...
Başlık : KADIN VE CUMHURİYET
Yazar : Nilüfer Uçar

       Dik durmak, güçlü ve özgür olmak adına verdiği mücadelede; sesini yükselttikçe sesi kısıldı, direnci kırıldı, hırpalandı, yok sayıldı, adı anılmadı,  insandan sayılmadı. Karnında sıpa-sırtında sopa eksik olmasın, saçı uzun-aklı kısa dendi. Saraylarda cariye, pazarlarda köle oldu. İtilip kakıldı, yerildi, yok sayıldı, baş tacı edildi, yeri geldi yerle yeksan edildi. Erkeğin arkasında güç oldu ama kendi gücünü kendi için kullanamadı. Korunmaya muhtaç gözüyle bakıldı, zavallı muamelesi yapıldı, eksik etek dendi, kutsanmaya değer bulunmadı. Hamurlu eller işlerine karıştırılmadı, onsuz da olunmadı. Saçına, eteğine, kaşına gözüne bakıldı, isyan potansiyeliyle dolup taşan yüreği yok sayıldı. Çocuk fabrikasına layık görülse de fabrika patronluğuna layık görülmedi. Dayak, ölüm hak dendi, yaşam hakkı çok görüldü. Kafeste kuş oldu, albatros olmasına izin verilmedi. Yuvayı yapan dişi kuş dendi, aile reisliği hak görülmedi. Şeytan, günah keçisi, büyücü, fitneci, falcı, karı, anne, meta, sürtük, cinsel simge oldu da insan olamadı. Çok şeyler dendi, deniyor, denecek. Kadın zevk unsuru olarak görüldü. Neden? Nedeni yok! Çünkü öyle işlerine gelir, öyle düşünür, öyle yakıştırılır. Namus belasına kurban edilen yaşam; bedene kefen, ayağa pranga oldu. Ne özgür ne özerk olmasına izin verildi.  

       Zordur kadın olmak. Evet! Zordur kadın olmak, kadınca ve özgürce yaşayabilmek, hem de çok zor! Eş olacaksın ama eşit olmayacaksın.  Destanlarda, törelerde, edebiyatta, şarkıda, türküde, ağıtta, güzel sanatta varlığıyla yer kapsayacaksın ama insan olarak kabul görmeyeceksin. Acı ve düşündürücü değil mi?

       Burada nefeslenip Nâzım’ı dinleyelim; “Kimi der ki hamur yoğuran / Kim der ki çocuk doğuran / ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal / o benim kollarım, bacaklarım, başım / yavrum, anam, karım, kız kardeşim / hayat arkadaşım…”

       Geçmişten günümüze değin kadınlar; çetin, dikenli, loş güzergâhlarda nasıl yol daldığına bakalım. İlk çağlarda, avcı / toplayıcı olarak yaşadığı dönemde kadın ile erkeğin rolleri benzerdi. Aralarından iş bölümü yapılmamıştı. Anaerkil dönemde kadın komün üyeleri arasında özel bir konuma sahipti. Kadın eşit haklara sahip olduğu gibi yöneten konumdaydı. Ne zaman ki ataerkil döneme geçildi kadın geriye itilip sosyal haklardan mahrum edilmesi, erkeklerin güç kazanmasına yol açtı.  Anaerkil hukukun yıkılışı, kadının tarihsel bozgunu oldu.

Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın önemli hak ve yetkilere sahipti. Örneğin İskitlerde, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı. İskitli göçebe kadınlar her savaşta erkekleriyle birlikte savaşıyorlardı. Hunlar döneminden kadın-erkek ayrımı yapılmadığı için kadınsız hiçbir iş yapılmazdı

       Türklerde önemli yazılı kaynak kabul edilen Orhon Kitabelerinde kız çocuklarına verilen önem, kadının saygınlığı, devlet idaresinde rolü ölçülemeyecek derecede değerliymiş.

      Toplumsal cinsiyet eşitsizliği; ataerkil çevrelerde erkeklerin egemen olmasına yol açınca, kadınlar ezilmeye ve sömürülmeye başlanmış. Çocuk doğurma ve bakımı, ev işlerinin yüklenicisi olmaları, sosyal yaşamda uzaklaştırılmalarına zemin hazırlamıştır. Bu da erkeğe bağımlı olmasına neden olurken sosyal ve ekonomik yönde bağımsızlığını yitirmesine yol açmıştır. Kadınlar üzerindeki dini inancın ağır baskısı arttıkça kadın sosyal yaşamda soyutlanmıştır. Kimlikleri ve statüleri üzerinde yürütülen yaklaşımlar, kullanılan olumsuz dil, eril bakış yaşamlarını zorlaştırmıştır. Günümüze değin ivme kazanan üstünlük egosu, sınırsız güç, iktidar hırsı ve sahip duygusunu şişirdikçe kadına uyguladıkları baskı ve sindirme de artmıştır. Kadınlar neden boyun eğdi, peki! Çünkü erkek ve dini baskıların devasa gücü karşısında güçleri yetersiz kalıyordu.

       Süreç ilerledikçe, dinî kurallar kadının dünyasını daraltmaya ve kısıtlanmaya devam eder. Müslüman kadınların iffetini korumak erkeğin görevi olarak görülür. Evin gardiyanıdır erkek. Giyiminden kuşamına, sosyal yaşamından, toplun içindeki yerine kadar her konuda müdahaleler günbegün artar. Osmanlı Devleti’nde kadın okula gidemez, meslek edinemez, ikinci sınıf vatandaş dahi değildir. Tek başına sokağa çıkmaz, kapanmak zorundadır. Kurallara uymayanlar cezalandırılırdı. Nüfus sayımında sayılmayan, şahitliği geçerli olmayan, söz hakkı tanınmayan, cariye, kuma, kaçıncı eş olmasının yanı sıra, boşanma dahi sözü konusu olmayan çağdışı bir yaşam. Osmanlı Devleti’nde tam anlamı ile mahrem bir nesne olarak görülmeye başlanan kadınlar toplumsal yaşamdan daha fazla soyutlanmıştır. Ne kendileri ne de adları vardır. Osmanlı Devleti’nde oluşan bu algı ile kadının ön planda olması, sosyal hayatta aktif rol alması, mahremi olmayan erkeklerle konuşmaları da hoş karşılanmamıştır. III. Osman döneminde kalın siyah peçe kullanmayan kadının sokağa çıkması yasaklanmıştır. Saray kadınları dışındaki kadınların sandala binmesine dahi izin verilmemiştir.

      İslamiyet’e geçiş süreciyle kadının mahrem olarak görülmesi ona yeni kısıtlamalar getirmesine neden olmuştur. XV. yüzyılda, Bizans ve İran’nın etkisiyle kurumlaşan harem denilen dört duvar arasına kapatılan kadına “meta” gözüyle bakılır olmuş. Kırsal kesimdeki kadın erkeğin yanında yaşam mücadelesi verirken, kent yaşamında kadının tüm hakları kısıtlandığı için “ağzı var dili yok / adı da olmayan” konumunda işlevsiz bireyler olarak yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. Pek çok alanda hakları kısıtlanan kadınlar Meşrutiyetin ilanıyla kısıtlı da olsa bazı haklarına yeniden kavuşmuştur. Erkekler karşısında hak arama mücadelesi sayıları az da olsa kadın hareketleri görülür. Sosyal ve siyasal yönde kendilerini göstermeye başlayan kadınlar seslerini duyurmak için gazete ve dergilerde belli konularda (ki çoğu kendi ismini kullanmadan)  yazmaları bir atılım olarak görülür. Kadınlar haklarını almak için girişimlerde bulunsalar da aktif olarak sosyal yaşamda varlıkları genele yayamadıklarından dar bir alanda kalıyorlardı. Yine de kadın hareketinin başlaması önemsenen bir gelişmesiydi. Erkek egemen gücü kırmak sanıldığı kadar kolay değildi. İslamlaşmış Arap kültürü penceresinde bakıldığında kadının hak yoksunluğunu görebiliriz.

 

                            Cumhuriyet ve Kadın

      Var oldukları günden günümüze kadar; zorlu, yorucu, ateş çemberinde geçercesine, tehlikelere göğüs gere gere yaşam mücadelesi içinde konumlarını koruyabilmek adına direnen kadınlar; ayaklarından çok yürekleri, ruhları kanamıştır, yara almıştır. Medeni Kanun kabul edilmesiyle, önce uygulanan şeriat yasasındaki kadın erkek arasındaki inanılmaz uçurumu kapatmakla kalmamış daha fazlasını getirmiştir. Cumhuriyet güneşinin doğuşu ve aydınlattığı alanlar kadınlara için; yılların birikimi olan tutsak nefeslerini özgürce salıvermelerine, gün yüzüne çıkmalarına, hakları olan birey olma onuruna kavuşmalarına vesile olmuştur. Asırlardır kadının üstüne elenen baskı tozu Cumhuriyet kazanımlarının yarattığı rüzgârla uçup gitmiştir. Kadın önünü görmeye başladığı gibi yüreğindeki mücadeleci potansiyelini yaşama geçirmeye başlamıştır. Kanun önünde eşit olmak az şey mi? Elbette birçok çevre ya da beyin bunu kabul etmekten direnmiştir. Şimdi de o zihniyet bu haklardan rahatsızlık duydukları söylem ve uygulamalarıyla görülmekte.

      Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte cinsiyet ayırımcılığı ve eşitsizliği kaldırılınca; erkeklerle eşit düzeyde eğitim olanaklarına sahip olan kadınlar erkeklerle eşdeğer mesleklerde yer almaya başlamıştır. Hem de hiç zaman kaybetmeden.  

       “1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu ile kadın-erkek yasalar önünde eşit sayılmıştır. Kadınların medeni hakları koruma altına alınırken, çalışma hayatındaki konumları da yeniden düzenlenmiş ve bu sayede kadınların hayatın her alanında yer almalarının önü açılmıştır.  Benzer şekilde 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim alanında kadın-erkek eşitsizliği ortadan kaldırılmıştır. Kadınların toplumsal alandaki konumunun güçlendirilmesi, siyasi hayata katılımının da önünü açmıştır. Öncelikle sadece belediye meclislerinde seçme ve seçilme hakkı tanınan kadınlar, 1934’te milletvekili olarak seçme ve seçilme hakkına sahip olmuştur. Bu sayede artık Türk kadınına eşit yurttaşlık hakkı verilmiştir”.  Medeni Kanunun kabulüyle Türk kadının ulaştığı düzey, birçok Avrupa ülkesinin çok üzerindeydi. Öncü kadınların çalışmaları, liderlikleri, örgütlemeleri sayesinde süreç hızlı bir şekilde ilerlerken aksaklıklar da giderilmeye çalışılmış.

       Atatürk’ün Türk kadınına verdiği yüce değer sayesinde Türk kültürüne ve devlet yönetimine kazandırılan Türk kadını böylelikle toplumun her alanında söz sahibi olma şansını elde etmiştir. Gerisi çorap söküğü gibi işlemiştir. Edebiyatçılar, ressamlar, heykeltıraş, mimar, mühendis ve yaşamda var olan tüm meslek gruplarında çalışmanın yolu açılmıştır.

       En önemli kazanımlar; ”Daha önce birden fazla kadınla evlenebilen erkek, bundan böyle bir tek kadınla ve resmi nikâhla evlenmek durumundaydı. Aile kurumunun tek taraflı olarak feshi kaldırılıyor ve kadına da kocasını boşayabilme hakkı tanınıyordu. Evlenmede kadın ve erkeğe yaş sınırı konuluyordu. Evlenmede temsil yolu kapatılıyor ve karşılıklı rıza ile yasal yetkili önünde evlenme mecburiyeti getiriliyordu. Miras hakkından yararlanmada, cinsiyet farkı yok ediliyor, kadın ile erkek eşit sayılıyordu.”

      Atatürk'ün kadın konusundaki düşünceleri evrensel niteliktedir. Atatürk 1923 yılında; "Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir" derken ne denli doğru bir karar olduğunu kadınlar göstermiştir. Yıllarca ikinci sınıf vatandaş sayıla kadınlar; kadın olmanın, Cumhuriyet ve Atatürk’ün açtığı aydınlık, çağdaş, demokratik, modern, laik yolda ilerlerken; özgür iradeleriyle ve eşit haklardan yararlanmanın haklı gururunu yaşamaktalar.

       Cumhuriyet güneşiyle kuytu köşelere itilen kadınlar gün yüzüne çıkmakla kalmamışlar varlıklarıyla her işin üstesinde gelerek bunu kanıtlamışlar. “Saçı uzun aklı kısa” söylemini boşa çıkarmışlar. Eğitimleri sayesinde yaşamın her alanında varlıklarıyla kendilerini kanıtlayan kadınlarımızın çokluğu modern ve çağdaş bir ülke olmanın getirdiği kazanımlardır. İşte o başarılı kadınlarımızdan bir kaçı: Safiye Ayla (ses sanatçısı), Yıldız Moran (fotoğrafçı), Mualla Eyüboğlu (mimar), Afet Angın (öğretmen), Suat Berk (ilk kadın hakim), Dr. Safiye Ali (doktor), Semiha Berksoy (ilk kadın opera sanatçısı), Sabriye Aydemir (ilk veteriner), Süreyya Ağaoğlu (avukat), Vasfiye Özkoçak (ilk gazeteci), Neriman Altındağ Tüfekçi (İlk THM sanatçısı), Semiha Es (savaş muhabiri), Sabiha Gökçe (pilot), Behice Boran (siyasetçi),Nesrin Olgun (Manş Denizini geçen ilk yüzücü) ve devamında gelen nice başarılı kadın / kadınlar…

       Cumhuriyet demek kadınlar için özgürlük demektir. Cumhuriyetin 100. yılında karma eğitimin sakıncalarını dillendirmek;  kadınların kazandığı hakları kısıtlama, kız çocukların eğitimden uzaklaştırma, çağdaş eğitimden geri adım atma, 9 yaşındaki kız çocuğu evlenebilir söylemleri çocuk gelinlerin yolunu açtığı gibi inanılmaz boyutlara taşımasına yol açan düşünce ve girişimlerdir.

Kadın cinayetlerin artması ne yazık ki çok üzücü ve düşündürücü bir gidişattır. Kadın, kuma gitmek ya da üstüne kuma getirme dönemi bitmişken yenide düşünür olmak kabullenir bir durum değildir. Dini değerlerin ön plana çıkaran çalışmalar kazanılan hakları kaybetme tehlikesiyle yüz yüzedir kadınlar. Bu gidiş tehlikelidir. Kadına düşen öncelikli ve önemli görevlerin başında kazanımlarını vermemek için direnmeli, uyanık olmalılar. Çünkü sinsi ve karanlık emeller harekete geçmek için her zaman fırsat kollar. Günümüzde,    Atatürk’ün arzuladığı düzeyde mi, Türk Kadını? Ne yazık ki evet diyemeyiz. Her geçen gün geriye doğru bir gidişin olduğunu üzülerek görmekteyiz.

       Cumhuriyetin 100. yıllında; 'Kadın erkek eşit değildir' gibi söylemler hafife alınmamalı. Dinin baskılamak istediği kadın eğer geri adım atarsa bilsin ki arkası uçurum. Eş ve baba gelirine güvenip sosyal yaşamdaki konumunu kaybetmemeli. Aydın beyinler için okumalı, okumalı ki; emanet aldığı aydınlanma ışığını gelecek kuşaklara hırpalanmamış şekilde teslim edebilsin. Bu bir görev ve sorumluluktur, unutulmasın.

       Not düşelim: Ata’nın cevher kızları sporda üst üste kazandığı başarı ve altın madalyalar gururumuz. Yeter ki kadınlara engel olunmasın. Onlar hep mucize yaratacak gücü yüreklerinde taşıyorlar. “Gölge etmeyin başka ihsan istemez” diyor kadınlar.

      “Dünyada her şey kadının eseridir. Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar. M.K. Atatürk” Eylül  2023

Sayfa : 10