...
Başlık : ÜSÜK’ÜN ÖLÜMÜ
Yazar : Hulusi Şimşek

Aşağıdaki yazı dizisi gerçek bir yaşam öyküsünden alınmıştır. Sıvas’ın Gemerek  ilçesine bağlı (şimdi  Şarkışla’ya bağlı) Saraç köyü halkından Ciba’ların Haligo’nun oğlu (Halil Çetin) Üsük’ün (Hüseyin Çetin)’in hikayesi. Bu hikayeye konu olan Üsük 1935-1961 yılları arasında  Maraç köyünde yaşamıştır.

O yıllar, açlığın yokluğun sefilliğin kıtlığın kol gezdiği yıllardı. Tek demirli karasabanlarla tarlaların sürüldüğü, ekinlerin, samanların kağnılarla çekildiği yıllar. Kadınların divitin, pazen, dırıl bezinden kendi elleriyle elbise dikip giydiği yıllar. Erkeklerin kıl ya da keneviri el tezgahlarında ördürüp, pantolon yaptırtarak  giyindiği yıllar. Kimi zaman, yalın ayak, kimi zaman çarık ya da Çapa marka Soğukkuyu kara lastiklerin giyildiği yıllar. Ben o yıllarda okudum köyümün ilk okulunda.

Okul binası 1944 yılında yapılmış, o zamanın koşullarına göre, bayağı  erken bir tarihte yapılmış olduğunu söylemek mümkün. Hocalarımız Köy Enstitü çıkışlıydılar. Süleyman Çoban ve Halil Özağaç diye iki öğretmenimiz vardı. Benim öğretmenim, bizim köye yakın bir köyden Çepni’den Halil Özağaç‘tı. Öldüğünü duydum, rahmetle anıyorum kendisini. O yıllara ilişkin birçok anı var belleğimde. Bu hikayeye konu olan Üsük’ün (Hüseyin ÇETİN)’in buraya  aktardığım kısacık ömrüne ilişkin hikayesi de bunlardan sadece biri.

1960 yılında Mayıs sonları, ilk okul son sınıftayım. Bir gün ders bitimi eve dönüyorum, yolda anama rastladım, Hade teyzemle konuşuyordu. Beni görünce dönerek.

  • Hadi oğlum, kitaplarını bırak da gel dedi.

 Şaşırdım, nereye gideceğimizi merak ederek sordum.

  • Nereye ana?
  • Üsük’ün yanına oğlum
  • Hangi Üsük?
  • Kaç Üsük var oğlum? Ciba’ların Haligo’nun Üsük
  • Ne olmuş ki Üsük’e?
  • Hastaymış, hadi çabuk ol.

Aceleyle kitaplarımı bırakıp döndüm ama merak içindeydim. Ne olmuştu Üsük’e? Neden hastalanmıştı? Bildiğim kadarıyla geçen sene Çayışgın köyüne gitmişti orada birine azap durmuştu. Dayanamadım sordum.

  • Ana Üsük Emmi Çayışgın ‘da değil miydi?
  • Oradaydı oğlum, hastalanmış zavallı,
  • Durumu iyi değil miymiş?
  • Kurtulamaz, diyorlar, böbreğini almışlar

Eve vardığımızda babam da oradaydı. Bir kütüğün üzerine oturmuş, Haligo’yla  Halil Emmi konuşuyordu.

Halil Emmi çömelmiş, elindeki çubukla toprağı karıştırıyor, bir eliyle de akan gözyaşlarını siliyordu Bizim geldiğimizi görünce, toprağı karıştırmayı  bırakarak, anama “Gel  kızım gel”, dedi

Anam

  • Durumu çok mu kötü Halil Emmi?
  • Kötü kızım

Anam

  • Ne  yapacaksın Halil Emmi?
  • Allah yardımcısı olsun
  • Allahtan umut kesilmez ki.
  • Kesilmez de kızım, bak hastanede bile yatırmadılar, ”Alın götürün hastanızı”,  dediler.

 Anam daha fazla bir şey konuşmadı, elimden tutarak beni içeri Üsük’ün yattığı yere götürdü. İçerisi fazla kalabalık değildi. Ben kenarda bir yere çekildim anam Şıkkır’ın kızı (Üsük’ün anası)nın yanına oturdu. Şıkkır’ın kızının asıl adı Yeter olmasına karşın ona hep Şıkkır’ın kızı derlerdi. Sanırım bi alışkanlıktı bu lakapla anılmak. Ben de buruda onu hep Şıkkır’ın kızı olarak yad edeceğim.

Şıkkır’ın kızı anama dönerek, ”Ne garemetli başım varmış Fidan ne garemetli.”  “Götürme”, dedim oğlanı, “götürme” dedim. “Dinlemedi beni,  sıracalı it. Heder etti yavrumu. İçti Çayışgın’ın bulanık çamurlu sularını, taş bağladı her yanı.”

Anam Haligo’ya söylediklerini Şıkkır’ın kızına da söylüyor. “Ne yapacaksın Yeter bibi, yiyecek ekmeği varsa yaşar. Hemi Allah’tan umut kesilmez ki”.

Ben Şıkkır’ın kızıyla Yeter arasında gidip geliyorum. Yıllar yılı Şıkkır’ın kızı olarak bildiğim kadının adı Yeter’miş meğer. Ama neden Şıkkır’ın kızı derlerdı ona? Daha sonra anama sormak üzere susuyorum. Şıkkır ın kızı da susuyor şimdi.

Şıkkır ın kızı üzgün,  Şıkkır’ın kızı çaresiz.

Zeykir elindeki  iğde dalıyla yelpaze yapıyor Üsük’e. Zeykir, yeni gelin Üsük’ün küçük kardeşi, Zeynel ile evli. Asıl adı Zeykir değil, ben Zeynep olarak biliyorum. Aşağı mahallede oturun Miçik’lerden Cıncık Hasan’ın kızı. Hasan Emmiye bu lakap, civar köylerde çerçicilik yaptığı için takılmıştı. Onun da anasına Hapili derlerdi. Hapili teyze Zeykir’i Zeynel’e vermek istememiş, Zeynel de bir pundunu bulup kaçırmıştı.

Zeykir bir eliyle iğde dalını sallıyor Üsük’ün yüzüne gözüne konan sinekleri kovalamak için, bir eliyle de  Üsük’ün böğrüne takılı olan sondayı düzeltiyor. Bir ara Şıkkır’ın kızı Zeykir’e dönerek

  • Sallama gelin. Elleme konsunlar deyince

     Zeykir

  • Niye ana?
  • Aman kızım Eyüp Efendimiz de bir gün böyle amansız bir hastalığa yakalanmış da, yaralarına kurt düşmüş, kurtlar yaralardan düştükçe, Efendimiz düşen kurtları geri yarasına kormuş, onların nasibi buruda diye.  Üsük’ümünkine sinek konmuş çok mu.

Zeykir sallamayı yavaşlatıp düşünüyor

Eyüp efendi de kim ola ki?

Köyden bir ermiş olmalı herhal.

Kadınlar yavaş, yavaş kalkıyorlar. Biz de kalkıyoruz. Dışarı çıktığımız da babam hala kütüğün üstünde oturuyor. Ama benim aklım hala Eyüp Efendimizde kim bu Eyüp Efendimiz. Haligo  ise elindeki çubukla toprağı eşeliyor.Bir ara babama dönerek

- Gönderme dediydi

- Gönderme oğlanı. Ne halt ettim, ne bok yedim ben diyor da babam susuyor.

 

Ayrılıyoruz evden. Yolda gelirken hep Üsük’ü düşünüyorum. Daha yedi yıl olmuştu evleneli, Senem Teyzeyle. Senem teyze Ortaköylüydü, Ortaköy bizim köye yakın bir köy. Şimdilerde kasaba oldu. Senem teyze sarışın uzun boylu güzel bir kadındı. Sarışın olduğu için ona Sarı Gelin derlerdi. Hatta  düğününün olduğu gün, düğün alayını karşılamaya gitmiştik. Babam düğün alayının önünde şarap içip oynamıştı. Evliliklerinin beşinci yılı olsa gerek, Haligo Üsük’ü Çayışgın’a azap olarak göndermek isteyince, Sarı Gelin buna çok içerlemiş iki yaşındaki oğlu Adalet’i de alarak Orta köye geri dönmüştü.

Kocasının hastalanıp yatağa düştüğünü  biliyor muydu, bilmiyorum ama oraya  gittiğimizde Sarı Gelin orada yoktu. Ben köyümün insanlarını nasıl tanıyorsam Üsük’ü de öyle tanıdım.

 Biraz daha farklı yönlerini tanıyarak. Daha doğrusu hastalanmadan iki yıl önce bekçi olmuştu köyde. Tarlaları dolaşırdı. Bizler arazide mal otlatırken, yanımıza gelirdi. Biz onun geldiğini uzatan anlardık. Zaten uzun boylu enine boyuna bir adamdı. Çoğu zaman elindeki sopayı boynuna geçirir, azık dolu bohçayı sopanın bir ucuna takar ve öyle gezinirdi. Ve dilinden düşürmediği bir türkü vardı. İlk mısrasını söyleyip sonunu ıslıkla tamamladığı türkü.

“BEN SANA EFENDİM DİYEMEM AMA” Bizler bu türküden anlardık Üsük’ün geldiğini. Arkadaşlar türküyü duyunca,”Aha Üsük geliyor”, derlerdi. Geldiği zaman yanımıza ilişir, saçlarımızı okşar, severdi bize hiç kızmazdı. “Çocuklar elin malına zarar ziyan vermeyin göreyim sizi”, derdi. Çoğu zaman azığında ne varsa bölüşürdü bizimle. Çocuk aklıyla da olsa, bizler bunu  bir görev bilinci olarak kabul ederdik. Ekinlere zarar vermekten öte, muhtarın ve de köy halkının Üsük Abi’ye kızmaması için çok dikkat ederdik.

Şimdilerde daha iyi anlıyorum sevginin gücünü ve Üsük Abi’nin bizlere neler bıraktığını. İşte Üsük böyle bir adamdı. Seven, koruyan, kollayan ve de bölüşmesini bilen.Bu güzel adam bir hafta sonra öldü. Köyün üst tarafındaki mezarlığa gömdüler onu. Bir hafta sonu otlaktan dönerken, mezarına uğradım. Toprağı taptazeydi. Ayak ucunda bir bidon su vardı, alıp mezarına döktüm.

Baş ucundaki tahtada;

HÜSEYİN ÇETİN /HALİL OĞLU / DOĞUM T 1935 / ÖLÜM T. 1960 Yazıyordu.

Onu hep bir mısrasını söyleyip sonunu  ıslıkla tamamladığı türküyle anacağım.

BEN SANA EFENDİM  DİYEMEM AMA.

Sayfa : 14