...
Başlık : DÜRMEÇ
Yazar : Emine Aydoğdu

Küçücük bir kulübe. Çatının üzerinden kuşlar geçiyor. Çatı kırmızı. Bir de uçurtma. Sarı. Gözün eriminde duruyor. Kuşların ardı sıra göğün kanatlarında dolaşmak istiyor. “Bırak ipimi, bırak ipimi,” diyor badem ağacına. Badem inatçı, dallarına doladığı ipi bırakmıyor. Uçurtma tedirgin. Salınıp duruyor boşlukta. Rüzgâr susarsa, o da susacak. Susmak istemiyor. Tek isteği, bulutları yarıp göğe varmak, mavinin eteklerinde usul usul salınmak. Bulutlar beyaz mı beyaz. Annemin sütüne benziyor. Badem ağacının tomurcukları patlamış. Onlar da beyaz.

“Saksıda yetişir mi badem?”

“Toprağın enginliği varken saksıya hapsetmek; bademi küstürür.”

Sesini duyuyorum; düşçül, çağrışımlı.

Sesini seviyorum; yankısını, sınırsızlığını.

“Hayat, ideallerle kıymetlidir. Yaşama amacımı kaybedersem, yarına uyanamam.” Sözünün ışığını hiç söndürmedim. İsyanlarımızı, öfkemizi, inadımızı, ütopyamızı, zamanın sayfalarına yazdığımız geçmişimizi de.

Anımsamak; an’larla örülü; an’lar yalıtılmış değil, diğer an’lardan.

“Yarın” demiştin.

Yarın, hayallerimizin yeşereceği bahçeydi.

Dürmeç: “Yarın çok uzak. Yaşam devinim haindeyken, yarını beklemek, hayatın gözlerini bahaneye çevirir.”

Dürmeç’in hayalleri bütün sınırları ihlal ediyor. Ehlileşip evcilleşmiyor. Bedelini ödediği bir hayatı yaşadığı için uzlaşmayı reddediyor. Gökkuşağına mektup yazıp, yıldızlara düğüm atıyor.

Kapanan kapının sesiyle irkiliyorum. Rüzgâr.

“Gece uyumadan seni konuştuk. Yatağa uzanıp sustuk. Sustukça sana sığındık. Uyuduk sana uyandık.”

Dürmeç; keçilerin çalılara takılan tiftiklerini toplayıp uçurtma ipi yapacağını söylüyor. Toprak ıssız, orman ıssız, güneş ıssız. Deniz salıncakta sallanıyor. Dalgaların sesini duyan Dürmeç kıyıya kadar koşuyor. Kulağını kumlara yaslayıp sesleri dinliyor. Anlatırken gözlerini gözlerimden ayırmıyor.

“Dünyayı dalgaların sesinden dinliyorum. Zamanı da. Yeryüzünün kapağı yok. Toprak, kapak değil. Deniz de. Seslerin doğuşunu, yıldızların ışığını görüyorum.”

Senden öğrenmiş hayatın sahip olunacak bir şey olmadığını.

Keçilerle konuşuyor. Hepsini tek tek kucaklıyor. Yılmıyor.

“Keçilerin çobanı mısın?” diye soranlara.

“Çobanlık insan düşüncesinin ürünü. Keçiler insan gibi düşünmez. Onlar, söz dinleyip boyun eğmezler.” Diyormuş.

Boyun eğmedikleri için Dürmeç onları çok seviyor. Dağların sarp kayalarına aldırmadan, uçurumların kıyısında, keçilerle birlikte koşup duruyor. Hepsi beyaz. Yeni doğan siyah yavru, Dürmeç’in yanından ayrılmıyor. Dürmeç, bütün keçileri şefkatle okşuyor. Dokundukça bedenlerinin kokusu birbirine bağlanıyor. Evcilleştirmeden, doğal yaşam yolunu bulmuş.

Önyargı ve klişelerle dolu algımı, sağarak boşaltıyor. Düşünce ve bedenimde boşluk yaratıyor. Hafifliyorum. Sen gittiğinden beri her gece ateş yakıyor. Sönene kadar bekliyor. Yazdığı öyküleri okuyor.

“Hep bugünden söz ediyorsun?”

“Ya geçmiş?...”

“Yaşamın geride kalan canlı izleri.”

“İyileşme ihtimali olmayan yaralar desek?”

“Hayır! Bugünün içinde büyüyen gelecek.”

“Damardan boşalan kan”

“Karanlık.”

“İnsan eti kokan alevler.”

“Annemin beyaz arabası.”

“Alevlerin içinde büyüyüp, küle dönen çığlıklar.”

“Korların üzerinde zorla yürütülen kadınlar.”

“Ölüme sarılmış çocuklar.”

“Korkuyorum.”

“Geçmiş bir türlü geçmiyor.”

“Korku insanı güvende tutmaz.”

“Geçmiş, ondan korktuğunda seni teslim alır.”

“Her şeyi ayrıntısıyla nasıl anımsıyorsun?”

“Hafızama kök salmış.”

“Hafıza düşünceyi besliyor.”

“Katılıyorum.”

“Hafızası olmayanın düşüncesi olabilir mi?”

“Kökten sorgulama.”

“Çocukluğun seni hiç terk etmedi. Bunca acıya rağmen.”

“Acı geçicidir. Pes etmek sonsuza kadar sürer. Masumiyeti yitirmek gibi.”

“Çocukluğunu kaybeden masumiyetini sonsuza değin yitirir mi?”

“Çocuk… Kendiliğinden dönen bir tekerlektir,” demişti Nietzsche. Masumiyeti ve isyanı temsil eden çocuktur.”

“Dünyanın sesine sırt çevirirsen, çocukluğun seninle kalır. Dünya seni devşiremez.”

Sözcükleri dilinde sıkıştırıp ateşe atıyor. Dürmeç konuştukça ateş harlanıyor.

Keçiler, dağın yamacında uykuya dalmışlar. Siyah oğlak yanımızda. Gökyüzü damlamaya başladı. Damlalar, geceyle beraber koşuyor. Dürmeç, topladığı tiftikleri taradı. Eğirme işini sabaha bıraktı.

Yağmur, sabaha kadar yağdı. Şafağın sökmesi gecikti. Saat sabahı gösterse de gecenin hükmü hala sürüyor.

Badem ağacının tomurcukları, sarı uçurtma, gitmiş. Ne çıtası, ne bezi, ne ipi. Keçiler, onlar da yok. Siyah oğlakla Dürmeç, toprağın üzerinde sarmaş dolaş uyuyorlar.

Kuru odunları birbirine çatıp ateş yakıyorum. Toprak aydınlanıyor. Dürmecin sesi oğlağın melemesine karışıyor. Siyah oğlak beyaza dönüşüyor. Ateşin içinden geçip, ufka doğru koşuyorlar.

Sayfa : 21