...
Başlık : FADİME USLU’NUN YÜZEN FAZLALIKLAR ÖYKÜ KİTABININ OLAY ÖRGÜSÜ ÇÖZÜMLEMESİ
Yazar : Meliha Yıldırım

Yüzen Fazlalıklar, bağımsız tek hatlı öyküler yerine iç içe girerek vücut bulmuş bir kitaptır. Birkaç bağımsız öykü dışında –Teke, Özgür Kedi Kokusu, Son Turna- tek olay çevresinde bir araya gelen, kendi içinde anlam ve yapı bakımından bir bütünlük manzarası arz eden unsurlardan oluşur. Olay örgüsü de bu birimlerin bir düzen içerisinde birleşmesiyle gerçekleşir. Kentli kadını merkezine alarak anlatılan öykülerin, göçebe bir kuş olan kırlangıç metaforu ile birleştirilmesi, okuyucu tarafından zenginleşip geliştirilecek bir gerçekliktir. Öykülerde verilmek istenen mesaja, uyandırılmak istenen estetik endişeye göre bir seçimin gerçekleştiğini görebilmek için olay örgüleri tek tek incelenmiştir.

Uyku Yılanı:

Yaşlı bir kadın, arka bahçe, içi geçmiş kabaklar, yaz bitimi, güneşin yansıdığı kızgın olmayan taşlar ve kör bir yılan… Tüm bunlar, Uyku Yılanı öyküsünün ölüm imgesini çağrıştıran, hayatın son devresiyle ilgili ipuçlarını veren betimlemelerdir. Giriş cümlesiyle birlikte öyküde ne okuyacağını okuyucu bilir.

Bu yaşlı kadın pirinç ayıklamaktadır ve oturduğu divanın altına süzüleni fark etmez, o kör yılan oracıkta derin bir uykuya dalar. Rüyasında kendisiyle birlikte onlarca kör yılanı, yaşlı kadının başına dolanmış halde zamanı yerken görür. Ürker. Uyanmak ister ama uyanamaz.

Öykü konusunu mekân tasviri üzerinden veren yazarın, mekân-insan-kör yılan ilişkisi okuyucuda gerçeklik duygusu uyandıracak tarzda düzenlenmiştir: “Yaşlı kadının arka bahçesindeki içi geçmiş kabakların arasından bir kör yılan taş avluya süzüldü.”

 Öyküde zaman, insan hayatının son dönemidir. Yazar bunu, sürdürülen hayatta yaşanan ve okuyucunun gözlemlediği nesneler arasındaki ilişki ağıyla anlatır. Okuyucu, yılanı bile ürküten ölüm gerçeği üzerine kurgulanan öyküyü, gözlemleyerek ölümün gerçekliği ve ürkütücülüğünü zaman yiyen kör yılanın rüyasından öğrenir. Hiçbir şeyden haberi olmayan yaşlı kadının saçlarına dolanan, zaman yiyici kör yılanın rüyasıdır. Hangi canlı olursa olsun ölümün soğuk yüzü rüya olsa bile ürkütücüdür. İlk öykü tek paragraftır.

Yüzen Fazlalıklar:

Bir diyalogla başlar. Burası bir yemek masasıdır. Ve sofrada çinekop yenmektedir. Leyla –Abla-, anlatıcı kız kardeş  -Belgin- ve Mari –Leyla’nın bakıcısı- vardır sofrada. Yazar, “Biz üç kadın birbirimize hem bu kadar uzak hem de bu kadar yakın nasıl olabiliyorduk?” cümlesiyle öykü karakterlerini bize tanıtır. Mekân restorandır. Rezerveli yer, kent manzaralıdır. Ablayı tanımakla birlikte yan masada oturanlara da değinir yazar. Yan masadaki kadının bakışlarından ablayla ilgili bir durumu, Mari’nin onun bakıcısı olduğunu okudukça öğreniriz.

Öyküde her satırda hayatın devamı niteliğinde yüzen fazlalıklar olduğunu öğreniriz. Bunlar aslında Leyla’ya çarpan, inciten hayatın ona yaşattıklarıdır. Belgin’in gözünden ablasının uzunca bir süredir kuşlarla ilgilendiğini, onların simgelediği anlamı kendi hayatıyla birleştirdiğini okuruz. Vazgeçemediği kuşu kırlangıçtır. Belgin bunu ablasının kendi hayatıyla ilişkilendirir. “Dağ kırlangıçları neden ama neyin habercisiydi?” Bu kırlangıçlar bir sonraki öyküye başlangıçtır.

Kız kardeşi Belgin’e eşi Necdet’in telefonda söylediklerinden, Leyla’nın tuhaflıklarını ve kız kardeşinin bunu normalleştirmesini, yan masadaki kadın gibi okuyucu da öğrenir. “Bu kaçıncı yahu, insan bir yılda kaç kere doğar?”

Kentli kadının birey olarak kendisini duygularıyla ifade ettiği, kadınlığa ait istek ve arzularını dile getirdiği durumlar öykünün geçtiği mekânla pekiştirilmiştir.

Kırlangıç Senfonisi:

Yüzen fazlalıklar öyküsünden tanıdığımız Leyla ve bakıcısı Mari, neşeli bir gecenin ardından zor geçecek bir sabaha uyanmışlardır. Leyla’nın yaşamında iz bırakan olayı okuyucu öğrendikçe onu daha yakından tanır. Kardeşi Belgin’in yasaklarına rağmen, Leyla’nın ısrarıyla Mari’nin sakladığı yerden ona sürekli taşıdığı içki, bu öyküde aykırılık, kötümserlik, ümitsizlik olarak varlığını hissettirir.

Leyla’nın likör bardağından azar azar içtiği, votka şişesi sonunda tamamen bitecektir. Mari’ye sorar; “Tiflis’te de kırlangıç olur muydu?” Sabah sabah nerden çıkmıştı bu kırlangıçlar? Leyla, geceliğinin cebinden çıkardığı kâğıdı Mari’ye uzatır.  Mari okumayı bitirdiğinde hiçbir şey anlamamıştır ama Leyla ağlıyordur. Okuduğu bir masaldır Mari’nin. Bu masala ağlamasına sebep kendince masal olan olayı anlatmaya başlar ve ardından yakın gözlüğünü takıp kütüphaneden aldığı kitabın ayraç konmuş sayfasını sesi titreyerek okur Leyla. Hikâye bitince Mari Leyla’ya sorar;

“Peki, kitaptaki hikâye sizinkine benziyor mu?”

“Hayır, hiç benzemiyor. Üstelik bizim bir hikâyemiz bile yok.”

İlk kez paylaştığı bu anısı onun, Mari ile arasındaki yakınlığı kadar kız kardeşiyle arasında olan uzaklığıdır.

Sabit ve Değişken:

Belgin’in yazlık evinde birliktedirler. Mari işten ayrılmıştır. İki kız kardeş beraberlerdir ama iki yalnızdır onlar. Sabit ve değişken…Yazlık ıssız ev mekân olarak seçilmiştir. Bu durum Leyla ve Belgin’in ruh hallerinin anlatılmasına zemin hazırlar. Öyküde bütünlüğü sağlaması bakımından önemlidir.

Nostalji:

Leyla boş vermiş bir tavırla baktığı gökyüzündeki karaltının çocukluğundaki yaz evinin verandasına yuva yapan kırlangıç olduğunu düşünmüş, Belgin de onaylamıştır. Leyla’nın kendiyle olan yargılamaları önemini yitirmiş, meselelerin ve hayatla ilgili yapılan yanlışların artık bir önemi kalmamıştır. Gökyüzünde gördüğü kırlangıç onu çocukluğuna götürür. Yaz evinin verandasına yuva yapan kırlangıçtır onun için. Üstelik Belgin de onaylar. “Kesinlikle o”

Leyla, zamanı çocukluğuna götürme gayreti için kırlangıçları seçmiştir. Hatıralara dönülmesi, bir geriye dönüş değil, Leyla’nın o andaki düşüncelerinden dile getirilen duygulardır.

Teke:

Akile’nin çocukluk arkadaşı Nedret’in yıllar sonra İzmir’de bir vesileyle buluşmaları sonucu başlayan ve bir restoranda yenilen akşam yemeğinden sonra Nedret’in evinde devam eden gecede yaşanılanlardır. İnsanın yaşı ilerlerse de değişmeyen yapısal özelliklerine değinir yazar. İlginç diyaloglara da rastlanır öyküde. -Alnın, avucunun ayasından geniş oluşu ya da burnun, kaderin yüzün tam ortasındaki nişanı oluşu- gibi farklı konulardan konuşan sonra bunların zırva olduğunu düşünen yine Nedret’tir. Üstelik bununla da bitmez; evinde nedeni belli olmayan ağır bir koku vardır. Akile, köşeye katlanıp konmuş posttan gelen kokudan çok rahatsız olur.  Kokunun kaynağı teke metaforuyla hayli ilginç bir hal alır. Nedret’in anlatımıyla onun, aşk karşısında ne kadar güçsüz kaldığını fark eder Akile. Hayatta hiçbir şeyi umursamayan Nedret, sevgilisi İrfan’ın kafası olduğuna inandığı kokulu postun kendindeki çağrışımını anlatır. Nefret duygusu hâlâ çok canlıdır. Ancak lisedeki İrfan mı yoksa daha sonra hayatına giren İrfan mı belli değildir. Öldürülen teke, kokusuyla ses vermektedir. “Hani, diyordu yanından geçene, hani benim canım nerede?”

İki arkadaşın, birey olarak psikolojik ve sosyolojik anlamda farklı özellikler göstermeleri nedeniyle öyküde anlatılan çatışmalar doğacaktır.  

Özgür Kedi Kokusu:

Dış görünüşün önemsizliği üzerine kurulmuş bir öykü gibi özetlense de, insanın kendini yeterince tanımadığı, kendinden beklemeyeceği davranış içine düşeceği zamanlar da olabilir. Bazen de tuhaf olduğunu bildiği halde asla diyeceği birine dostluk hissedebilir. Açılan bir araba kapısı, uzatılan bir sigara farklı olanlarla bizi kaynaştırabilir.

Son Turna:

Japonya’da Nisan’ın 18’i ve günlerden pazardır. Karısı Hideko’nun rüyası öykü konusunun ipucudur aynı zamanda. Yasunari savaş yıllarını unutamamıştır. - 18 Nisan 1942; Tokyo ve diğer Japon şehirlerini, Amerikan bombardıman uçaklarının bombaladığı gündür.- Yasunari, her ilkbaharda evinin çatısını ziyaret eden kuşları görünce, ona gözdağı vermek için alçaktan uçan uçakları ve zincirleme diğer olayları anımsar. Banyodaki havagazı ocağından çıkan gazın fısıltısıyla Yasunari’nin bir eylemi olacağını anlarız. Odada uçuşan turnalar, yerdeki cenaze töreni düzenlenmiş havasında yürüyen kırmızı karıncalar artık hepsi odadan gitmiştir. Yasunari gözlerini kaparken Nisan’ın 18’i ve günlerden pazardır.

Yılanlı Rüya:

Kırlangıç Senfonisi öyküsünde uzaktan gördüğümüz bisikletli adamdır bu öykünün kahramanı. O gün neler olduğunu bir de onun bisikletinin üzerinden öğreniriz. Son görüşü ve yok oluşu. İlk öyküdeki –Uyku Yılanı- kör yılan, bu sefer onun saçlarına dolanmıştır. Hâlâ o kasabada olduğunu ve kırlangıçların da artık gelmediğini söyler. Göçebe kırlangıçlar da Leyla gibi tekrar dönmemiştir.

Sayfa : 7