hangi birine yetişeyim? Koca şubenin ticari kredileri. Bir tek bu firma mı var? Ama bu kadar büyük bir kredi teminatını başkasına emanet etmek. Basiretim mi bağlandı nedir? Anlamadım. En iyisi mi sabah gider gitmez bakarım. Kuruntuya kapılıyorum bazen. İşte sonunda rüyalarıma da girmeye başladı. Yaşlanıyor muyum nedir? Hayır, çocuğa da aynı şeyi yapıyorum. Çocuk dedimse genç kız. Bu sene on dokuz olacak. Yarım saat geç kalsa aklım çıkıyor.

Yatak odasına geri gidiyorum. Karım, sırtını dönmüş uyuyor. Hayatta böyle olamadım. Uyandırıp rüyamı anlatsam “Adı üstünde rüya,” der, ya da gerçek gibi anlatsam “Olsun, gelir imzalarlar. Takılma!” der. Her şeye bir çözümü var. Aslında doğru. Ortada bu kadar büyütecek ne var gece gece! Yarın iş çok. Bir an önce uyumalıyım.

Sabah işe gittiğimde kimse gelmemişti. Oturdum, bekledim. Çaycı, çayı daha demlememiş. Aldığım poğaça çayın olmasını bekliyor. Rüyamın etkisinden kurtulamıyorum. İçime kuşku girdi bir kere. Şube personeli yavaş yavaş gelmeye başladı. Saatler süren otobüs yolculuğundan sonra gideceği yere varmış yolcu gibi solgun ve yorgun bir yüz ile onları karşılıyorum. Bireyselden dikkatli bir arkadaş “Bir şey yoktur inşallah!” diyerek halimden bir şeyler sezinliyor. Neyse ki en sonunda vezneci geldi.

Kıymetli evrak kasasının anahtarlarını almaya gidiyorum. Evet, dört anahtar da elimde duruyor. Ka- sadan senet portföyünü çıkarıyorum. Kasanın yanındaki boş masaya oturuyorum. Gözüm beş yüz bin liralık senedi arıyor. Portföyün içinde bir sürü göz var. Firma firma ayırmışlar. Onları da kendi aralarında tarih sırasına göre dizmişler. Düzenli ve titiz yerleştirilmiş olması güven veriyor. “Bunları yapan mutlaka senedin şekil şartlarına da dikkat etmiştir,” diye biraz rahatlamaya çalışıyorum. Bir taraftan senetlerden sorumlu operasyon personelini süzüyorum. O da yan gözle bana bakıyor. Bir şeylerin yolunda gidip git- mediğinden emin olamıyor. Tedirgin görünüyor. Soramıyor da. Hesaplamıştır kafasından. Olumsuz bir şey varsa “Üstüme kalmasın!” diye sormuyordur.

Yıllar içinde her şeyden kuşkulanır oldum. Ama hepsini de yaşadım. Evet, nihayet rüyama giren fir- maya ulaştım. Çekleri burada. Karşıdan bir personel yukarıda firma sahibi bir müşterinin beni bekledi- ğini söylüyor. “Kimmiş?” diye soruyorum. İki dakika sonra senedini aradığım firmanın sahibi olduğunu öğreniyorum. Ama bulmadan kalkmam. Senetler de burada işte. Kullandırdığımız kredinin teminatını arıyorum. Adam parayı çoktan kullanmıştır, hesaptan hemen çektiğine göre.

Nihayet senedi buldum. Eksik bir şey olmasın da. Gözüm hemen onu arıyor. İmza, imza yok! Firmanın kaşesi de yok! Belki küçük basılmıştır. İmza da küçüktür. Arkasını çeviriyorum. Boş. Allah’ım rüyada- yım değil mi? Emekliliğime kalmış üç yıl. Beş yüz bini dün kullandılar.

Çağırıyorum bana bakanı. Konuşmadan dayıyorum burnuna. “O gün teminat giriş sırası bende değil- di,” diyor. Tahmin ettiğim bahaneler başlıyor. Ağzımı açacak zamanımın olmadığını biliyorum. Hayatımda düğmeye basılmış yeni bir dönem mi başlıyor? Panikle elimde senet uçarak üst kata çıkıyorum. Üzüleyim mi sevineyim mi bilmiyorum. İmza ve kaşe yok ama müşteri burada. Şubenin kapısından bir kez bile içeri girmeyen müşteri. Sabah sabah şubede. Yılların emeği önüme siper oldu herhalde ya da yaptığım iyilikler. “Allah’ım beni koruyorsun, şükürler olsun!”

Nefes nefese oturdum masama. Senedi masamın kenarına koydum, elim üzerinde. Bir şekilde he- men imzalatmalıyım burnundan kıl aldırmayan müşteriye. “Sizi şubemizde görmek ne güzel!” diyorum, sohbeti başlatmak için. Ama halinde bir tuhaflık seziyorum. Çok normal bir evrak verir gibi bana elindeki kâğıdı uzatıyor. Yüz ifadesi her zamanki gibi küstah. Sadece üstteki yazıyı okuyabiliyorum: “İflas erteleme kararı.”

Elimdeki kâğıda ve adama bakıyorum. Dün kredi kullanan, tüm istihbaratları olumlu olan bir firma- nın ertesi gün böyle bir yazı getirmesini aklım almıyor. Ruhsuzca bir şeyler söylüyor. Başka birisinin iflasından bahseder gibi umursamazca. Senedi koyuyorum önüne can havliyle. Ve gösteriyorum bu şekilde nasıl gönderdiğini. Senede bakıyor. Bana bakıyor. “İmzalayamam!” diyor.

En son yaşadığımı en kötüsü zannederken bir sonraki en beteri oluyor. “Siz ne diyorsunuz?” diyo- rum. “Bu aşamada imzalayamam!” diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Israrım ve sesimi yükseltmem üzerine, “Avukatıma sormalıyım,” diyor.

Üstüne yürümemek için kendimi zor tutuyorum. Elindeki kâğıtta on sekiz banka ismi var. Hepimi- zi boncuk dizer gibi sıralamış. İnce ince kurguladıkları planlarını uygulamaya geçirmek için utanmadan gözümün içine bakıyor. Demek gelme sebebi buymuş. Birden kendime geliyorum. Bunca yılın emeğini kimseye yedirmeye niyetim yok. Karşıdan tüm personelin gözü üstümde ya da bana öyle geliyor.

Sakin bir ses tonuyla, “Firmanızla rahat çalışabilmemiz için sözleşmeye imzaya geldiğimde diğer şirket müdürü olan eşinizden çek almıştım. Malum, teminat bankacılıkta en önemli unsurdur. O çek şu an kasada, çekin üzerinde kullandığınız kredilerin iki katı fazlası yazıyor ve tarih kısmı boş. Onu işleme koydurmam yarım günümü alır ki öyle yapacağım. Siz hiç gitmediğiniz bankalarınıza gidene kadar tüm mallarınıza tedbir koyduracağım. Biliyorsunuz en hızlı tedbir koydurma aracı çektir. Bunu da sorun o avukatınıza lütfen!” diyorum.

Herkesin bildiği bir konuyu ilk defa bulmuş biri gibi bastıra bastıra söylüyorum. Bir taraftan da “Çek almak aklıma nereden geldi?” diye kendimi tebrik ediyorum. Çekten haberi olmadığı belli. Eminim içinden karısına demediğini bırakmamıştır. Yüzüme bakıp boğazına bir şey takılmış gibi bir ses çıkarıyor, “Ne zamandır çalışıyoruz. Senedi avukata sormama gerek yok kanımca. Şimdi imzalayayım, kaşeyi birisiyle gönderirim,” diyor. Senedi imzalayıp çekip gidiyor.

Çaycı soğuyan çayımı değiştiriyor. Artık soğumuş poğaçamı da yiyebilirim. Bir lokma ısırıyorum. Bir yudum da sıcak çay içiyorum. Sırtımı sandalyeme yaslıyorum. Çaydan bir yudum daha içerken karşıdan beni izleyen personele bakıyorum. Aylık hedefler nasıl tutturuluyor, hangisinin haberi var? Daha işe gel- meden kaç firmaya uğranır, akşamdan güç bela randevular nasıl alınır? Bilinmez. Sonra gelsin pirimler. Bıçak sırtı hayat bu olsa gerek.

 

Sayfa : 12