...
Başlık : KAĞIT KESİĞİ
Yazar : Aslı Zorba

Koridordan gelen konuşma ve ayak sesleriyle uyandım. Saat dokuzu geçiyordu. Otel odalarının benim için vazgeçilmezi olan kalın güneş geçirmeyen perdeler sayesinde bu saate kadar uyuyabilmişim. Ah şu gürültüler de olmasaydı.

İki perdenin birleşim yerinden sızan incecik ışık huzmesini takip ediyorum. İçinde uçuşan toz zerre- cikleriyle beraber koltuğun üzerindeki pantolonumu ve yerde duran ayakkabılarımın tekini aydınlatıyor. Yatakta sırt üstü dönüyorum. Düne gidiyor aklım. Tüm sinirlerim alınmışçasına öylece tavana bakıyorum. Ne yataktan çıkmak ne de içinde güzelce kamufle olduğum pikeyi bırakmak istiyorum. Ölüm meğer ne ka- dar keskin bir şeymiş. İnsan birden sanki hiç olmamışçasına yeryüzünden kaybolup gidiyormuş. Zamanla küçülen ama hiç iyileşmeyen bir kâğıt kesiği bırakıyormuş sevdiklerinin kalbine. Ölüm haberini aldığım ana gidiyor aklım. Barış’ın dağılmış sesi sadece “Gitti.” dedi. O kadar. Telefon hatları kalplerin de iletişimini sağlıyormuş meğer. Karşılıklı dakikalarca ağlayıp tek laf edemeden kapatınca anladım bunu. Evet hastaydın. Evet durumun arada değişimler gösteriyordu. Ama daha 32 yaşındaydın.

Koridordan tekrar sesler geliyor. Bir erkek çocuğu hararetle bir şeyler anlatıyor. Sonra yine ayak sesle- ri… Kahvaltının 07-10 saatleri arasında olduğunu söyleyen resepsiyon görevlisinin sesi kulağımda beliriyor. Yataktan kalk, perdeyi aç, üstünü değiştir… Aklımda peş peşe yapacaklarımı sıralayınca içim sıkılıyor. Kafamı yastığa gömüp bir çığlık atıyorum. Zorla yataktan çıkıp perdelere yöneliyorum. Perdeyi açmamla birlikte yüzüme çarpan güneş sinirlerimi geriyor. Aynı hızla perdeyi kapatıp yatağa oturuyorum. Kafamda biriken düşünceler o kadar fazla ki içerideki sıkışıklıktan hiçbirini net göremiyorum. Ellerim yatağa dayalı öylece halıya bakıyorum. Halı krem rengi ama dikkatle bakınca üzerindeki leke dalgalarını görebiliyorum. Tam sağ ayağımın yanında duran siyah iz neyden kalmış acaba? Kim ya da kimler bırakmış bu izi? Hikayesi ne? Mutlu bir andan mı yoksa mutsuz bir andan mı hatıra? Tek ben miyim acaba izlere, hikayelere, duygulara takılan? Seneler önceydi. Beraber Galata’ya çıkmıştık. Mevsim bahardı. Tatlı bir esinti, ısıtan ama yakmayan bir güneş vardı. “Yıllar yıllar önce bir adam buradan kanat takıp uçmuş. Şimdi biz onun uçtuğu kuleden onun çok yabancı olduğu bir manzaraya bakıyoruz. Ne garip değil mi?” demiştim. “Hayat kısa sen uçuşu hatırla. Uçmak istemiş ve uçmuş mu? Uçmuş. Niye yorarsın o güzel aklını bunlara bilmem.” diye cevap vermiştin. “Hayatın kısa olmasıyla ne alakası var bunun Allah aşkına?” demiştim. “Ne bileyim ben de onu düşündüm demek ki.” demiştin. İnsan ölümü çağırıyor mu acaba? Çağırmasa niye 32’sinde gelsin ki. Bu kadar gençken; bu kadar hayat doluyken…

Hani çocukken ölmüşlerimizin gökyüzünde yaşadığına inanırdık. Cidden oralarda bir yerlerde olabilir- ler mi acaba? Uzayda var olduğuna inanılan yaşam aslında onlara ait olabilir mi? İnsan ne kadar çok umutla yaşıyor peşlerine hayal kırıklıklarını da takarak. Dün cenazende hiçbiri bir anlam ifade etmeyen kelimeler arasında ismin geçtikçe adını koyamadığım garip bir duygu belirdi içimde. Tanıdık bir kelimeye rastlamanın verdiği mutluluk mu yoksa adına yüklediğim anlamların huzuru muydu bu bilmiyorum. Sanki bir el omuzu- ma değecek ve başımı çevirdiğimde yeşile çalan koca ela gözlerinle bana bakıyor olacaktın. Keşke olsaydı. Ama olmadı.

Hayat, ölüm, dualar, uğurlamalar, özlem, dolmayan doldurulamayan boşluklar… Kalbime öyle bir yer- leşti ki ölümün. Koca kötü huylu bir tümör gibi. Yanına ötesine berisine hiçbir şey yaklaştırmıyor. Yaklaşanı da kendine katıyor. Gün içinde geçen herhangi bir cümlede, bir fotoğrafta, bir yiyecekte hemen kendini hatırlatıp koca bir ağırlık bırakıyor sol yanıma. Kâğıt kesiği gibi yakıyor canımı.

Ne diyordum halı. Kirli, lekeli, dalgalı… Kim bilir neyin kimin izleri bunlar?

 

Sayfa : 10