...
Başlık : Köy Yumurtası
Yazar : MAHMUT ARSLAN

Adam kendi arabasıyla gittiği şehirler arası bir yolculuktan sonra İstanbul’a geri dönerken yol yapım çalışması nedeniyle otoyoldan çıkmak zorunda kalmış ve de trafiği az olan tenha köy yollarına dalmıştı. Niyeti biraz kır havası alarak 40-50 km sonra yeniden otoyola tekrar girmekti. Bir ara köyün birinin girişinde “köy yumurtası satılır” levhası  ilişti gözüne ve 5 yaşındaki kızı için şöyle bir koli köy yumurtası almayı düşündü. Buna karım da çok sevinecek dedi içinden. Levhanın gösterdiği yöne kırdı direksiyonu. Birkaç köy evini geride bıraktıktan sonra ikinci bir “köy yumurtası satış yeri” levhasıyla karşılaştı ve bu kez sağa döndü. Ancak asfalt yol sona ermiş ve üstünkörü çakıl atılmış bir stabilize yolda toz toprak içinde ilerlemeye başlamıştı. Yolun iki tarafında uzun kavaklar vardı ama ne çiftlik ne de yumurta satan bir yer görünmüyordu. En iyisi geri dönmek çünkü ortada yumurta falan yok dedi kendi kendine. Belki de yumurta satan yer çoktan kapanmıştır ve levhaları sökmeyi de unutmuşlardır diye düşündü. Ama bir yandan da neredeyse 10 km yol geldim sonuna kadar gideceğim diyordu ve de gitmeye devam etdi. Nihayet 5-6 km sonra kavak ağaçları bitmiş ve ileride birkaç ev ve çatılar görünmeye başlamıştı. Biraz daha yaklaşınca buranın büyük bir çiftlik ya da tesis olduğunu fark etdi fakat kapısında hiç bir şey yazmıyordu. Kırık bir tahtanın üzerinde el yazısı ile “köy yumurtası satılır” yazısı tesisin kapısında asılıydı ve tesisin kocaman sürgülü demir kapısının önünde bir güvenlik kulubesi vardı, içinde de lacivert üniformalı ve baştan ayağa silahlı iki güvenlik görevlisi. Bizimkinin arabasının kapının önünde durduğunu gören güvenlik görevlililerinden biri hemen kulübeden çıkıp adamın arabasına doğru yürümeye başladı. Kara güneş gözlüklü güvenlik elemanın üzerine geldiğini gören adamcağız arabasından çıkmaya çekinerek camını açtı. Güvenlik görevlisi oldukça nazik bir sesle,

“Hoşgeldiniz efendim herhalde köy yumurtası için gelmiştiniz değil mi?” deyince de şaşırmıştı.

“Evet ama nereden biliyorsunuz?” Gülmüştü güvenlik görevlisi ve

“Efendim güvenlik kameralarımızdan 30 dakika önce levhalara bakarak tesisimize geldiğinizi gördük. Lütfen arabanızı ileriye park edin ve benimle gelin hem yumurtanızı alın hem de buraya kadar zahmet etmişken bir çayımızı için” demişti.

Bizim adam hem şaşırmış hem de sevinmişti. Ne kibar insanlar var bu memlekette hala demişti kendi kendine. Ama bir yandan da bu koca tesisisin hiç bir adının olmaması ve yolunu izini kaybetmiş birkaç kişiye köy yumurtası satmasını, bunun için güvenlik kameraları ile insanların 10 km öteden takibe alınmasını da çok garip bulmuştu. Arabasını gösterilen yere park ettikten sonra güvenlik görevlisi ile birlikte yürümeye başlamışlardı. Ana kapıdan girişte güvenlik kuralları gereği cep telefonunu ve varsa çakmak ya da metal eşyalarını bırakması söylendiğinde “ama ben sadece bir koli yumurta alacaktım” dese de görevlilerin “tesise giriş kurallarımız malesef böyle beyefendi ama acil bir telefon ihtiyacınız olursa misafirlerimize özel cep telefonları hizmetinizde olacaktır cevabıyla karşılaşmıştı. Bir de “kimliğinizi alalım lütfen” denmesi üzerine çaresiz denilene boyun eğmiş ve kendisine verilen misafir kartını söylendiği şekilde yakasına takmıştı. Kendisini kapıda karşılayan güvenlik görevlisi yine çok kibar bir ses tonuyla “efendim tesisimizdeki kısa misafirliğiniz süresince ben size rehberlik yapacağım şimdi müsadenizle yumurta satış bölgesine intikal edelim”demiş ve birlikte güvenlik kulübesinden çıkmışlardı.

Tesisin içi bir askeri birliği andırıyordu her şey çok temiz ve intizamlıydı. Yeni kesilmiş çimler, çiçekler ve bakımlı ağaçlar arasındaki simsiyah asfalt bir yolun pembe kaldırımlarında ilerlemeye başladılar. İleride en az üç insan boyunda bir yumurta heykeli vardı. Herhalde yumurta tesisisinde Rodin in düşünen adam heykeli olacak değildi ya. Tam heykelin önüne gelindiğinde birkaç adım önde giden güvenlik görevlisi aniden durdu ve “şimdi beni izle” diyerek heykele doğru yürüdü. Adam güvenlik görevlisinin sesinin artık hiç de kibar olmadığını ve siz hitabını bırakıp emir vererek konuştuğunu fark edip ürperdi. Sessizce yumurta heykelinin önünde durdular. Güvenlikçi cebinden çıkardığı cep telefonu ile heykelin önünde ikisinin selfisini çekti ve gayet ciddi bir şekilde de gerekçesini açıkladı. “Misafir arşivimiz içindi” dedi ve başkaca da bir şey söylemedi. Adam biraz da güvenlikçiyi tartmak için mahsustan bir laf attı. “Buraya çok misafir gelir mi?” Güvenlikçi biraz bekledikten sonra “Senin gibi yolunu şaşıranlar olur bu dünyada” dedi ve başkaca da bir şey demedi. Adam iyice işkillenmişti. Allahım ne işe bulaştım ben böyle bir koli yumurta için diye kendi kendine söylenmeye başladı.

Bir süre sessizce yürüdüler ağaçlı yolda, sonra ileride ahşap bir kulübe belirdi onun arkasında da tavuk çiftliği olduğunu tahmin ettiği cok büyük sıra sıra tek katlı beton binalar vardı. Adam yorulmuştu ve susamıştı. Kulübenin önüne geldiklerinde durdular. Dışarıda bir asmanın gölgeliğinde ahşap masa ve kanelepeler konmuştu. Güvenlik görevlisi kamelyayı gösterdi ve oturmasını işaret etti. Konuşmuyordu. Acaba su istese nasıl olurdu diye düşünürken güvenlik görevlisi “ayran mı çay mı” dedi. Bizimki de “şey soğuk suyunuz var mı acaba” deyince güvenlik görevlisi yaz günü giymiş olduğu kalın asker botlarını rap rap yere vurarak yanına yaklaştı ve tehdit edici bir ses tonuyla “burası lokanta değil ben de garson değilim bir daha soruyorum ayran mı çay mı” dedi. Bizimki iyive sinmiş bir şekilde “haklısınız tabi kusura bakmayın bu sıcakta ayran en iyisi”dedi ama güvenlik görevlisi sinir bozucu bir gülümsemeyle “ayran kalmamış  ben en iyisi çay getireyim” dedi ve içeri girdi. Hay Allahım ya adam manyak mıdır nedir madem ayranınız yok ne demeye soruyorsun o zaman diyordu kendi kendine. Beş dakika sonra güvenlik görevlisi iki tane plastik bardakla geldi ve birini adama uzattı. Ufacık bardağın yarısında soğumuş bayat çay vardı. Adamımız çok susamış olduğu için bir yudumda içip bitirdi soğumuş çayı. Güvenlik görevlisi tutukluyu bekleyen polis memuru edasıyla ellerini kavuşturmuş tepesinde dikiliyordu. Bizimki dayanamadı ve sordu. “ Şey yumurta reyonu ne tarafta acaba ben bir koli alıp gitsem biraz acelem var da. Akşama Istanbul”da olmam lazım.” Güvenlikçi mekanik bir ses tonuyla “tamam merak etme Başkan Bey birazdan gelir yumurtalarını alır gidersin” dedi. Adam hayretler içinde kalmıştı ne başkanıydı bu. Altı üstü bir koli köy yumurtası satacak olan adam neyin başkanı olabilirdi ki?” İçinden ya sabır çekip beklemeye başladı bu adamların sağı solu belli değildi. Belki de farkında olmadan devletin ya da mafyanın gizli bir tesisine girmişti ve bir daha da buradan çıkamayacaktı. Telefonuna da bu yüzden el konmuş olmalıydı. Başkan birazdan gelip vur emrini verecek bu dallama da şu ağacın altında infaz edecekti.

Belki bir faydası olur diye güvenlik görevlisine “Şeyy aslında yumurta o kadar da önemli değil koskaca başkan zahmet etmesin ben bizim bakkaldan da alırım yumurtayı sanırım büyük bir hata yaparak sizleri zahmete soktum haydi ben döneyim” diyerek kalkmaya teşebbüs etti ama güvenlik elemanı omzuna bastırarak sertçe “otuurrrr, yumurtaların geliyor” dedi. Çaresiz oturdu ve önüne baktı. Bu tesise girdiği ana lanet okuyordu. Allahın belası herif tatlı dilli davranıp nasıl da kandırıp içeri atmıştı. Bir müddet daha bekledikten sonra yolun ucundan bir motorlu araç sesi duydu. Herhalde Başkan geliyordu ve siyah bir cipin içinden siyah takım elbiseli bir adam inecekti. Fakat yaklaşan araç siyah bir cip değil bir zamanlar hippilerin sembolü olan rengarenk boyanmış 1970 model sevimli bir volswagen minibüstü. Kulübenin önünde durduğunda içinde sadece bir kişi olduğunu fark etti. Güvenlik görevlisi ani bir hareketle aracın kapısında durdu ve kapıyı acarken de asker selamı ile esas duruşa geçti. Acaba Başkan dedikleri Hawai gömlek giymiş bir hippi olabilir miydi? Başkan ağır adımlarla araçtan indi ve başıyla görevliyi selamladı. Elinde bir koli yumurta vardı. Ayaklarında güvenlik görevlisinin giydiğine benzer siyah bir asker postalı mavi kot pantolon ve bu yaz sıcağında uzun kollu ve kolları sıvanmış kareli bir oduncu gömlek vardı. Oldukça iri yarı, pos bıyıklı ve uzun saçlıydı. Bizim adamın yanına gelince adamımız da ayağa kalkmıştı. “İşte yumurtalarınızı getirdim” diye gülümsüyordu Başkan. Adamımız mahçup bir halde” Aman efendim zahmet buyurmasaydınız ne gerek vardı ben şöyle geçiyordum da yani almasam da olurdu” falan gibi bir şeyler gevelemişti. Başkan diğer eliyle kendisini takip etmesini işaret ederek kulübeye girmişti tabi bizimki de arkadan. Başkan yumurta kolisini deri kaplama koltukların olduğu ahşap kokulu kulübenin serin salonundaki muhteşem çalışma masasının üzerinde koymuştu. Zaten masada başkaca da bir şey yoktu. Başkan kocaman makam koltuğuna yerleşmiş ve güvenlik görevlisine “oğlum misafirimize tesisimizin özel ayranında bir kaç tane kap da gel ama soğuk olsun bak karışmam sonra” demiş ve güvenlikçi “başüstüne Sayın Başkanım” diye hemen koşmuş ve elinde kocaman soğuk ayran paketleriyle dönmüştü ama plastik bardakların üzerinde hiçbir firma bilgisi ya da yazısı yoktu. Susuzluktan ölmüş olan bizimki bardaklardan birini açıp hemen dikivermişti kafasına. Suzuzluğu geçince etrafına biraz daha dikkatle bakmaya başlamıştı. Başkan Bey deri koltuguna gömülmüş sallanıyor kendisini süzüyor bir yandan da cam bir bardakta pipetle ayran içiyordu. Garip olan Başkanın makam koltuğunun üzerinde George Washington”un büyük boy bir yağlı boya portresinin asılı olmasıydı. Bakışları yağlı boya tabloya takılmıştı bizim adamın. Hani Atatürk resmi falan olsa anlaşılabilir ama makam odasında Washington portresi ne alaka? Hem etrafta hiçbir Türk bayrağı falan da olmayınca bizim adam içinden teşhisi koymuştu. Tamam demişti burası CIA nin Türkiye deki gizli üslerinden biri ve bunlar da Türkçeyi çok iyi konuşan Amerikalı coniler ve birazdan beni sorgulayıp haklayacaklar ya da bir uçakla Guantanamo üssüne sevk edecekler, hayatım orada son bulacak.

Adamımız bunları düşünürken Başkan konuşmaya başlamıştı.

“George un resmi garibine gitti değil mi? Her gelen şaşırır zati. O da bizim biraderlerden biriydi rahmetli yani anladın mı bizimkilerin piri sayılır.” Tamam işte diye düşündü adamımız bu bizim biraderler demesi Masonlara işaret ediyor. Burası Mason Amerikali CIA ajanlarının karargahı olmalı. Adamımız korkmuş bir şekilde endişeyle sordu, “Bizimkiler derken?”

Başkan kahkahayı patlattı “Yahu organik tavuk yetiştiricileri demek istedim, George un da Virginia’da çifliği vardı orada tavuk da yetiştirirdi. Yani abimiz sayılır kendisi, hatırasını sayar severiz.”

“Haa tabi ya nasıl da düşünemedim”

“Köy yumurtası istemişsin, bak getirdim işte burada yumurtaların”

“Sayın Başkanım çok zahmet ettiniz parası ne kadarsa takdim edeyim müsaade ederseniz”

“Höööstttt para mara istemez”

“Ama efendim olur mu?”

“Sen bana karşı mı geliyorsun?”

“Hayır efendim haddime mi düşmüş”

“Ha şöyle”

“Şimdi demek sen köy yumurtası istiyorsun öyle mi?”

“Şey evet efendim yani küçük bir kızım var da hani onun içindi”

“Hööööst ulen dümbelek sussss

Adamımız konuştuguna bin pişman olmuştu. Sustu ve Başkan konuşmaya başladı

“Demek köy yumurtası ha ulen dümbelek hiç şehir yumurtası gördün mü sen? Taksim yumurtası Kadıköy yumurtası var mı ha? Bütün yumurtalar köy yumurtasıdır zaten. Siz şehirliler hem köyleri mahvedin hem de utanmadan yolunuz bir köye düşünce köy yumurtası dilenin. O kirli paranızla her yumurtayı alacağınızı sanıyorsunuz değil mi? Offf ben de sizlerden biriydim, pis bir makine mühendisiydim Alman’ın otomobil fabrikasında ama Almanya’da Yeşiller partisinde çalışıp hakikati keşfettim ve hem ülkeme hem de doğaya geri döndüm. ”

“Sen bi söyle bakayım tavuklar ne yer?”

“Şey heralde saman falan yiyorardır. “

“Ne iş yaparsın sen?”

“Elektronik Mühendisiyim efendim.”

“Haaaa tamam şimdi. Ulaaaannn dümbelek tavuk saman yer mi hiç inek mi o, tavuklar tavuk yemi yer yem yem!”

“Yem sayın Başkanım kusura bakmayın heyecandan işte”

“Tamam bi daha olmasın, şimdi sence sen bu bir koli köy yumurtasını hak ediyor musun?”

“Efendim yani sayın Başkanım aslında hiç hak etmediğimi fark ettim o yüzden müsadenizi isteyip ben gideyim”

“Otur lan otur gidersin heralde burada yatacak halin yok

“Nasıl münasip görürseniz”

“Şimdi bak burası kocaman bir tavuk çiftliği anladın mı? Burada binlerce yüz binlerce tavuk var. Organik diyoruz ama yalan. Organik morganik hikaye. Her gün kamyonlarla şehirlere yumurta sevkiyatı yaparız buradan. Bi köy yumurtasıdır öğrenmişsiniz. Aha burası da köy, bunlar da köy tavuğu dolayısıyla yumurtaları da köy yumurtası. Önemli olan tavugun iyi beslenmesi, gezinmesi eşinmesi, peki biz bunu yapabiliyor muyuz yoook bunu yapmak mümkün değil. Eğer ben bu tavukları çayıra yayacak olsam bu tesisin on katı alan lazım bana. O  zaman ne olur, yurmurtanın tanesini on kat fazlaya yersiniz. Bana bak mühendis efendi koca bir şirkette çalışıyorsun, aldığın iyi para ile şehirdeki o kocaman kulelerden birinde oturuyorsun, tavuğu ve yumurtayı da ancak süpermatketlerdeki cicili bicili paketlerde görüyorsun değil mi? Ondan sonra çocuğuna köy yumurtası arıyorsun. Bak şu masada gördüğün yumurtalar var ya onların senin marketteki yumurtadan bir farkı yok. Doğal değil yani. Ama sen doğal yumurta bulamıyorsun niye biliyor musun?”

Başkan bu soruları sorduktan sonra ayağa kalkıp bizim adamın yanına gelip yakasından tuttu ve bağırmaya başladı. “Ulan çünkü her gün tavuk zıkkımlanmak istiyorsunuz, her sabah yumurta yemek istiyorsunuz ve bunu o kirli paralarınızla alabileceğinizi zannediyorsunuz. Markete gidip aldığınızı zannediyorsunuz ama o aldığınız yediğiniz gerçek tavuk da gerçek yumurta da değil ulan dümbelek. Ben küçükken anam bana asla köy yumurtası yedirmedi. Bir kere bile aramadı köy yumurtasını. Biz Eskişehir de otururduk ve orta okulu bitirene kadar rahmetli anam bana köy değil şehir yumurtası yedirdi şehir. Bak efendi o yıllarda Eskişehirdeki evlerin hemen hepsi bahçeli iki üç katlı evlerdi ve ev sahibi olsun kiracı olsun herkesin ufak bir kümesi ve bahçede küçük de olsa bir sebzeliği olurdu, her evin bahcesinde elma ayva armut ağaçları vardı. Şehir meyvesi şehir yumurtası şehir tavuğu yerdik. Ama sizin gibi mühendisler şimdi tavuğu horozdan ayırt edemiyor. Bak bu tesise geleseniz diye köy yumurtası kandırmacasıyla sizin gibileri buraya atıp dersini veriyoruz sen de bugün alacaksın dersini.”

“Köy yumurtası istiyordun bulacaksın ve de alacaksın köy yumurtasını ama daha önce köye ve şehirlere yaptıklarınızın hesabını vereceksin ve bedel ödeyeceksin bedeeeeell tamam mı”

“Tabi efendim kızmayın öderim ama üzerimde fazlaca nakit yok acaba kredi kartı geçer mi”

“Suuuusssss dümbelek, senin ne paran ne de kartın geçmez burada sen bedeli başka bir şekilde ödeyeceksin yani sana ödeteceğiz”

“Nasıl yani ne şekilde?”

“Canını sıkacağız biraz”

“Alın bu dümbeleği götürün kümese”

İki güvenlik görevlisi adamımızı alıp ellerini kelepçeleyerek hippi minibüsünün arka koltuğuna oturtmuşlardı. Başkan ön koltuğa oturmuş minibüsü sürmeye başlamıştı. Adamın başına etrafı görmesin diye bir de çuval geçirmişlerdi. Neyse bir süre sonra araba durdu, bunun koluna girip indirdiler. Dışarıda başındaki çuvalı açtılar. Başkan koca bıyıklarıyla gülüyordu. Küçük bir tavuk kümesinin önündeydiler. Başkan dedi ki “bak burası gerçek bir kümes ve gezen eşinen tavuklar var içeride. Şimdi kapıyı açacağız bu sepeti alıp yumurtaları toplayacaksın”

Ama adam tavuklardan korktuğunu ve asla içeriye giremeyeceğini söylüyordı. Başkan iyice kızdı “lan hanım evladı mısın sen düdük, içeride horoz yok ki seni gagalasın tavuğun neyinden korkuyorsun Sokun lan bunu içeri” deyince güvenlikçiler adamı tuttukları gibi kümese tıktılar, zavallıda tavuk korkusu olduğu için bir tek yumurta alamadan düşüp bayılmıştı. Tavuklar üzerinde kanat çırpıp her yerine pislemişlerdi. Birkaç dakika sonra adamı kümesten çıkardılar.

Başkan güldü, “kafasına tükürdüğümün şehirlisi şimdi kızın için gerçek doğal yumurtalardan bir kaç koli arabanda bulacaksın. Bizim hediyemiz. Ben bütün servetimi yumurtaya yatırdım ama gerçek kazancım senin gibi düşünmeden tüketenleri biraz düşünceye sevk etmek. Yanlış anlama bak aslında seni sevdim sayılır. Haydi ayıl şimdi. Sepet sepet yumurta sakın beni unutma” ve üzerine soğuk su döküp ayıltdılar.  

Adam kan ter içinde uyandı. Küçük kız Pazar sabahı uyanmayan babasının kafasına su tabancasıyla su sıkıyor, karısı da salondan sesleniyordu.

“Haluuuuk kalk artık ama geç oldu, bak dün getirdiğin köy yumurtalarından omlet yaptım.”

Adam sersem bir şekilde mutfağa girdiğinde şaşkınlıkla tezgahtaki yumurta kolisinin üzerindeki yazıyı gördü “Başkanın Köy Yumurtası”

Sayfa : 11