...
Başlık : ŞAİR YAZAR AYDIN ŞİMŞEK’LE SÖYLEŞİ
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

     Yaşam uzadıkça yaşam öyküsünü kısaltanlardandır şair, yazar Aydın Şimşek.
1960 yılında doğdum Çorum’da dese de dünyalıdır. Memur aile çocuğu, ülkenin farklı yerleşim yerlerinde öğrenimini sürdürür. Her daim öğrenen ve öğretenlerdendir.
Şiir, deneme, eleştiri, roman, araştırma- inceleme kitapları ile edebiyatın çeşitli dallarında ürünler vermeye devam eder. Pek çok ödülü olsa da kendisi için en değerli olanın 2003 yılında ‘Susmalar’ kitabı ile aldığı ‘Behçet Aysan Şiir Ödülü’ olduğunu söyler.
     Kırk yılı aşan edebiyat -sanat yaşamında önceliği şiirdir. Kanguru Yayınları Genel Yayın Yönetmenidir. ‘Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’nde okur ve yazar adaylarıyla uzun yolculuğa çıkan edebiyat işçi- öğreticisidir.
    Bu uzun edebiyat serüveninden bir mola alıp kendisiyle söyleşelim istedik.

*Kısacık tanıtmaya çalıştık sizi, çok uzun edebiyat yaşamınızla ilgili sizin söylemek istedikleriniz nelerdir Aydın hocam?

A.Ş: Şöyle geriye dönüp baktığımda yazın-düşün hayatında 40 yılı geride bırakmışım. Az değil; yazın-düşün dünyası sıkı bir eleme gücüne sahiptir. Bu ortama tutunmak da, bu ortamda yaşam sürmek de hiç kolay değil. İnatla ısrarla yürüttüğüm çalışmalarımın arka planında bu alanı çok sevmem ve ömrümü bu alana adamam var elbette. Uzun soluklu bir yolculuk; sabır istiyor, direnç istiyor dahası sürekli kendini yenilemek istiyor. Bu bağlamda onca ödül, onca söyleşi, konferans, imza günleri vs. Hiç birinin önemi yok desem yeridir. Aslolana inanmak,  yeterli; yazmak ve okumak…Önceliğim bu oldu, böyle de sürüyor.

*Edebiyatagönül verip, okuma- yazma acemisi olanların bu ormanda kaybolmamaları için neler önerirsiniz? Pusuladan söz edebilir miyiz?

A.Ş: Acemisi demeyelim; çünkü yazan herkes zaman karşısında bir acemidir zaten. O nedenle her yazdığımız metin önceki yazdıklarımızın kusurlarını gösterdiği kadar sonraki yazacağımız metinlerin de olası kusurlarını fısıldar. İşte bu nedenle ideal metne ulaşamayız; yani hepimiz acemiyizdir yazı karşısında ve bu acemiliği göze ala ala yazarız.

Kendime yazarken önerilerim vardır içten içe. Kendi önerilerim başkaların işine yarar mı bilemem ama yine de ekleyeyim buraya: Hiç unutmamalısın ki yazan kişiden yazar kişiye doğru inişli çıkışlı bir yol seni bekliyor. Bu yolu yürüyebilmenin en önemli ku­ralı “okuryazar” olmaktır. Okumaz yazarlık, yazı karşısında yazan kişiyi bir zavallıya dönüştürür.

Yazar ideal okurun kendisidir. Dış dünyaya ve okura karşı birinci dereceden sorumluluğu yoktur yazarın. Kendine; yazının disiplinlerine, iç dinamiklerine karşıdır asıl sorumluluğu. Metni oluştururken en son düşüneceği şeydir okur. Okurun yararına bir metin ancak okur yok sayılarak kurulabilir. Genel anlamda okur ölü bir şeydir. Eleştirel okur ise metnin içindedir, yazarı sürekli sı­namakta, denetlemektedir. Unutmayalım ki okur anlaşılabilirliğe kodlanmıştır. Anlaşılabilirlik ise anlam katmanlarının en bilindik ve sıradan halkasını oluşturur.

Yazar bir metinde tümüyle ne yazacağını biliyor olsaydı, ya­ratıcılığını da sınırlamış olurdu. Ancak yaratıcılığından kuşku duyan, böyle bir yol izler. “Hayır, ben biliyorum” diyenler de çıka­bilir, çıkmıştır da… Onlara bir çift lafımız var: Edebi metin yazar için, ne yazdığından çok nasıl yazdığıyla ilgili bir alandır. Okura gelince, umudum odur ki, yazarın ne yazdığı kadar, nasıl yazdı­ğıyla da ilgili olsun…

Yazar bu dünyanın, gerçek dünyanın öznesidir. Orada olan her harekete kulağı gözü odaklanır. Yaşama arzusu kadar, yaşam alanlarının özgürlüğü için de duyarlıdır. Her an bir tepkileşmeye hazırdır zihni ve gövdesi. Onu -en bireyci yazarda bile-  sık sık toplumsal alanlarda görürüz. Bazen bir eylem adamı olarak, ba­zen düşünsel bir proje içinde.

Yazar metninde her bir sözcük için büyük bir savaşım verir­ken, bireysel-toplumsal vicdanı da bu sözcüklerin içindedir. Me­rak etmeyin, yaratıcılığın derinliği, insanın derinlerine bakıp, kendi sağlamasını yapar, yapmalıdır.

Her yazar, kendini biçimleyen ideolojisinin sıradan bir üyesi haline gelmeden, yazdıklarını edebi bir dil ve derinlikle oluştur­malıdır. Kolay tüketilebilen, çoklu çağrışımlardan yoksun, kaba ve sadece gerçeğe dayalı bir yaklaşım, yazarın felsefi birikimi hakkın­da kuşkuya neden olacaktır. Yazı ve felsefe arasındaki bağ, yazarı oluşturan şeylerin ilk sırasına konulabilir.

Günümüzün ideolojisi-iktidarı olan hıza karşı yazmak gere­kiyor. En önemlisi de hızı yavaşlatarak yazmak neredeyse yazarın biricik toplumsal sorumluğu. Bu nedenle de, hıza karşı “eksilterek,  boşluk bırakarak, şifreleyerek, tekrarlardan arınarak, kuşku duya­rak, zaman atlamaları yaparak, sloganın hızın kendisi olduğunu düşünerek, tarih bilincine dayanarak, gerçeğin her şey olmadığı­nı bilerek, yorum, aşırı yorum ve aşırıyorumdan uzak durarak ve yüceltmeden” yazmak aynı zamanda hıza karşı da yazmak olarak bilinmeli.

Yazar mutlak anlamda anlayış bekleyemez, böyle bir çabayı aklının ucundan bile geçirmez. Yola çıkmıştır ve geri dönülmez bir boşluğu adımlamaya başlamıştır. Yazı adımladığımız ve geri dönemeyeceğimiz bu boşlukta oluşur. Bu boşluk önceden keş­fedilmiş, bilinen bir şey değildir ama yine de tüm yazarlar onun varlığından kendilerince bahsederler. Sadece büyük bir tutkuyla o boşluğa doğru yöneltir yazı, yazarı. Bu nedenle tam olarak bir şeye bağlı olarak yazmaktan öte, birçok nedenle, birçok şeyle yazar.

Yazar bir dil edinene kadar birçok dille yazar. Bu nedenle yazar dilin çırağıdır ve bu çıraklık süresinin ne zaman biteceğini kestirmek zordur.

Unutulmamalı… Yazı içtenlik ve özgünlüktür. Her şeye ben­zeyen hiçbir şeydir.

• Son söz ustaya ait olsun… Diyor ki Octavio Paz: “Yazarların yaşamöyküsü yoktur, onların yaşamöyküleri yapıtlarıdır.”

*Edebiyat dünyanızda önceliğinizin şiir olduğunu biliyoruz. Sizin şair ve şiir konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

A.Ş: Tabi ki edebiyatın diğer türlerinde de ürün veriyor olmama karşın, ben öncelikle bir şairim. Şiirin içinden dünyaya, hayata bakıyorum. Şiir sadece bir dil derinliği değil, verili dilin sınırlarını genleştirme ve hatta verili dili yıkma işidir. Bu nedenle bireysel-toplumsal özgürlük arayışların içindeki en estetik yaklaşımdır şiir. Öyle ki şiir bilgisi içinde ve şiir için doğrudan deneyimle yaratılan dille ilk öğrendiğiniz şeylerden birisi de, özgürlüğün kısıtlayan ideolojik duruşunuz olsa bile, kendi ideolojinizle çatışmayı göze alırsınız. Böyle özgün bir şeyden bahsediyorum.

*Şiirden sonra roman dalındaki eseriniz ‘Kopuk ve Hiç’i göz önüne alırsak şiirin izi, dili, romana etkisi konusunda ne söylemek istersiniz?

A.Ş: Roman ayrı bir serüven benim için. Bir düşünsel dinlenme alanı da diyebilirim. Olgulara yaklaşmak kadar olasılıkları arama sorgulama hali de diyebiliriz. Daha yatay bir şeyden bahsediyorum. Bu nedenle benim için roman hızı yavaşlatmak, boşluklar bırakmak ve o boşluklarda okurla arama bir mesafe koyarak, okura da düşünme alanı açmak gibi bir şey. Romana anlatının özellikleri nedeniyle şiirselliği kullanmış olsam da aslında mekân seçimim, karakterlerim ve onlarda yarattığım kişiliklerle düşünce alanını sorguladığımı önceledim. Hep aynı şeyi düşünenlerle hep aynı şeyi duymak isteyenlerin bileşkesine müdahale etmeyi ve kaybettiğimiz “şaşırma yetisini” tekrar duyumsatmak istedim. Benim için iyi bir roman düşünsel derinlik ve eleştirel belleğe yönelik çağrışımlar taşımalıdır.

* Edebi metinlerde sanat ve estetiğin işlevselliği, sözcüğün gücü, yarattığı düşünsel imge, deneysel düşünme, okur-yazarın toplumsal meselelere duyarlığı gibi başlıklar içeren, ülkemizde iki binli yılların başlarında edebiyat dünyasında yer alan ‘Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’ konusunda ne söylemek istersiniz?

A.Ş: “Yaratıcı Yazarlık Atölye”lerinin ilk uygulayıcılarından birisi olarak söylediğim şudur: Atölyeler doğrudan yazar yetiştirmezler, katılımcıda yazma ruhu varsa ona bir katkı sunar. Ancak bu ruh yetenekten, varlık bilincinden, cesaretten, iyi okur olmaktan, saçmalamaya kadar özgür olmaktan, didaktizmden uzak durmaktan vs. oluşuyor. Yani salt tanrısal bir şey değil… Bu olguların bir araya toplanması zaman alır; işte atölyeler yazar adayında bu olguların toplanmasını hızlandırır ve katılımcıya zaman kazandırır. Çünkü atölye bir kesinleme üzerinden çalışmaz, önermeler ve öngörüler üzerinden ilerler. Sanatın farklı disiplinleriyle ilişki kurar, farklı yazarların metinlerinden beslenir, dünya edebiyatını ve sanat akımlarının ortaya çıkışındaki toplumsal arka planları burada tartışır, Dünyanın büyük ve kritik edebiyatçılarının yazın ekininde düşünsel zaman geçirerek bir yandan geleneği içkinleştirirken bir yandan da geleneğin kuşatıcılığından kurtulmanın nasıl olacağına, kendisinden öncekilerin bunu nasıl yaptığına ilişkin derin bir sürece dahil olur. Yani atölyeler katkı sunar ama yazar adayının yazgısını belirleyemez. O yazgıyı adayın kendi ellerinde tuttuğunu da göstererek yapar bunu. Bu kıymetli bir durum olsa gerek…

*Şair ve yazarlıktan başka ‘Deliler Teknesi Edebiyat ve Sanat Dergisi’ni on beş yılı aşkın süredir çıkarıyorsunuz. Bunun öncesi de olduğunu düşünürsek günümüz ekonomik ve kültürel koşullarında gereklilik ve zorluklarından söz edebilir miyiz?

A.Ş: Kesinlikle dergiler açısından son derece zor günler yaşanıyor. Özellikle 90’lı yıllardan itibren ekonominin estetiğin tüm alanlarını ele geçirmesine tanık olduk. Elbette edebiyat alanı da –özelde de dergiler- bu ekonomik belirleyici şiddetten kendini koruyamadı ya da korumakta zorlanıyor. Özellikle de hayata ilişkin sözü olan, mutlak akla ve kesinliğe itirazı ola, muhalifliği bir yaşama alanı olarak örgüleyen dergilerin yaşaması daha zor. İlan alınamaz, dergi dağıtıma girmez ya da dağıtımın ekonomik beklentisini karşılayamaz, yazarlarına sembolik de olsa telif ödeyemez vs. vs… Artık dergicilik daha da özverili bir çalışma alanı. Bu nedenle basılı dergi sayısı giderek azalırken, günümüzün temel olgusu olan dijitalleşme ve onun sanatsal pratiği olan ‘Dijital Sanat’ alanı dergileri de dijitalleştiriyor. Yakın zamanda dijital alan daha da güçlenecek… Sanırım, “İnadına basılı dergi”  kültürünün son temsilcileri olarak biz de ya anonimleşeceğiz ya da nostaljik bir bellek olarak yazın-dergi tarihine kalacağız.

                Saygı ve sevgi değer Aydın hocam ‘Bulut Yazar Dergisi’ Aydın Şimşek dosyasının söyleşi başlıklarını hazırlamaya çalıştım. Bu kadar yıl tanıdığımı sandığım benim için yazar -şair, dost, arkadaş, öğretmen, ağabey olan Aydın Şimşek’le söyleşi ne kadar zormuş.

Hata kusur yaptık af ola. Öğrenmeye devam….İlk ve Son söz hep sizin.
A.Ş: Dergiye emek veren tüm arkadaşlara sizin aracılığınızla teşekkür ediyorum. Zor işleri kotarıyorsunuz. Ayrıca “Dosya Yazarı” gibi çok çaba isteyen bir dergi çalışması daha da büyük bir emek ve incelik ister.   Dosya yazarı olarak bu söyleşi için de ayrıca size çok teşekkür ediyorum sevgili Gülsüm hanımcığım…

Sayfa : 3