...
Başlık : DİDEM KEREMOĞLU İLE SÖYLEŞİ
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

        Gülsüm Bülbül: İlk öykünüzden başlayarak sizi tanımak isteriz? Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Ş. Didem Keremoğlu: Öncelikle bu söyleşi için Bulut-Yazar Dergisi'ne ve üzerinde ince düşünülmüş sorular için de size teşekkür ediyorum Gülsüm Hanım.
               Okuma yazma bilmeden de yazıyordum, desem... Hayali geniş hatta yalancı bir çocuktum. O günden kurmacanın içindeymişim anlayacağınız. Elinden kitap düşmeyen bir anne ile baba, çocuk tiyatrolarına, sinema ve sıkıntıdan çatlasam da sık sık müzelere götürülmem, kütüphanelerde geçirtilen zaman ve bir program dahilinde çocuk edebiyatına ait kitaplarla tanıştırılmam... Tabii ki masallar masallar... Şanslıydım. Gerek okur olarak gerek de yazıma çok katkısı oldu bütün bunların. Bendeki okuma tutkusunu ve yazıya olan eğilimimi besleyen öğretmenlerle karşılaşmam da önemliydi.
 

GB: İlk kitabınız "Yine hüzzam" 2019 yılında çıktı. O güne kadar peki neredeydiniz?

ŞDK: Bilinen hikâyenin aksine bir yol aldım bu serüvende ben. Büyük şehirden ve bende geçici körlük yaratan çok sevdiğim işimden ayrılıp bir sahil kasabasına yerleşmemle yazı öne geçti. Elbette yazıyor, atölyeler yapıyordum yalnız disiplinden uzak bir süreçti bu. 2018 yılında bir dostumun ısrarıyla "Aydın Şimşek Atölye" ile tanışmam; dergilerde yayımlanan kırkın üstünde öyküyle üç kitap işte bu son altı yılda oldu. Aydın Şimşek hoca ile çalışmaya, atölyelerinde olmaya devam ediyorum bu arada.

GB: Okuyarak ve yazarak öğreniyorsa yazar, ideal metni de arıyor, diye düşünebiliriz. Böyle bir metin sizce var mıdır?
ŞDK: Kısa ve net bir cevap vereyim sorunuza. İdeal metin yoktur. Yazarın kendisi okur değilse ortada edebiyat adına bir metin de yoktur.

GB: Yeni kitabınız "Hayat Kaldığı Yerden", “Yine Hüzzam” ve "Evliliğim Sadist Bir Monolog" un ardından çıkan üçüncü öykü kitabınız. Yeni bir kitap yazmaya ya da yazmaya sizi tetikleyen; bir dürtü, olay, duygu, film, renk, koku, müzik veya durum mudur? Neden ve nasıl başlarsınız, devamı, sonu nasıl gelir metinlerinizin?
ŞDK: Okumak. En başta okumak tetikler. Geniş bir yelpazede okuma yapıyorum. Felsefe, kuram, mitoloji, psikoloji ve tabii edebiyatın bütün alt türleri. Ve şiir. Ve halk edebiyatı. İyi bir gözlemciyimdir. Gündemi yakından takip ederim. Seyirci bağlamında tutkulu bir sinemaseverimdir. İşte bütün bunlar ve ünlem hallerine giren bütün duygu durumları, bazen bir koku, bir renk tetikler yazımı. Gündelik hayatımda neyle uğraşırsam uğraşayım aklımda hep kurmaca vardır. Her gün mutlaka belli saatleri yazmaya ve okumaya ayırırım. Elimdekini bitirmek için asla acele etmem. Aynı metni/ öyküyü tekrar ve tekrar önüme alırım. Uzun zaman üstünde çalıştığım bir metnin iyi olmadığı duygusuna kapılırsam, o metni çok kolay yok sayabilirim. Bu konuda altıncı duyuma, sezgime yani güvenirim.

GB: Öykülerinizde, toplumsal tarihimize, bugünümüzün Türkiye’sine ilişkin soru ve        sorunlar, (çocuklar, kadınlar, hayvanlar, istismar, taciz, tecavüz, yokluk, yoksunluk, şiddet, eğitimsizlik, vb.) sizin bir aydın ve edebiyatçı olarak bu konulara olan duyarlılığınızı ortaya koyuyor. Yazarken okura bir mesaj verme düşünceniz olur mu?
ŞDK: Cemil Kavukçu, son kitabım üstüne yaptığı değerlendirmenin bir cümlesinde "Belli ki bir meselesi var." diyor. Var! Kibirli zorbalar ve giderek ıssızlaşan kalabalıkla örneğin, var meselem! Duvarlar örerek, setler çekerek, ötekileştirerek, dışlayarak, despotça yasalar çıkararak, yeni sınırlar yaratarak yol alanlarla ilgili de öyle!               Yazarken kışkırttığımın farkındayım. Başka türlü nasıl yazılır, bilmiyorum. Kimi ironi dilini kullanarak ama genelde şiddet, mekruh, tekinsiz üstüne yazıyormuşum.
Değerlendirmelerini çok kıymetli bulduğum bir eleştirmen böyle tarif etmişti yazımı. Yazarken oto-sansür, önyargı ve ön kabulden uzak dururum. Sanat cinsinden üreten kişinin, kişisel zaafları ya da defosu mu demeli, beni asla ilgilendirmez. Esas olan yapıtın kendisidir Okura mesaj verme gibi bir düşüncem yok. Didaktik anlatımdan, yazarken didaktik bir dil kullanmaktan kaçınırım. Hatta öyle olup olmadığı konusunda kuşku duyduğum metinlerimi beklemeye alırım. Öykülerim, bittiği an itibariyle benim olmaktan çıkar. Artık okura ait olur.

GB: Öykülerinizde konu yelpazesinin çok geniş olduğunu görüyoruz. Bir öyküyü okurken içinde bir cümle geçiyor. Hiç ilgisizmiş gibi görünse de “yalnızlık” gibi derin bir his yaratıyor. Başka cümlede yoldan geçen yaşlıca bir kadının sarsak yürüyüşü deyiveriyorsunuz, “yaşlılık” kedi, köpek veya engelli birey ya da ceviz yaprağının avuçta bıraktığı koku, “Nazım Hikmet ve Cem Karaca”yı anımsatıyor. Az rastlanan bu yazım türü ile ilgili ne söylemek istersiniz?
ŞDK: Az rastlanan yazım türü, diye belirttiğiniz biçemime açıklama getiremem. Yazmanın bireysel olduğu kadar toplumsal olduğuna inanırım. Gerçeğe meydan okuyan metinler hem yazar hem de okur olarak ilgimi çekiyor. Dolayısıyla da gerçeğe meydan okuyan metinler yazdığımı düşünüyorum.
       Öykülerimde sık yaptığım bir şeydir ustalara saygı duruşu. Kimi cevizin yaprağı üstünden kimi "hişt," diyerek öykümün bir yerinde...

GB: Yeni çıkan kitabınızdaki ‘Kardeşimin Kaykayı’ isimli öykünüz okurda vurucu bir etki bırakıyor. Kadın, zihin ve çocuk sözcükleri ile birkaç cümle istesek, neler yazardınız?
ŞDK: Yeni çıkan kitabımın adı "Hayat Kaldığı Yerden" de o öyküde geçen bir cümleden alındı. Yazarken, içinde gezindiğim düşünce dünyam ile gündelik hayatta olduğum yer çok farklı. Üstlendiğim roller de öyle. İkisinin paralel hareket ettiği ender öykülerimden biridir Kardeşimin Kaykayı. Farkı yaratan o kısım olsa gerek.

GB: Ş. Didem Keremoğlu'nun kitaplarında günümüzde çok kullanılmayan sözcükleri, deyimleri kullandığını görüyoruz. Yazarların böyle de bir sorumlulukları olduğunu düşünür müsünüz? (Burutal, sâye, aylandız, evecen, tapir, içiyilik, söve, müdevver, anzarot gibi.)
ŞDK: Evet. Yazarın öyle bir sorumluluğu olduğunu düşünürüm. O yüzden de sözlük çalışırım. Hatta kendi ürettiğim sözcükler var kimi öykülerimde kullandığım. Yazarken, konfor alanından uzakta durmanın gerekliliğine inanırım. Sürekli araştırırım.

GB: 21. Yüzyılı ‘Hız çağı’ olarak değerlendirirsek yazar-kitap- okur üçlüsü konusunda neler düşünüyorsunuz?   
ŞDK: "Yapay zeka", "bot"; müthiş heyecan duyduğum gelişmeler. Yapay zekaya yüklenen veri üstünden yaratılan kadarıyla sanatı tartışıyor olacağız yakında. Hatta başladık bile.

               İnsan, sanatı da yaratan duygu durumlarını; hüznü, ağlamayı, esrimeyi, çılgınca eğlenmeyi, bir şey yaratmanın mutluluğunu, hayal kurmayı, âşık olmayı, delice sevinmeyi, ölesiye nefreti, çıldırasıya öfkeyi terk edemez. Sanat bir gereksinimse ki öyledir, insan, hız çağı ve "YZ" ile uzlaşmanın bir yolunu bulmak zorunda. Burada evrilen insan olacaktır.

 

 

                  

                                                                                 

 

 

                             

Sayfa : 4