...
Başlık : AĞIR KOKU
Yazar : Duygu Aydoğdu

         -Soğanları soymaya başlayayım mı?             

Akşam yemeği yenmişti. Meltem masayı toplamak için ayağa kalktı. Tabakları peçeteyle sıyırıp üst üste koydu.

-Sen soğanları soy, gerisini ben hallederim.

 Zaman kaybetmeden dersin başına oturdular. Yaz oğlum, “Kral Aslan”

 Eve dönerken Can ve Meltem’in sevdiği gevrek sıcak simitlerden almıştı Selim. Masaya dökülen üç beş susam parçasını başparmağıyla bir araya sürükledi. Bir yandan da oğlunun yazması için okumaya devam etti. “Yıllar yıllar önce,”  çocuk hem ağzıyla tekrar ediyor, hem de tane tane yazmaya çalışıyordu. “Yııııl-laaaar, yııııl-laaar, öööönnnn-cccceeeee”  “Ormanın birinde kral aslan yaşarmış.” Bir araya getirdiği susamları bit öldürür gibi iki tırnağının arasına sıkıştırıp, tekrar masaya döktü. Kısa süreli kavruk susam kokusu yayıldı etrafa…

          Taşıdığı soğan kovaları, ağır köfte kaplarından mıdır bilinmez bel ağrısı vardı.

-Soğanlar hazır, belin nasıl?

-Ağrı var hala…

 Çocuğun ödevini Meltem devraldı. Önce belini doğrulttu Selim, dizlerini hafif kırıp sırtını yasladığı sandalyeden kaldırdı bedenini. Koltuğa uzandı. Pantolon cebinden telefonunu çıkardı. Sosyal medyada gezinti yaptı. Facebook hesabına giriş yapıp, parmaklarını hızlı hızlı yukarı kaydırarak görüntüleri geçiyordu. Reklam çıktı. “Bel ağrılarınız için, bu eşsiz korseyi denediniz mi?” Elini beline götürdü…  Geçti reklamı. Parmaklarını hızlı hızlı görüntüleri yukarı kaydırarak geçti. Yavaşça ayağa kalktı. Odaya gitti. Perşembe pazarına kuracağı ekmek teknesi için köfteleri yoğurmaya başladı. Soğan kokusu, bayat ekmek kokusu, çiğ et kokusu ve baharatlarla ağır koku sardı odayı. Meltem köfte yoğurma işini kiler olarak boş tuttukları odada yaptırıyor, odanın pencerelerini yaz kış açık tutuyordu. Öğle olmadan gidip ocağını yakacak, köfteleri dizip, ekmekleri hazırlayacak, ayranlar için yer belirleyecekti. Yine hırsla, gocunmadan, zevkle çok sevdiği köftelerini satacaktı. Beğenilmek güzeldi ya, köfteleri de beğeniliyordu.

          Sabah ezanıyla uyanıp, dinlenmeye bıraktığı köfteleri eliyle şekillendirip temiz köfte kaplarına, buzdolabına yumurta dizer  gibi hassas ve narin bir şekilde yerleştirdi. Öğle olmadan tezgâhının başına geçti. Izgaranın ilk dumanı lokomotif dumanı gibi sardı etrafı. Az sonra alev kor olmuş, için için yanıyordu. Duman hafiflemişti. Beyazdan kreme dönmüş plastik taburesine oturdu Selim. Müşterilerini beklemeye başladı.  Pazar yeri giderek kalabalıklaşıyordu. Kimi burnunu kapatıyor, kimi yayılan köfte kokusunu içine çeke çeke geçiyordu yanından. Öğle vaktini biraz geçince ızgaraya atılan köfteler arttı, boş ayran şişeleri dolularıyla yer değiştirdi. Belli bir saati yoktu Selim’in. Yoğurduğu köfteler saat kaçta biterse o vakit ekmek teknesini kapatıp, bagaja yüklenip eve dönüyordu. Bugünkü hasılata göre kendine bir ufak rakı, Meltem’e bir demet çiçek, oğluna da dört beş paket çikolata aldı.  Dört gibi bitmişti köfteler. Evin yolunu tuttu.

        Boş kap kacak, hemen odaya kondu.  Akşama kadar güneşin alnında, ızgaranın başında nar gibi kızarmış yanaklarıyla, is kokusuyla evindeydi. Duştan çıktığı gibi hemen yemeğe oturuldu. Meltem çiçekleri su dolu vazoya yerleştirip, konsoldakiyle yer değiştirdi.  Rakısını açtı. İlk yudumunu uzunca içti Selim.

Akşam yemeği yendi. Meltem masayı toplarken,  Selim oğluyla birlikte matematik ödevini yapmaya başladı. İkişer, beşer, ritmik sayma. Ufaktan toplama çıkarma… Daha okula başlamadan önce yaptığı basit matematik sorularını yapamamıştı çocuk.

“Sen bunları çok iyi yapıyordun oğlum, n’oldu?” Ses vermedi çocuk. Belli ki ders yapmak istemiyordu. “Bir düşüş, bir gerileme var” diye geçirdi içinden. Çok üzerine gitmedi. Biraz da kendisi yardım etti ve hemen bitirdiler ödevi.  O da pek hevesli değildi. Bu akşam canı içmek istiyordu. Beş bin lira verip aldığı telefonunu kurcalamak istiyordu. Hayatında ilk defa kendisini çok para vererek aldığı bir şey için ödüllendirmişti. Onu da vicdan yapıp, Meltem’e; “hakkını helal et Meltem, alıyorum ama” demişti. “Sen deli misin? Var ki alıyorsun, hem şimdi ucuz bir şey var mı ki.”

 Mesele o değildi. Bir ayakkabıyı eskimeden değiştirmeyen onlardı. Bu gidişe nasıl ayak uyduracağız diye düşünmeden edemiyordu. Yine de Selim, içine sinmeye sinmeye almıştı. Ellerini kolonyalayıp, telefonunu eline aldı. Sosyal medya gezintisi sırasında bir reklam daha çıktı, “Zeka seviyesi neden düşüşe geçer.”  Yorgunluk ve rakının da etkisiyle küçülen gözlerini irice açtı. Oda da onu duyan mı vardı? Merak ve yarı endişeyle etrafına bakındı. Masaya geri koydu telefonu. 

    Koltukta uzanmış televizyon izleyen Meltem’i süzdü. Halının üzerinde oyuncaklarıyla oynayan oğlunu izledi bir süre.  Huzur kapladı içini… Ellerini burnuna götürüp birkaç kez kokladı.

-Ya Meltem, her şey geçiyor da şu soğan kokusu, çiğ et kokusu çıkmıyor bir türlü ya hu!”

-Evet, sürekli aynı şeyi yapınca…

-Nasıl da ağır kokuyor!   

-Ekmek kokusu Selimim, ekmek kötü kokar mı hiç”

-O da doğru.

         Bardağın dibindeki rakıyı yudumladığı gibi bitirdi. Köfte yoğurmak için odaya girdi. Kapıyı açtığı gibi, cereyan eden esintiden perdeler havalanmıştı.

       Sabah ezanıyla uyanıp, dinlenmeye bıraktığı köfteleri eliyle şekillendirip, temiz köfte kaplarına, buzdolabına yumurta dizer gibi, hassas ve narin bir şekilde yerleştirecekti. Kimi burun kıvırarak, kimi içine çeke çeke geçip gidecekti Pazar yoluna ve öğleden önce yakacaktı ızgarayı. İlk dumanı lokomotif dumanı gibi yayılacaktı etrafa.

Sabah evden çıkmadan öptü Meltem’i. Oğlan okuldaydı.  Cuma pazarı yoluna koyuldu.

Öğleden önce yaktı ızgarayı. Öğleyi biraz geçmişti ki, ızgaradaki köfteler çoğalmaya, boş ayranlar, dolularıyla yer değiştirmeye başladı.  İki zabıta memuru geldi. Selim Ekmeğe uzandı,

-Yarım mı, çeyrek mi?”

-Izgarandaki son köftelerini de pişir, sonra kaldır tezgâhını…”

-Neden?

-Artık yasak. Çevre kirliğine sebep oluyor ve ağırrr koku yayıyor.

Bunca yıldır bu işi yapıyor, şimdiye kadar hiç şikâyetçi olan duymamıştı. Mecbur “tamam, toparlarım” dedi. Köftelerin bitmesini beklemeden topladı eşyaları. Bagaja attığı gibi uzaklaştı Pazar yerinden.  Zabıta memurunun bastıra bastıra söylediği “ağıırr koku yayıyor,” cümlesi çok ağırına gitmişti. Tekrar izin çıksa bile, ağır kokacaktı. Bunu şimdiye dek hiç düşünmemişti. O sadece ellerinin koktuğunu sanıyordu. Oysa öyle değilmiş. Şimdiye dek hep böyle mi koktuk. Ağır…

       Yolun sakin olduğu bir yerde kenara çekti arabasını. Bagajdaki eşyaları çöpe attı. Yağı akan ızgara, kalan soğanlar, köfteler, boş ayran şişeleri ve hatta doluları… Ne varsa, kokuya dair, hepsini… Tekrar arabasına bindi. Torpido gözünden kolonya çıkarıp ellerini kolonyaladı. Telefonunu eline aldı. Hızlı hızlı parmaklarını yukarı kaydırarak geçti sosyal medya hesabını.   Reklam çıkmıştı.

“Ağır kokulara son.”

Sayfa : 9