...
Başlık : O GRİ KAPI
Yazar : BERNA ÖZTÜRK

Hemşirelik Fakültesi’ni bitirmek için son stajıma başlıyordum. Tüm belgelerimi hazırlamıştım. Okulumun da yardımıyla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde klinik staja kabul edilmiştim. Haftanın ilk iş günü gelmem söylenmişti.

Gecenin sonunda saatin alarmını kurup ışıkları kapattım. Gün aydınlanınca odamın kapısı aralanıverdi.

“Kızım haydi uyan sabah oldu” dedi babam.

“Çay doldurdum sana haydi uyan artık bir tanem.”

Alarmın sesiyle irkiliyorum. Rüyaymış, alarmı kapattım. Güneş henüz yatağımı doldurmamış, yüzümü yıkıyorum. Üzerime bir şeyler giyip mutfağa geçiyorum. Her zamanki kahvaltılıkları masaya koyup alelacele bir şeyler yiyorum. Mutfağı üstünkörü toplayıp çıkıyorum.

Daha Haziran’ın başındayız ama hava çok sıcak, esen rüzgâr tenime dokunuyor, ne hızlı ne yavaş. Durağa geldiğimde deniz kokusunu içime çekiyorum. Karşımda, yosunlaşmış duvarları, paslanmış metal tabelası ile çok hoş görünmese de senelerden beri orada öylece duran terk edilmiş cam fabrikası beliriyor. Hayatımda değişen onca şeye karşı tek değişmeyen şey belki de bu fabrika harâbesi. Bu binanın orada durması eski günlerimizi anımsatıyor bana. Hayatta değişmeyen bazı şeyleri görmekten mutlu oluyorum. Gözlerimi tam otobüsün geldiği yöne çevirip öylece bekliyorum.

Neyse ki çok geçmeden otobüs geliyor. Bu hattın hastanenin tam önünden geçtiğini biliyorum. Aradan çok zaman geçti. Anımsayamamaktan korkarak sürücüye: “Rica etsem hastanenin önünde indirebilir misiniz?” Diyorum. Sürücü tamam der gibi kafasını sallıyor. İçerisi çok kalabalık değil, ön koltuğa ilişiyorum. Biraz sonra otobüs tıklım tıklım doluyor. Bir an sürücünün beni unutmuş olabileceği geliyor aklıma.

“Sürücü bey beni unutmadınız değil mi? Hastanenin önü?”

“Tamam, bu duraktan sonra,” diyor.

Arka kapıya zor yanaşıp inebiliyorum.

Karşımda taş direklerin üzerinde hastanenin tabelası, alt kısımda demir sürgülü kapı, kapının hemen yanında küçük güvenlik kulübesi ve etrafında tur atan güvenlik görevlisi. Beni görünce ne istediğimi soruyor. Stajyer hemşire kimlik kartımı gösteriyorum, gülümseyip sürgülü kapıyı hemen açıp içeri girmeme izin veriyor. Ama gülümsemesi nezaketten çok alaycı. ‘Haydi gir de gününü gör’ der gibi. Ben de görevliye teşekkür eder bir ifadeyle gülümseyip içeri atıyorum kendimi.

Beni çamların arasında geniş, uzun bir yol karşılıyor. Etrafı seyrederek ilerliyorum. Yürüdükçe daha fazla hatırlıyorum. Hemencecik 14-B servisine gidesim var. Sonra bunu düşündüğüm için kızıyorum kendime. Yürüdükçe yerde çömelmiş insanlar gibi duran kütükler, ağaçların dibinden fırlamış otlar görüyorum, yolun biraz ilerisinde karşıma ‘Düşünen Adam’ heykeli dikiliyor. Havuzun yanına geliyorum. Sessiz, tatlı su sesi ve bir rüzgâr şarkısı duyuyorum. Yandaki binadan üzerinde mavi iş önlüğü olan bir görevli elindeki poşeti çöpe atmak için çıkıyor.

“Bakar mısınız?” Diyorum.

“Buyur kızım.”

“Baş hemşireyi nerede bulabilirim? Ben stajyer hemşireyim.”

“14-B’ye gittiydi az önce.”

İçimden ‘kaderim’ diyorum.

“Ne tarafta 14-B?”

“Önündeki yolun sonundaki yokuşu in, sağda servis tabelaları var, görürsün.”

O tarafa doğru yürüdükçe daha fazla anımsıyor ve aslında görevlinin tarifine çok da ihtiyacım olmadığını fark ediyorum. Gördüklerim hayal değil, servisin bahçesinde tel parmaklıkların içinde muhtemelen öğlen paydosuna çıkmış hastalar var. Bir kısmı tel parmaklıklara tutunarak biçare bakıyor, bir kısmı öyle kendi halinde duruyor. Tam solumda kurtlanmış meyveleri üzerinde artık yaşlanmış olan incir ağacı... Birkaç adım sonrasında sağ tarafta bulunan patika yoldan giriş kapısına geldiğimde o gri kapı beni bütün heybeti ile karşılıyor. İçeri doğru yürüdükçe o soğuk mermerler ve kasvetli duvarlar ruhuma acıdan başka bir şey vermiyor.

Tanımadığım birinin sesi ile irkiliyorum.

“İyi misiniz?”

“Şey, evet iyiyim,” diyorum.

Bile isteye geldim buraya ne bekliyordum ki yüzleşmek mi yoksa içimdeki çocuğu teselli etmek mi? Bilmiyorum. Böyle dağılmış bir halde servis kapısının önündeyim. Hapishane kapıları gibi arkasında açılır kapanır bir paravanı var. İçeridekiler ise bugün ve dün arasında hapsolmuş gibi. Bir yandan zihnimde geçmişten kareler canlanıyor, sanki zamanda yolculuk yapıyorum. Bir yanımla bugünle meşgulüm. Kapının önünde bir kadın hayali beliriyor. Kadın irice, pardösülü ve başörtülü, işlemeli pembe elbisesi olan yedi yaşlarındaki bir kız çocuğunun elini tutmuş, çocuğun haykırışları kulaklarımda,

“Babamı is-ti-yoruuuuuuummm !”

Babasının o gri kapının ardında olduğunu öğrenmiş. İçimdeki çığlıkları susturup kapıyı usulca tıklatıyorum. Paravan açılıp bir çift göz bakıyor.

“Bugün ziyaret yok kimsiniz?”

Kimliğimi gösterip baş hemşireyi soruyorum. “Bir dakika”, deyip paravanı kapıyor sonra kapıyı açıyor bana. İçeri birkaç adım atıyorum. Çoğu şey yıllardır değişmemiş. Görevli baş hemşirenin doktorla birlikte vizitte olduğunu birazdan döneceğini söyleyip beni koridorun sonundaki ziyaretçi odasına yönlendiriyor. Koridoru adımlarken hemen sağ baştaki odanın kapısının açık olduğunu görüyorum. İçeride iki beyaz karyola içinde üzerinde beyaz çarşaflar serilmiş, üzerinde oturan bir adam, yanındaki iskemlede bir kadın ve karyolanın dibinde babasının ellerine sımsıkı yapışmış bir çocuğun acı bir sevinçle bakan gözlerini görüyorum. Kız çocuğunun babası ile birazdan yapacağı konuşmayı duymamak için hemen kapıdan uzaklaşıyorum. Tüylerim diken diken, kırgın, birazcık kızgın, canımı yakan karma karışık duygular içindeyim.

Baş hemşirenin sorusuyla kendime geliyorum.

“Neden psikiyatri hemşireliğini seçtiniz?”

“O gri kapının ardındaki hayatlara umut ve şifa olmak için, bir de küçük kız çocukları daha fazla ağlamasınlar diye....”

 

 

Sayfa : 24