...
Başlık : HEPİMİZ GİDECEĞİZ EVDEN: AYDIN ŞİMŞEK ŞİİRİNDE HAYAT VE ÖLÜM
Yazar : Emel Kayın

Şiirin var oluş sürecinde onu yaratan şairin estetik, içerik, yaratıcılık konusundaki kaygıları, ilgi duyduğu akımlar, kuramlar, yönelimler, yüz yüze geldiği toplumsal-tarihsel olaylar, benliğinin oluşmasında temel teşkil eden hayat hikâyesi ve psikolojik yapısı gibi parametreler etkili olsa da şiir aynı zamanda doğduğu coğrafyanın çocuğudur.  Hayat, ölüm, doğa sevgisi, hatıralar ve toplumsal acıların iç içe yoğrulduğu Aydın Şimşek şiiri de hiç kuşkusuz içinde hayat bulduğu topraklardan ötede değildir. Odağı şiirde olmakla birlikte farklı türlerde yapıtlar da ortaya koyan Aydın Şimşek, gerek metinlerinde gerekse şiirlerinde yazma/yaşama eylemini, yeşil olduğu kadar karanlık, davetkâr olduğu kadar korkulu ve içine dalınca bir daha geri dönülemeyecek bir orman imgesiyle özdeşleştirir.

Memur bir ailenin çocuğu olduğu için Anadolu’nun çeşitli kentlerinde ve kasabalarında geçen çocukluk ve ilk gençlik döneminin ardından Ankara, İstanbul, İzmir gibi metropollere savrulan bir hayat yaşayan, 1980 dönemi acılarını olanca sarsıcılığıyla yüklendiği bir zaman süreci içinde edebiyat ortamında şair, yazar, editör, yayıncı kimlikleriyle yer alan Aydın Şimşek, toplumsal, otobiyografik, pastoral izler bulunan ve hakikatlerin psikolojik derinliklere eşlik ettiği bir şiir külliyatına sahiptir.  Virgül, Varlık, Defter, Damar, Kum, Dönemeç, Papirüs gibi dergilerle birlikte kendi yayımladığı Deliler Teknesi’nde ve yabancı ülkelerdeki bazı yayınlarda şiirleri yayımlanmış olan şairin, “Ertelenmiş Buluşma (1987)”, “Arınmış ve Ölümsüz (1989)”, “Ayrılıklar İmgedir (1996)”, “Aşk Ayrılığı da Bilir (2001)”, “Susmalar Kitabı (2003)”, “Sesler Kitabı (2007)”, “Adalar Kitabı (2010)”, “Bahçeler Dili (2013)”, “Sus Payı Dünya (2020) adlı şiir kitapları vardır. Gerek “Sanat ve İktidar (2000)” ve “Estetik ve Mücadele Estetiği (2006)”, “Yazma, Yaratma ve Okuma Cesareti (2018)” adlı kitapları gerek editörlüğünü üstlendiği ve yazarları arasında olduğu  “Hızın ve Devrimin Sanatı Fütürizm (2009)”, “Calvino’yu Niçin Okumalı (2009)” gibi ortak kitaplar gerekse dergilerde yayımlanan metinlerinde  “yıkıcılık, hız, iktidar, savaş, küreselleşme” gibi kavramlar,  avangard akımlar ve merkezi, evrensel, metropole dahil konular hakkında tartışmayı deneyen şair, şiirlerinde daha içsel bir dil kullanarak toplumsal meselelere eklemlediği itiraz ruhunu otobiyografik, pastoral, yerel  izlerle bütünleştirdiği derin bir keder ve güçlü bir acı coğrafyası yaratır. 

Aydın Şimşek’in bir bakış açısından “çelişkili” diğer bir bakış açısından ise dünya zaten zıtlıkların bir toplamı olduğu için “bütünlüklü” imgelem dünyası, hayat ve ölüm, coşku ve keder, mücadele azmi ve umutsuzluk, iyilik ve kötülük, var etme ve yok etme hali ikilemlerinde şairin tüm üretimlerine yansımıştır. Onun şiirinde ölümlü insana, geçip giden zamana, tutamadığımız hayata sessizce ağıt yakılırken iyilik yüceltilmediği gibi kötülük de lanetlenmez. Bunu yerine, hayatın ve zamanın içinde olup bitenler, insanın doğasının ve bitmeyen arayışının bir parçası olarak sunulur. İnsanın dünya yüzündeki gelip geçiciliği sadece “Ertelenmiş Buluşma” kitabındaki “Elbet ben de bilirim / Geçeceğim bu dünyadan kendimce bir sesle” dizelerinde ve “Bahçeler Dili” kitabındaki “Ah benim acemi kalbim/Bilmez misin koca bir suskunluk içindir bunca gürültü” dizelerinde değil, çeşitli şiirlerindeki dizeler boyunca üzerinde düşünülmüş bir mesele olarak karşımıza çıkar.

 Aydın Şimşek şiirinde çalkantılı bir ruhun derinliklerinden gelen, içeride saklananı korumasızca açık eden bir ses, kimi zaman dünyanın uğultusu karşısında bir çığlığa dönüşürken kimi zaman da sahibini acımasız bir kalabalığın meraklı bakışları önünde çıplak bırakan yalın bir hal alır. Bu sesin içten ve derin bir keder içeren dokusu, şiirde ifade edilene dair bir inandırıcılık yaratır. Aydın Şimşek, şiir kitaplarının bir bölümünü “ertelenmişlik”, “arınmışlık”, “ölümsüzlük”, “ayrılık”, “susma”, “ses”, “ada”, “bahçe” gibi belirgin imgeler üzerine inşa etmiştir. 1980 dönemi sarsıntılarını yaşayan şairlerin çoğunda var olan “ertelenmişlik”, “ayrılık”, “özgürlük” ve “ölüm” imgeleri onun şiirinde zaman içinde giderek daha dingin ama daha kederli bir zemine oturur.  Sıklıkla yer verdiği “çocuk”, “baba”, “orman”, “deniz”, ölüm”, “kan”, “kül”, “özgürlük”, “ev” gibi imgeler de toplumsal ve otobiyografik olgularla ilişkilenerek kitaplar boyunca karşımıza çıkar. Sözü edilen altyapının içinde çocukluk ve ilk gençlik dönemi ile özdeşleşen ve yereli temsil eden köy ve kıyı kasabaları gibi yerler ile kardeşlik, arkadaşlık, aşk gibi olgular belirgindir. Bu imge ve olgu toplamı, farklı şiir kitapları arasında birbirine eklemlenen karmaşık bir örüntüde varlık bularak şairin külliyatını bütünlüklü hale getirir.

Aydın Şimşek şiirinde hayat ve ölüm sorgulanırken arka plana eşsiz bir doğa ile toplumsal yangınlar yerleştirilir. Toplumsal yangınlar ve yangınlara eklemlenen ölüm, şairin içinde taşıdığı derin bir hakikat gibidir. Şairin erken yapıtlarından biri olan “Ertelenmiş Buluşma” kitabında “Kumsalda ölüler gördüm ikimizdik/Kıyılarından uzaklaşıyordu deniz/Yoksul şarkılarda özgürlüğümüz dolaşıyordu” dizelerinde birbiriyle ilişkili bir kurguda varlık gösteren “ölüm”, “deniz”, “özgürlük” imgeleri, “Aşk Ayrılığı da Bilir” kitabında  “Kayıplarla büyürken karanlık kan/ Önce ateşle su arasında eksiklik/Kırık kapılar, düş çöplükleri, eski yıldızlar/Sizden sonra ben/Kardeş ölüleri, menekşe kuruları, kırık vazolar”, “Adalar Kitabı”nda ise “Bakındım etrafıma, taş üstüne taş ve biat/Külümü gördüm kendi içimde, denize uzayan cesedimi” ifadeleriyle karşımıza çıkar. “Susmalar Kitabı”nda, şair, hayata, insana, erke, kötülüğe karşı direnme güdüsünü, susma ve yalnız kalmaya cesaret etme hali üzerinden ortaya koyarken hayatı ve ölümü sorgular. Onun bu tavrı “Çünkü gideceğim bir yer yok” dizesinde işaret edildiği gibi içe doğru bir yolculuk ile gerçekleştirilen ve “ölüm”, “hayat”, “ev” gibi imgeler üzerinde sürdürülen sorgulamalarla çeşitlenen bir susma halidir. Aydın Şimşek bu susuş ile “Olmasın, olmamalı:Öğrendim/Sokaklar çoğalırken azalmayı/Leşimi sırtlayıp ve maskeleriyle/ Sürüklediğim ötekini; ben, bendeki siz” dizelerinde görülebileceği gibi leşini sırtlayıp yürümeyi göze aldığı kararlı bir direnme haline işaret eder. “Sesler Kitabı”nda, şairin daha önce sustuğu için duyduğu/duymak zorunda kaldığı sesler göz önüne serilir. Ağaç, zaman, sokak, bozkır, taşlar, kıyım, küçük otlar, yara, mezar, şehir, atlar, güz, deniz, yalnızlık, onun sesini duyduğu ve şiirle ses verdiği öğeler arasındadır. “Adalar Kitabı”nda ise bir iyilik adası kurgulayıp “Uğultularla var olan bu kalabalığa/Bir iyilik edineceğim kendimce/Susacağım onlar konuştukça” diyerek susmaya geri döner. Konuşma ve susma haline dair bu ikilem “Bahçeler Dili” kitabında “Kötülükleri konuştum gökyüzüyle/Derin susuşla döndüm yeryüzüne” dizeleriyle varlık bulur.

Hayatın ve ölümün içinde kol kola gezdiği doğa Aydın Şimşek şiirinde, “rüzgârın hızı atlar”, “ormanda ışıklar içinde gezen şairler”, “kan revan içinden geçen gökyüzü yeryüzü”, “evimiz olan kış” gibi kelime örüntüleriyle şekillenir. Şairin doğayla özdeşliği toplumsal, otobiyografik ve pastoral yönelimler taşıyan “Bahçeler Dili” kitabında doruğa ulaşır. Aydın Şimşek bu kitapta,  hatıralar kadar toplumsal yangınlardan da damıttığı acıları “büyürken çiçeklerin kuruduğu, beyaz ırmakların içinde hatıraların oynaştığı, yağmur altından uzun atlar geçen, kırlangıç çiçeğinin tarih ortasında devinip durduğu, güneşin kırmızı yeleli taylar doğurduğu, duru dingin suların kapıyı çaldığı, kapıların eşiğini kedi ve eylülün süpürdüğü, büyük şehirlerin ağırlığının bahçeleri ve gökyüzünü eşelediği, ağaçlara, kurbağalara, vişne sevincine suların yürüdüğü,  mavi geyiklerin suya indiği, kökleri göklerdeki gözyaşı ağacının geride kalanların acısını sınadığı” bir doğanın içine yerleştirirken özenle ördüğü imgeleri bütünlüklü bir şiir estetiğine kavuşturur. Şairin tüm kitaplarında karşımıza çıkan ve insanın/şairin içinde sakladığı çocuğa karşılık gelen “çocuk” imgesi de bu kitapta ete kemiğe bürünür. Kitaptaki bahçeler ne tümüyle kırsala ne de tümüyle kente aittir. Onun bahçesi kimi zaman evren kimi zaman da kendi hayatıdır. “Çocukluk Bahçeleri” vurgusuyla zaman, “Arkadaşlar İçin Bahçe” ya da “Kardeşlik Bahçesi” vurgusuyla insan, “Yaz Bahçeleri”, “Güz Bahçeleri”, “Kış Bahçeleri”, “Bahar Bahçeleri” vurgusuyla mevsim olgularıyla ilişkilendirilerek ve yetkin imgelerle var kılınan bahçeler, çok katmanlı mekânlar oluşturur. Hayat ve ölüm bahçelerde de iç içe olup “Benim de annem öldü bir bahar patlamasında/Bademler çiçek açmıştı ve keçiler patikalarda/Denize bakan keçilerle yazı konuşuyordum belki/Bir tay geçti yanımdan”, “Sonra bir gün nedensiz bahçede babam/Ellerini yıkarken toprakla, öpüşürken bulutlarla/Kimse kimseyi duymadı, öldü babam” gibi dizeler aracılığıyla bir taraftan ağaçlar canlanır bir taraftan can bildiklerimiz hayata veda eder. Ölüm Aydın Şimşek şiirinde kimi zaman, “Gidilecek tüm uzaklıkları gösterdi ölüm/Her şey çok yakındı/Her şey çok çabuk bitiveriyordu dünyanın dilinde” dizelerinde olduğu gibi bir öğretici, kimi zaman da “Annemdir o kıyıda, denizde, toprağın altında/Su dileğidir harupa, zeytine ve kaplumbağaya /Kardeşlerime, kan kardeşlerime, atlara köpüklenen/Ömrümün o kırılan dalına” dizelerinde olduğu gibi kırılan bir daldır.  Şair “Bir bahçede taşıyorum şiiri.”, “Ben bahçede ellerimi büyütüyordum”, “Bir tek bahçede nefes alıyorum”, “Çoğalıyoruz toprağın kokusunda/Evren çoktur diyor derinlerde bir saka kuşu” dizeleriyle hayatın insan ruhunda oluşturduğu yaraların toprağın, ağacın, suyun, gökyüzünün uçsuz bucaksız kollarında onarılabileceğine işaret etse de Aydın Şimşek’in bahçeleri çoğu kere asude bahçeler değildir. Toplumsal acılar, “Beni nasıl bağışlayacak o köy, çakırdikenleri/Sürüne sürüne yollar açtığım sessiz bellek”, “Kardeşliği ölmüşse dilin taş olur bahçe”, “Sonra öğrendik, sürgün bir bahçeydik bu dünyaya” dizelerinde izlenebileceği gibi yerel ve evrensel boyutlarıyla bahçelerdedir.

Aydın Şimşek şiirinde hayattan, ölümden, topraktan, güneşten, rüzgârdan, denizden, geyikten, taydan, ağaçtan, ottan söz edilirken yüzüne bakılması zor hakikatler ortaya serilir. Duvarların arasına kapatılmış hayat ertelenmiştir. Susmak bir direnişse sesleri duymak bir yazgıdır. Sesleri duymak bir yazgıysa ada bir kaçıştır. Ada bir kaçışsa bahçe bir arayıştır. Tüm bunlardan daha önemlisi zaman geçmiştir ve geçen zaman geri gelmeyecektir. Anne, baba, yol arkadaşları ölmüş, güneşli çayırlar ötelerde kalmış, evler kaybolmuştur. Bunca gürültünün koca bir suskunluk için olduğuna dair o kadim hakikatle karşı karşıya kalınmıştır. Elde kalan pek az şeyden birkaçı, itiraz duygusu, sevme yetisi, mücadele arzusu ve içine dalanın bir daha geri dönemediği, yeşil olduğu kadar karanlık, davetkâr olduğu kadar korkulu ve şairin yakın dönemdeki şiirlerinden birinde içinde ince bir kötülüğün dolaştığından söz ettiği o  derin ormandır. O ormanın derinliklerinde de hayat ve ölüm iç içedir.

Aydın Şimşek şiirinde ev de tıpkı doğa gibi hayat ve ölümün kol kola gezdiği, çoğu kere acı ve keder dolu bir mekândır.  Erk, aidiyet, yer, ülke gibi kavramlarla özdeşleştirilen “baba” ve “ev” imgesi “Susmalar Kitabı”nda “Kendimi ölümle seviyorum dedi babam/Akşam daha yeni gelmişken penceremize./Sordum, durmadan sordum: Bugün nedir yarında/Yarın nedir sonsuzda? /Akşam yalnızca kan damlasıydı evimizde.” dizeleriyle ortaya çıkar. “Sesler Kitabı”nda ölümün sesi “Unutmamalı diyor kendini arayanın sesi/İnsan insanda başlıyor/Bitiyor insan insanla/Şehir yanık/Cadde boş/Evler ölü” dizelerinde hayat bulur. “Adalar Kitabı”nda ise “ev” imgesi,  “Yalınlık halesi bu dil; şiir/Kendine bir ev ediniyor orada” dizeleri aracılığıyla dille bütünleşir. Şair “Bahçeler Dili” kitabında “Hepimizin içinde bir güneş kalbi, aynı evde büyürüz” diyerek ev imgesini doğayla bütünleştirmekle kalmayıp birlikte büyümek/yaşamak üzerinden evrensel bir boyuta taşır.  Hayat ve ölüm ya da onların içinde devindiği toprak ve ev Aydın Şimşek’in “son şiir kitabı olan “Sus Payı Dünya” adlı yapıtta da karşımıza çıkar.  Şairin “Ben gideceğim ya toprak çoğalacak / Toprağın altında küçük bir hayat /Üstünde bir tutam börtü ve böcek/ Ne güzel / Hepimiz gideceğiz evden, bazılarımız şen şakrak /Bazıları gönüllü intihar” / ” dizelerinde ifade ettiği gibi her ölüm çoğalan toprağın üstünde yeni bir hayat demektir. Doğanın döngüsü içinde herkes evden gidecektir; dünyayı acıya, gözyaşına, kötülüğe boğanlar da; emek vererek, bedel ödeyerek, paylaşarak, çoğaltarak yaşayanlar da; şairler de okurlar da; herkes.

 

 

Sayfa : 11