...
Başlık : “O müzik sustu,” dedi Şair
Yazar : Filiz Bilgin

“Yazar, kimliği yalınkat bir insan değildir; onun varlığı bir kimlikler bileşkesidir ve yaratırken yöneldiği -bilinçli ya da bilinçaltı- kimlik seçimine okur olarak saygı duymamız gerekir, diye düşünüyorum.” diyerek kadın edebiyatı kavramına sıcak baktığını belirten Erendiz Atasü’nün son öykü kitabı “Şairin Ölümü” dokuz öyküden oluşuyor.

İlk öykü “Bir Başka Fahriye Abla”da orta yaşlarını geride bırakmış kadının anneannesine evlenirken verilen, anneannesinin de annesine evlenirken verdiği bir besleme olan Fahriye Nine anlatılır. “Eylemlerle paralanan bir ülkede” kadının gördüğü bir rüya üzerinden geriye dönüş tekniğiyle anlatıcının çocukluğu, annesi-babası, anneannesi, Fahriye Nine ve Fahriye Nine’nin kız kardeşi “asi” Bahriye öykülenir. Besleme olmanın ağır yükü “Hep dinleyen ve uyan, hiçbir zaman tepki vermeyen bir hayat. İnsan kılığında bir ev hayvanı ya da insan kılığında mükemmel bir robot! Nasıl olup da çatlamamıştı!” cümleleriyle hissettirilirken bu ağır yükün ödülü “Darülaceze’de ölmeyecekti, kimsesizler mezarlığına atılmayacak, ölüsüne kadavra denmeyecekti, onun bir mezar taşı olacaktı;” iç dökümüyle aktarılır

. “Füg” öyküsünde kadınlık sorunları ince bir ustalıkla yer alır. Vicdan öğretmenin evine bir gece yarısı yardımcısı Fadime ve kızı Ayten’in gelmesiyle geriye dönüşler, hatırlamalar ve çağrışımlarla şekillenir öykü. Fadime’nin “Abla bu gece sende kalabilir miyiz?” sorusuyla Vicdan öğretmen kendi çocukluğuna gider. “…Vicdan çocuk anlamlandıramıyor, ülkelerin dünyasında olup biteni; anlamlandıramıyor, kişilerin dünyasında olup biteni de. Onu kucağına alıp seven, lepiska saçlı kuzum diye saçlarını okşayıp öpen dayısı, ona çikolata alan, Beyoğlu’ndan oturdukları Fatih semtinde asla bulunmayan oyuncaklar, şekerlemeler getiren dayısı niçin canını yakıyor! Acıyor dayı! Dayan lepiska saçlım, az kaldı!” cümleleriyle anlatılan “tasallut”, ve Vicdan’nın yıllar öncesinde kalan “tasallut” tan kaçış anıları, Ayten’nin “tasallut” tan kaçarak kapısına gelmesiyle canlanır.

Kadın hallerinin anlatıldığı diğer bir öykü de “Sinema Tutkusu”. “Sinema tek özgürlük alanıydı” cümlesiyle başlayan öykü seyredilemeyen film üzerinden geçmişte elde edilemeyen şeylerin kahramanın önüne bir duvar gibi dikilişi, o noktada yaşamdan duyulan sıkıntı, bıkkınlık mutsuzluk ve kırk yıl sonra ikinci kez aynı filmi izleme fırsatının kaçmasıyla çöküş yazar tarafından ustalıkla işlenir.

Kahramanın adını zar zor hatırladığı eski arkadaşıyla tesadüfen karşılaşması ve arkadaşının Leyla’nın öldüğünü söylemesiyle “Leyla Ya Da Anılar Da Değişir” adlı öykü başlıyor. Mektuplar aracılığıyla geri dönüş tekniği kullanılarak kahramanın sevgilisi X’in Leyla yüzünden kahramanı terk etmesi, sonra X’in, nişanlısı Sercan’ı da terk etmesi, daha sonra Leyla’yı terk edip Sercan’a dönmesi, nihayetinde Sercan’la evlenmesi ama sonunda ondan da boşanması öyküleniyor. Kaçınılmaz yaşlılıkta anıların kıymeti “Bunca yıl sonra, Leyla ölmüşken, X, Selcan’dan boşanmış, kim bilir kiminle birlikte ve kim bilir nerede yaşlı bir adamken ve sen torun torba sahibi ihtiyar bir kadınken, hâlâ inanamıyorsun. Çünkü hâlâ körpe bedenini, sevdiğinin yağız bedenine bağlayan o somut ışık dalgalanıyor gövdenin kuytusunda. Yegâne gerçek olduğunu haykıran o bağ… Artık seninle hiçbir ilgisi kalmamış o uzak genç kızı senin ihtiyar tenine bağlayan anı…” cümleleriyle duygusal bir şekilde aktarılıyor.

Erendiz Atasü pişmanlıklar ve bunun sonucunda meydana gelen mutsuzlukları ele aldığı “Tuhaf Bir Sindrella Öyküsü Ya Da Aşırı Yorum” öyküsünde yazma ve yazarlık üzerine eleştirilere de yer veriyor. “Dünyanın en zengin dilinde bile, sinir liflerinin titreşimlerine, kıvrılıp bükülmelerine, gerilip kopmalarına karşılık gelebilecek yetkinlikte bir sözcük hazinesi yoktu! Yazarın önünde iki yol kalıyordu; duyguyu yansıtabilmek için olayları abartma ya da tek bir ânın prizmasında yansıyan, kırılan, yutulan duygu tayfını betimleme.” veya “Özyaşamsal metinler yazmaya girişen her yazarı bekleyen tuzağa düşmüştü: belleğin güvenilmezliğiydi bu tuzak. Unutulamayan duygulardı; olay ayrıntıları yılların ağırlığı altında ezilip siliniyordu.” benzeri cümleler öykü içinde ayrı bir kıymet taşıyor.

Kitaba adını veren “Şairin Ölümü” öyküsü, orman bekçisinin oğlunun “ormanla yaşadığı özgür uyumu”nun anlatılmasıyla başlıyor. Metin ilerledikçe Rus şair ve oyun yazarı Vladimir Mayakovsky’nin yaşamından esinli olduğu hissettiriliyor. Şairin, devrim ile ilişkisi; devrim öncesinde “Devrimin aydınlara sanatçılara ihtiyacı vardı, eli silah tutanlar kadar kalem ve fırça tutanların da katkısına” duygusuyla başlayıp devrim doğduğunda “Sonunda devrim doğmuştu! Kölece yaşantıları insani boyuta taşımaya yeminli devrim. İnsan emeğini kutsayan, aydınlarını sanatçılarını baştacı eden devrim.” duygusuyla gelişip ve devrim sonrasında “Kitlelerin anlayamayacağı şeyler yazıyorsun yoldaş” engeliyle ilerler.

Yazarın hayali bir ülke diye belirttiği, daha önce de bu ülkede geçen metinler yazdığı Baharat Ülkesi’nde geçen yeni bir öykü, “Baharat Ülkesi’nden Bir Aydın” öyküsü. Baharat Ülkesi’nin bir aydını olan Mişal’in hayatı, bir dönem hayatına girmiş kişiler tarafından geriye dönüşlerle, iç döküşlerle zenginleştirilerek anlatılır. Kurgu açısından dikkat çekici olan bu öyküde Baharat Ülkesi’nde yaşanan siyasi olaylar tanışlık duygusunu uyandırıyor. Kitabın son öyküsü, “Pruva Şehir Devletinin Sulara Gömülmesi” adlı öykü. Oldukça uzun olan bu öykü yine hayali bir şehir devletin işgali, kurtuluşu ve kurtuluş sonrasının anlatıldığı geniş bir zaman dilimini, olayları ve kişileri kapsıyor.

Bilinç akışı sayılabilecek geriye dönüşler, çağrışımlar, rüyalar, hatırlamalar ve iç konuşmalar ile öykülerini detaylandıran Erendiz Atasü, Şairin Ölümü kitabıyla kadınlardan siyasete, yaşlılıktan edebiyata, kurtuluştan çöküşe kadar bir çok konuya, unsura ve göndermeye yer vererek okuyucuya çok katmanlı zengin öyküler sunmuş.

Kaynak: Atasü, E. (2019) . Şairin Ölümü, İstanbul: Can Yayınları.

Sayfa : 6