...
Başlık : SEL
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

Biliyor musun Semiha Abla benim bir anneannem vardı. Bütün mahalle ona “Ayşanim” derdi. Pırıl pırıl tertemiz, titiz, tülbendi her zaman kar beyazdı. Rüyamda gördüm onu bu gece. Benim elimde beyaz bir çile yün, o, yumağa sarıyordu. “Senin çileni sarıyorum Gül kız, az kaldı bitecek” dedi. İşe başlayacağım malum oldu herhalde. Beyaz, temizlik, ferahlık, bugünden sonra her şey çok güzel olacak. Çilem bitecek inşallah. Ne çok severdim onu, “Gül kokulum” derdi bana. Ne zaman güller açsa aklıma anneannem gelir. Artık güller açmıyor.

Çok uğraştım bu işe girmek için. Bir şeyi çok istersen olur, diyorlar ya, bu çok doğru inan ki. Hatice’nin kocası o fabrikada ustabaşı, istediğini işe aldırıyor. Hatice’yi görüyorsun, nasıl ırlana ırlana yürüyor. Küçük dağları o yarattı haspam. Benim eltinin ahbabı ya Hatice, yalvar yakar oldum. “Beni de işe aldırsın kurbanı olurum” dedim. Evini temizledim, bir iki defa yaprak sarıp götü-
rüverdim. Ara sıra börek açıverdim. Oldu be Abla. Aldırdı beni işe işte. İlk maaşımı alayım. Elim bir para görsün. Bak neler yapacağım.

Bir çamaşır makinem olsun başka bir şey istemem. Şöyle taksitle azar azar öderim. Çamaşırlar içinde dönerken belki talihim de döner. Üç tane çocuk, ikisi okula gider, birinin altı bezli. Koca çocuklar ama ikisi de geceleri hâlâ yatağa işer. Ne yapsam fayda etmedi. Onları bir doktora götürebilsem, sabahları kalkarken utanmaz çocuklar, babalarından da bu yüzden dayak yemezler. Beslenme çantalarına ben de pastane işi hamur, bir de muz koyarım.           

Adamın iş giysileri öyle kirli paslı ki her gün bok yıkamaktan bıktım inan. Nereye gitsem o koku, sanki üstüm başım, saçlarım, iç organlarım, ağzımın içi bile öyle kokuyor. Adama “çık o işten, senden başkası yok mu, her seferinde neden seni indiriyorlar bok çukuruna” deyince öyle bir kızıyor ki… Diklensem bir iki çırpıştırıyor. Sümsük benim adam, gücü ancak bana yeter. Ba-şındakilere gıkı çıkmaz. Ona kazalasyon mu kazalizasyon mu ne deniyormuş, adı değişince koku değişiyor sanki, hep aynı koku. Bir de akşamları tenime dokunuyor ya, sanki tırnaklarından ağzıma giriyor. Bir çamaşır makinem olsun her şeyi yıkarım, temizlerim. Pırıl pırıl olur dünya. Suları da bol bol kullanırım artık, az kullan da diyemez benimki. Şakır şakır yıkarım her şeyi. Temizlik gibisi var mı?

Benim anneannem de öyle pir-ü pak bir kadındı. Eli, yüzü, gönlü temizdi. O gün de her yeri temizlemiş. Maketin üstüne oturmuş, camdan sokaktan geçenleri seyrediyormuş. Onun evi çay kenarındaydı. Camdan her geçenle bir iki laflardı. Mahallenin çocukları ekmeğini alır, gençler hal hatır sorar, bir işi, alınıp satılacağı varsa hiçbiri yüksünmez yapıverirdi. Evin içine girince mis gibi kokardı. Sobasının üstünden limon kabuğu, çamaşır çekmecesinden hamam sabunu eksik olmazdı. Yağmur yağmaya başlayınca camı kapamış. Kulakları da pek iyi işitmezdi zaten. Sokakta olup biteni duymamış, aklına bahçedeki asılı çamaşırları gelmiş. Islanmasınlar diye toplamaya çıkmış. Ne olduysa o bahçedeyken olmuş. Yağmur arttıkça çayın suyu kabarmış, anneannemim hiçbir şeyden haberi olmamış. Birden sel gelmiş her yeri sular basmış, pencereden içeri su dolmuş, önce odadaki dikiş makinesi kapının önüne gelmiş, kapı kapanınca evin içi su dolmuş, sokaktan geçenler Ayşanim diye bağırmışlar ama o duymamış. Bahçede ne yapacağını bilemeden dönenip durmuş. Birden kapı açılıp sular bahçeye hücum edince tulumbanın yanındaki vişne ağacına sarılmış. Bir saatten fazla orada öylece kalmış. Bağırmış çağırmış ama kimse akan suların içine girip onu kurtaramamış…   

Bir de koku alacağım Semiha abla. Şöyle sokağa çıkarken, yatağa girerken sürünsem ne güzel olur değil mi? Adam fark eder mi ki benim kokuyu. Burnu bok kokusuna alışmıştır. Anlamaz. Belki de anlar. Değişik ya, anlar anlar.

Tedirgin uyudum Abla. İlk gün işe geç kalmayayım, servisi kaçırmayayım diye saati de kurdum ama uyur uyanık sabahı ettim. Saat altıydı kalktığımda. En küçük Sedef’imi uykusunda anneme bıraktım. Aynı bahçe içinde evi ama olsun, yine de üşümüştür bebem. Bakalım bütün gün ne yapacaklar? Gerçi alışık anneannesine ama yine de arar beni, emziriyorum daha. Bu arada memeden de kesilir, belki de böylesi daha iyi. İpek kızı şehirli gibi büyüteceğim. Mamaya başlayacak bugün annem, bir tencere de çorba pişirip, bıraktım dünden. Oğlanlar okuldan gelince içirsin, diye annem. Hasan’la Hüseyin köyde doğdular ama onlar da İstanbul’da okuyup adam olurlar. Biz köyde olamadık, doyamadık, abla. Benim adam teyze oğlu, her şey bildiğin gibi. İstanbul’a gelince bazı şeyler değişir dedik ama köyde ben uğraşırdım ahırda, burada o uğraşıyor bokla. “Ben de çalışırsam eve biraz daha para girer çocuklar ilerde rahat eder” dedim Abla. Sen uyuyorsun Abla. Ben sabahtan beri kendi kendime mi konuşuyorum?

“Sen de gözlerini kapa Nuriye, serviste dinleniriz biz. Bak senden başka kimsenin sesi çıkıyor mu? Nazmiye, Rukiye birbirine yaslanmış ikinci rüyalarını görüyorlar. İşte şimdi de Sema’yla Fatma biniyor. Az öteden de Necibe’yle Sultan’ı aldık mı, yarım saat sonra işteyiz. Bir tek Pazar tatilimiz var. Onda da ev işinden, çocuklardan cılkımız çıkıyor. Bu sabah serviste uyumazsak bütün gün nasıl dayanırız kızım? Dinlenelim ki, işte bir hata kusur olmasın, yoksa kimse gözümüzün yaşına bakmaz. Kapının önünde buluruz kendimizi.” “Anladım Abla ama insan heyecanlanıyor ne de olsa. Sen uyumana bak, araba durunca ben seni uyandırırım, uyuyamam nasıl olsa, merak ediyorum her şeyi. Ne olacak, nasıl olacak? Bir de çevreyi görebilsem, bu arabanın da camı mamı yok ki etrafı seyretsem yolda giderken. Uyumuş yine Sabiha ablam.”

Bari saçlarımı tarayayım, sabahın köründe hiç kendime bakamadım. Çoluk çocuktan insan kendini görmüyor vallahi. İlk gün güzel görüneyim. Şu köşedeki son binen ikisi ne konuşuyorlar acaba fısır fısır. Bir oğlandan söz ediyorlar gibime geldi. Aman, bana ne. Kim ne konuşursa konuşsun, genç kız onlar, bir şeyleri vardır. Bir de ruj sürseydim ne güzel olurdu ama yok ki…      Şu tarağı çantama koyayım. Bir su sesi mi geliyor ne?

Yok değildir. Yağmur çiseliyordu arabaya binerken.
 Koskoca İstanbul’da yollara da sel gelecek değil ya. 
Anne, Sedef…

Gazetede bir haber: İstanbul’da tekstil fabrikasında çalışan kadın işçileri taşıyan minibüs sele kapıldı, sekiz kadın boğularak öldü. Kadınlardan biri elinde tarağını sımsıkı tutuyordu

 

 

 

 

 

Sayfa : 10