...
Başlık : FİNCANIN MUTFAKTA TERS DÖNÜK
Yazar : Elif Füruzan Uysal

Kafam bir dünya yine bu gece… Şişeler durmuyor oldukları gibi yerlerinde. Olduramadıklarımın ağırlığıyla devriliyorlar bir bir… Düzüm düz değildi ki tersim adam gibi terslensin… Canım yanıyor be gözünü sevdiğim, kalbim acıyor. Canına da yanamıyorum ki! Kaç oldu? Saymıyorum. Yalan! Gittiğinde bahardı. Bahçedeki badem çiçeğe durmuştu pembe beyaz. Senin “küçük orospu” silme çiçekti pencerede. İnatla “küçük orospu” derdin begonyaya; pazarcı kadından öğrenmiştin böyle dendiğini… Kediler doğuruyordu her sokak izbesinde. Evdeki Rospik de marttan nasibini almış, karnı burnunda dolanıyordu ayağımızın altında. Heyecanla eniklerini bekliyordun. Sepet hazırlamıştın ellerinle, Rospik’in lohusa yatağı diye, pazenden yatak dikmiştin. Doğurdu, beş eniği oldu seninkinin…

Fincanın mutfakta ters dönük! Ben çaycıydım oldum olası, sen kahveci. Sabahları benden önce kalkar önce bir kahve içerdin. Paylaşmazdın kimseyle sabahının ilk kahvesini, güne hazırlığını… Duysam da yanımdan kalkışını, beklerdim yatakta bir vakit. Afyonun patlasın, kahven kanına karışsın, nemrut suratın gülümsemelere hazırlansın diye. Ne nemrut olurdun kahvesiz başlayan sabahlarda. Şerrinden evdeki mahlukat gibi ben de korkardım. Erkekliğe bok sürdürmeyeyim diye dinlerdim yatakta kahvaltı masasının çatal bıçak seslerini. Kahvaltılıkların masadaki yerleri almasını… Demlediğin çayın bergamut kokusunu duymayı… Söylene söylene ekmek tahtasını aranmalarını… Kaynayan yumurtaları saymaya başlamanı; “kayısı kayısı, nerede bunun yarısı?” Kahven kanına karışmış demekti bu. Evdeki mahluk bile anlamıştı artık. Ben yataktan çıkardım; onlar kapı arkası, merdiven altından. Sıranın onlara geldiğinden emin, yemek kaplarının başına geçerlerdi. Bilirlerdi cadalozun melekleştiğini… Ey kahve, sen nelere kadirdin!

Cadıydın kızım! Cadalozun tekiydin! İstediğin olana dek uğraşır, ancak o zaman saklardın tırnaklarını. Dilin zehir zemberek zaten. Yürek yemiş olması gerekirdi seninle kavgaya cesareti olanın. Bir kere yedim o haltı, bir daha mı tövbe dedim! O sümsük sokak köpeği için nasıl kavga etmiştin. “Sanatçılar kedi sever; askerlerin köpekleri olur” deyivermiştim de üzerime yürümüştün deli deli… Senin şu pireliye her baktığımda o günü hatırlıyorum. Ya güzelim, bak Pireli hala benimle…

Hayatla hep kavgalıydın da canlı her mahlukatı severdin. Ayırmazdın birini diğerinden. Beni de severdin; “Lanet olsun içimdeki bu hayvan sevgisine” diye diye… Güzel severdin be cadı, güzel sevdin. Ben kadar lanet bir adamı insan evladına evirdin!

“Sarıl bana, hep sarıl. O koca gövdenle, upuzun maymun kollarınla, sıcak nefesinle sarıl. Sen sarılınca evime dönmüş gibi oluyorum” derdin. Ağlardım kız ben sen böyle deyince. Yüzündeki, kalbindeki kimsesizliğine; yalnız başınalığına ağlardım. Ağlar, ıslak ıslak sarılırdım küçücük sana… Her sarılmamız biraz ıslaktı bu yüzden…

Ne çok kavga ederdik aslında! Hiç bir şeyimiz aynı değildi; hiç aynı yerden bakmadık hayata. Alışkanlıklarımız, huylarımız, ruhlarımız başkaydı. Aynı olsun derdimiz de olmadı. Yıkıcı bir şeydi bizimkisi; taş taş üstünde bırakmayan, gücünü didişmelerden alan!

            Bak, yine mutlu uyananların düşmanıyım… Gecem günüm birbirinin içinde. Güneşi görmeyeli ne kadar oldu hatırlamıyorum. “Huysuzdun hep;  şimdi beter oldun” diyor tanıdıklarım. Çekilmez olmuşum. Uyursam o günü hatırlıyorum; gittiğin güne kuruluyor saatler. Dayanamıyorum.

            Kahveni sütsüz içebilseydin; o son sütü Rospik’e vermeseydin… Afyonun patlamadan bisikletle markete gitmeseydin… Kamyoncu geceden uykusuz, rampada boşa takmasaydı vitesi… Tamirci çocuk frenleri kontrol ederken sevdiği kız geçmeseydi dükkânın önünden…

            Fincanın mutfakta ters dönük, süt dolapta! Neredesin be Fatmazel?

           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sayfa : 13