...
Başlık : Yanılsama
Yazar : Ayşe Ege

Çok eskilerde bir gün, “senenin en muazzam filmi” afişini bir at arabasının arkasında sokağımızdan geçerken gördüm. Afişteki genç adamın küskün bakışlarıyla göz göze gelince kalp atışlarım hızlandı, kaygıyla karışık saf merakım sabaha dek uyutmadı beni.

Oysa bir önceki filmin etkisinden henüz kurtulabilmiş değildim. Onca bağırış, yakarış (canına kıyma feryatları)  fayda etmemiş, biçare herkesin önünde  kör bir kuyuya atmıştı kendisini. Sinemayı boşaltırken hıçkırıklarımızı tutamıyorduk.

Mahalleli bu durumu uzun süre tartıştı.
“Ne yapsın namusunu kurtardı ...” dediğini duymuştum yan komşunun, pencereden sarkarak  karşı komşuya.

Sonraki gün at arabası aynı afişle gene geçti evimizin önünden, sonraki gün gene. İş çığırından çıkmış, günde birkaç posta geçmeye başlamıştı. Günlerdir sokaklarda dolaştırılan afişin sonunda kenarları yırtıldı, uçları kıvrıldı, rengi soldu. O zeytin karası küskün bakışlar  bile griye dönmüştü.

At arabasının her geçişinde, Fatma Kadın’la kapının önüne koşuyor, ardından endişeli bakıyorduk; bütün komşular, hemen herkes ya dışarı çıkıp kapıdan ya da pencereden başını uzatıp afişi seyrediyordu.

Artık ne bir önceki film ne diğerleri… Aklımdan çıkmıyordu o bakışların altındaki  gizem.
“Seyredince bana da anlat,  e mi,” dedi emektar Fatma Kadın, alnını kırıştırarak.
“Neden bizimle gelmiyorsun?”
“Sarhoş Şakir salmaz.”
“Haberi olmaz ki,” dedim.
“Her gün buraya yemeğe geliyor ya,  nasıl  olmaz?”

Saçlarına doladığı tülbentin ucuyla gözlerinin nemini aldı. Şakir’den söz açıldığında, elinde değil gözlerine yaş dolardı kadının. Güldüğünü ya da gülümsediğini görenimiz hiç olmamıştı. Öyle şikayet falan da etmezdi Fatma Kadın. Ama bir gün, “Bu sarhoşu bırakıp gitsem elalem ne der acep,” dediğini bizzat kulaklarımla duymuş, için için sevinmiştim. Ama  gidemedi, zaten gidecek  yeri de yoktu kadının.

O günlerin birinde Fatma Kadın’la alışverişe çıkmış, dönüş yolunda Şakir’in kalaycı dükkânına da uğramıştık. Dükkân demeye bin şahit ister. Gün ışığının içeriye girmediği izbe bir yerdi burası. Siyah şalvarlı bu sert bakışlı adam, oturduğu ateşin karşısında öyle ürkütücüydü ki.  Üzerimde çok kötü bir izlenim bırakmış birini anımsattı bana. Hafızamı biraz kurcalayınca, onun, “adalet” filminde gördüğüm o İblis’in ta kendisi olduğu kanısına vardım.

Üzerinden çok geçmedi, o İblis ya da Sarhoş Şakir, emin değilim, ikisinden biri rüyama girdi. Ateşler içinde kusarak uyanmıştım. Uzun bir süre sinemaya gitmem yasaklandı. Kaçırdığım filmler aklıma düşünce, içim bir tuhaf olur, hüzünlenirdim. Yasaklı olduğum o günlerin acısı hala arada  yoklar beni.

Sarhoş Şakir,  bağırış çağırış gelirdi öğle yemeklerine. Sallanarak geçtiği sokaklarda, çocuklar kaçacak delik ararlardı. Günün hangi saatinde kapıyı çalacağını hiç kestiremezdik. Aç bi-ilaç girdiği avluda son bir hamleyle attığı nara ödümü patlatır, korkudan karyola altlarına saklanırdım. 
“Fatma Kadın çabuk buraya gelsin!”

Avluya açılan mutfak kapısından içeri alırdı Fatma Kadın onu, bizlere karşı biraz mahçup. Önüne yiyecek bir şeyler koyardı. Karnı doyunca çocuk gibi sakinleşen adam, hiç birimize görünmeden bir kedi sessizliğiyle çekip giderdi. Sık olmamakla birlikte bazı günler mutfakta kimsenin olmadığı  anı kollar, basardı dayağı kadına.

Bu yüzden ondan söz ederken isminin önüne hep Sarhoş’u getirirdik, suratımızı ekşiterek.

Nihayet beklediğim gün gelmiş, mahalleliden oluşan küçük bir grupla sinemanın yolunu tutmuştuk. Sokaklardan geçerken aramıza katılanlar oldu. Sinemaya girince birkaç locaya dağılarak heyecanla beklemeye başladık. Gürültüden birbirimizin ne dediğini anlamasak da, hiç susmuyor sürekli konuşuyorduk.

İlk zilin çalmasıyla (bildik kapı zili), sesler alçalarak uğultuya dönüştü. Sonra ikinci zil(heyecanı doruğa çıkaran zil), üçüncü ve  film başladı. Herkes sus pus. Yalnızca çekirdek çıtlamaları geliyor kulağımıza. Dokunaklı müzik olacakların habercisi sanki. İçimizi oyuyor. Aramızda peşinen ağlayanlar bile var. Hepimiz üzgün bakıyoruz perdeye.

Zavallı Nejat, içine düştüğü bu aşk girdabından nasıl kurtulur.  Zülal’e duyduğu aşkın ne tarifi var ne karşılığı. Öyle acıklı bir durum ki… Müzik inliyor, Nejat ağlıyor, biz hem ağlıyor hem  de konuşmaya başlıyoruz.

Sonra, nasıl oldu anlamadık, birden Namık diye bir adam çıkıverdi ortaya. Çıkmadı da bir el sanki önümüze attı onu. Züppe!  Çok geçmedi, Zülal’in gönlünü çeldi, apar topar evlendiler. Müzik inim inim inlerken, Nejat bir kere daha yıkıldı.

Olaylar ardı ardına baş döndürücü bir süratle gelişirken, bize üst üste olmuş da altında kalmışız gibi geldi. Omuzlarımız iyice çökmüştü. Birkaç saniye içinde duvardaki takvimden dökülen yapraklar yılları gerilerde bıraktı. Bu arada Nejat ünlü bir yazar olmuştu. Çok sevindik. Çünkü ortalıkta avare dolanıp duruyordu…

Zülal ise mutsuzdu.

Hastalandığı haberini alan Nejat yalıya koştu.  Sevdiği kadını kollarının arasına aldı. İşte tam bu esnada, Namık’ı elinde tabancayla yalının kapısından girerken gördük.

Huzursuzluğumuz had safhaya çıkmıştı. Ön sıradaki seyirciler önce bir dalgalandılar, ardından da ıslıklarıyla yeri göğü inlettiler. Niyetleri yalıdakileri uyarmaktı ama heyhat seslerini duyuramıyorlardı.

İçimde bir his, kötü şeyler olacak. Kendimi tutamayıp yerimden ok gibi fırladım; locanın kapısını açtım, sıraların arasından koşarak perdenin önündeki sete zıpladım. Seyircilerin şaşkın bakışları arasında gözümü kırpmadan kendimi Nejat’a siper ettim.

Boşa çabalıyorduk…

Saydım, Namık tam üç el ateş etti Nejat’a. Sonra elindeki tabancayı kafasına dayadı. Gözlerimizin içine bakarak son kurşunu da kendi kafasına sıktı ve öldü. Doktorlar Nejat’ı hayata döndürdüler. Bu arada Zülal de hastalığını atlattı.

Fatma Kadın başı önünde, sessiz dinledi anlattıklarımı. Ağlıyor sandım. Başını kaldırdığında gözlerinde yaş yerine derin bir acı gördüm.
“Allah herkesi sevdiğine kavuştursun,” dedi yutkunarak.

Konuşurken titreyen çenesini güç zapt ediyordu, sonra kontrolünü kaybetti başladı ağlamaya. Hıçkırıklarının arasında anlam veremediğim tek tük kelimeler, biraz sakinleşince cümlelere dönüştü.
“Ben de güzeldim, bu söylediğin Zülal’den farkım yoktu o vakitler. Bitişiğimizdeki evin altında bir dükkânda çalışan bir oğlanla uzaktan bakışırdık. Sonra bir arkadaşını gönderdi yanıma, sokakta yalnız başıma yürürken. Çıkma teklif ediyormuş… Bir şey diyemedim çocuğa ama ne yalan söyleyeyim içimden kabul ediverdim.

Nerde bende o cesaret, bir defa olsun çıkabildin mi diye sorsana. 

Yemeden içmeden kesilmiştim. Analığım durumu anlayınca ortalığı velveleye verdi, bu kız aşık diye. O akşam temiz bir dayak yedim babamdan.  Ben bir şey yapmadım dediysem de dinlemedi, yaradana sığındı bastı sopayı üzerime. Bir daha da sokağa salmadı beni. Alın yazısından gayrisi olmuyor. Benim alnıma bu Sarhoş Şakir yazılmış, nedeyim, nerelere gideyim.”
“Belki bir gün siz de Nejat’la Zülal gibi…”
“Şunun dediğine bak hele, ağzından yel alsın kız. Beni elaleme rezil mi edeceksin.”
“Belki bir gün Sarhoş Şakir de canına kıyar, Namık gibi…”
“Canı tatlıdır o zıkkımın kökünü içesicenin; şöyle kendini bir vursa ah… Ne demişler, Allah el kınamaz ayrılığı versin, başka da bir şey demeyeceğim.”  

Tam bu esnada bahçe kapısı ağır ağır açıldı. Başımızı heyecanla o yana çevirdik. Bir kurtarıcı bekliyorduk, bir anda her şeyi değiştirecek… Oysa gelen Şakir’di. Sallanarak girdi avluya; o nara atma arzusuyla çarpan kalbinin sesini duyar gibi oldum.
“Fatma Kadın çabuk buraya gelsin!”

İnce bedeni yaprak gibi titredi kadının. Kısık gözlerle baktı adama.  İçimde bir his, kötü şeyler olacak.

Şakir  avlunun ortasına doğru yalpalayarak yürüdü ve sabit bir noktada kendisini dengeledi. Ceketinin düğmelerini ağır ağır çözüyordu, dikkatle izlendiğinden emin. İçinde biraz da fiyaka kokan bu ağırdan alış, gerilimi had safhaya çıkarmıştı. Tıpkı bir film gibi… Nefesimizi tutmuş hiç ses etmeden seyrediyorduk. Sonra iç cebinden bir tabanca çıkarttı, biz kendisini vuracağından emin öyle bakarken, o namluyu birden Fatma Kadın’a doğrulttu, “al sana” gibisinden tek bir kelime dahi etmeden tetiğe bastı. Gafil avlanmıştık.

Yok hayır, öyle olmadı.

Şakir, elindeki tabancayı yere düşürdü, sarhoş işte. Fatma Kadın  bir koşu gitti yerden kaptığı tabancanın namlusunu Şakir’e doğrulttu; içim buz gibi olmuştu. Gözünü kırpmadan geriye birkaç adım attı ve durdu. Kendinden emin bir görüntü çiziyordu. Davranışlarındaki kararlılık kanımı dondurmuş, izliyordum. Birbirlerini tartar gibi uzun uzun bakıştılar. Sonra tek bir kelime  etmeden bastı tetiğe Fatma Kadın. Saydım tam üç el ateş etti.

Ya da bana öyle gelmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sayfa : 10