...
Başlık : AYDIN ŞİMŞEK ŞİİRİNİN İKİ DÖNEMİ
Yazar : Ceyhun ERİM

Aydın Şimşek 1960 doğumlu bir şair ilk şiirlerini 19 yaşında 1979 sonlarında yayınladığına göre şiire yeni başlayan bir genç için ne erken ne de geç bir yaş sayılmaz. Her genç şair gibi kendi olanakları ile 1980 de yayınladığı İz ve Küfür adlı bir ilk kitabı var. Fakat Aydın Şimşek bu kitabı kendi şiir antolojisine dâhil etmemiştir. Belki çok acemi bulduğundan. Otuz – otuz beş yıllık şiir geçmişine bakıldığında 1988 den bu güne kadar sekiz kitap yayınladı. Sık kitap yayınlamayan bir şair de sayılabilir ayrıca. Aydın Şimşek’in şiir antolojisini ilk kitaptan bu güne iki dönemde incelemek mümkün.  İlk dört kitap 1986 -1998 dönemini kapsayan I. dönem ve 2000 – 2013 arasındaki II. Dönem.

 I. Dönemde yer alan şiirler onun yaşadığı politik dönemini yansıtan toplumcu bir şiir anlayışına yöneldiğini 70 kuşağı şairlerinden devraldığı geleneği – Ahmet Telli; Veysel Çolak – sürdürme çabası içindedir. Ancak 80’lerde toplumcu şiiri sürdüren – Ahmet Erhan; Ali Cengizkan; Akif Kurtuluş- şairlerin şiirlerindeki, aşk, ayrılık, acı; hüzün, sevda izlekleri Aydın Şimşek’in şiirinde de görülür. Çünkü aşk olanaksızlıktır, dahası kavuşamama halidir. Kişinin var olduğunu hissettiği, yaşadığı o büyük mutlu andır. Varlığı yaşanılan dünyaya eşlik eder. Çünkü aşk bir yolda olma hali ya da arada kalma halidir. Kırgınlıklar ve ütopyadır aynı zamanda.

              İlk kitabın ilk şiiri şöyle başlar:

Seni düşündüğümde/ yüzümü bir cephede bırakırım/ adresi yitik evlerde/ İsyanlar konuşulur ve günler uzar/ direnmeyi yaşatan bir dostun suretini asarım/kentin üşüyen alnına/zaman şiirleşir ve acıya dönerim/ söz geçmez ayrılığa  (Ertelenmiş Buluşma S.12 Damar Yay.)

 Şiirlerini -ilk dört kitap- birinci tekil şahıs kipi ‘ben’ üstüne kurar ve kendisi üzerinden tekil bir söyleyişle, şiirlerin arka planındaki imgesel bir ideolojik duruşun varlığını okuruna sezdirir.  Ancak bu “ben” duygusu aslında bir başkasında kendini aramak ve toplumcu bir birlikteliğe doğru adım atmanın da gerekliliğidir. Ayrılıklar İmgedir kitabında yazdığı bir dizi düzyazı şiirlerden birinde (yoksa şiirsel düzyazı mı demeli?) açıkça ortaya koyar.

“ Bizle başlayan sevgilerin ideolojisinde” (…)  “ “Biz” olmadan “ben” olabilmek için seni seviyorum. (…) Şiirin “ben” olmadan, ya da “sen” olmadan öncelikle kendimiz olmadan, nasıl “sen” ya da “siz” olabilirim? Nasıl “seni seviyorum” diyebilirim” (Ayrılıklar İmgedir Shf.70)

Şaire göre aşk sadece bireye duyulan içkin bir duygu değildir, “Yekpare bir aşk vardır elbet, sen değildin o/ (…) /adını hiç bilmediğimiz berivan, kinzir,pirgani/ sen değildin o, Akıp giden ülkem/” (Aşk Ayrılığı da Bilir) dizelerinde somutlaşan bireyden insana, topluma ve ülkeye duyulan aşktır; “ben” den “bize” duyulan aşkın anlamı da budur.

“Benden sonra bu gün/konuşulmamış bir dili kaldıysa aşkın/ aşk ayrılığı da bilir” dizelerinin yer aldığı Aşk Ayrılığı da Bilir kitabında aşk üzerine söylenecek her şeyi söylediğini bu yüzden aşk bazen eskimeye, sıradanlaşmaya başladığında ayrılmayı da bilmeyi gerektirmektedir. Fakat ayrılıklar “biten bir aşkı başka bir aşk bekleyecektir” (age) bu bekleyiş döneminde şiirine; kayrak taşları, yol, taş, rüzgâr, çitler, gibi nesneler de girmeye başlamıştır. Bu nesnelerde yola çıkarak oluşan imgeler yeni bir şiir anlayışına yönelmenin yol işaretleri de sayılabilir.

Beş yıllık bir aradan sonra 2003 de yayınlanan Susmalar Kitabı ardından onu takip eden Sesler Kitabı; Adalar Kitabı ve son Kitap Bahçeler Dili Aydın Şimşek şiirinin olgunlaşma, durulma dönemi ve şiirini hayata ve dünyaya açtığı tematik bir dönem olarak tanımlamak mümkün. Bu nedenle II. Dönem olarak adlandırmak da doğru bir saptamadır. Susmalar Kitabının ilk şiirindeki; “Aşktan geldim sana/ zaman ve kirden/aynanın kırıldığı sude yalnızlıktan ” dizeleri ilk dört kitabında öne çıkan “aşk” temasının yerini aşkın varlığını da reddetmeden susarak daha çok kendini ve hayatı anlamaya dönük bir dönemin şiirlerinin başlangıcını oluşturur.

“Deniz Güzü” şiirindeki “Yorgun denizi sevişiyorum bütün yaz/ büyük sular küçük susuşlar arasında/ yapışkan kokulardan geçiyor zaman/ çürüyüşle hazırlanıyor kışa kadınlar/ (…) Susuyorum: denize küsen güz çoğalıyor içimde/ gülüyorum: güneş eriyip akıyor kanımdan aşka/ dizeleri lirik şiirin tipik bir örneğidir.

Kitabı oluşturan “kum”, “deniz”, “akşam”, “mevsimler”, “at”, “ahşap”, “kumaş”, “kitap” başlıkları altında yazılmış şiirler, susarak, dünyayı anlama çabası olarak algılanmalıdır. Yığma bir dize anlayışı yerine damıtılmış ve şiirin bütününe yedirilmiş bir imge yapısıyla, büyük sözler etmeden de günlük hayatta kullanılan kelimelerden “susmanın estetiği ve politik direnci” ile oluşan şiirler toplamıyla karşı karşıya bırakır okurunu.

Susmalar Kitabı’ndan sonraki kitabın adı Sesler Kitabıdır. Ses, susma ediminin zıddıdır. Aynı zamanda susma ve ses bir birlikteliktir de. Susarsınız ve dinlersiniz. Gürültü ile ses farklıdır çünkü. İnsanların sesini, yaprakların sesini, rüzgârın ıslık çalışını, dalgaların sesini; susarız ve dinleriz. Böylelikle dünyayı algılar ve yorumlarız. Bu nedenle denilebilir ki bir şair için de ses ya da sesler şiirin ayrılmaz olgusudur.

Bir önceki kitabında görülen toplumsal hayata ve dış dünyaya yöneliş Sesler Kitabında da görülür. Bu kez kitabını “ses” teması üzerine kurar. “Ses” iki farklı biçimde yer alır şiirde; “içses” ve “dış ses”   Örneğin “Şairin ve Belleğin Sesi” başlıklı şiirde;

“Şair:
   Moraran gövdesiyle fısıldıyor akşam aşka
  Dilinde kanlı şarkılarıyla, çocuklar
  Erken uçuyorlar uykuya, Arya söylüyor
  Ölüm, kıskanarak demir çağı

 “Bellek:
  Vadinin karları eridiğinde şehre dönüyor anne
  Baharını gömdüğü dağın doruğundan. Rüzgâr
  Ölümü düşünen bir militan, dağdan şehre.”

Şair; dış dünyayı betimlerken belleği  -içses-  “anne” ve “ ölümü düşünen militan”ı çağrıştırmaktadır. İçses; hafızada birikenlerin duygular aracılığıyla yansımadır bu nedenle geçmişi bizde bıraktığı izlerle hatırlarken -dış ses-imizle de dış dünyaya onları yansıtırız. Bu nedenle “Sesler Kitabını dış dünyayı yorumlama ve toplumsal hafızanın çağrışımları anlamında iki farklı bağlamda okumak olanaklıdır. Dış seslere ilişkin olarak “Atların Sesi” “Şehrin Sesi” “Sokağın Sesi” şiirlerinin yanı sıra iç seslere ilişkin olarak ise, “Ölümün Sesi” “Zamanın sesi” “Boşluğun Sesi” “Yalnızlığın sesi”  şiirleriyle maddi olmayan dünyaya ait kavramların kendi belleğindeki çağrışımlarından yola çıkarak toplumsal olanı da göz ardı etmeden, lirik bir dille birbirini tamamlayan bir şiirler toplamı kurduğu söylenebilir

Ada kavramı coğrafya anlamında; “Çevresi denizlerle çevrili kara parçası” olarak adlandırılır. Eni, boyu, yüzölçümü, enlem ve boylamı bellidir. Ancak felsefe ve edebiyatta “ada” kavramı nesnel anlamının dışında öznel, bireyin düşünce ve duygularına dayanan bilincin dışa kapanıp kendi içinde yaşadığı ortam olarak algılanabilir. Nitekim Aydın Şimşek de 2010 yılı Ceyhun Atıf Kansu Şiir ödülünü alan son kitabı: Adalar Kitabı ile ilgili olarak yaptığı bir söyleşide “Adalar Kitabı daha çok içeriye, içeriden bakan şiirlerden oluşuyor. Hem bireysel tarihime odaklanan şiirler. (…) Dahası ise, ‘Adalar’ şiirleri, bir yanıyla da tarihselciliği güncele taşıma çabamı da içeriyor.” ( Didem Görkay’la söyleşi Cumhuriyet Kitap,27.05.2010) açıklamasıyla daha çok iç dünyasındaki adadan dışarıya, dış dünyaya doğru seslenmektedir.

Çünkü “ada”  “Yaşamanın büyük bir yarış halinde sürdüğü dünyada hızla akan zamanın, adada eylemin sınırlanmasıyla duran zamana dönüşmesi, insana rahat bir soluk aldırtır. Duran zaman, çevredeki her şeye, görünüşte bir cennet erinci kazandırabilir. Böylece bu durumda insan bilinci adayı “dışarı”dan daha bir yer olarak kavrar. Ama bilincin tepkisi tam tersi yönde de olabilir” (Akşit Göktürk Edebiyatta Ada Sinan Yay. 1973 Shf.13)

Kitapta yer alan “Ağıt Adası”ndan dört dize: “Belli… belirsiz seslere dönüşen/ Akıl çöktü, zor kuşattı ütopyayı (…) Nerede başlayıp bittiğini bilmediğim / Geçmişi yutan kör gelecek ve tekmil/ (syf.26) yukarıda andığımız duruma uygun düşmektedir. Fakat hayata ilişkin temel izlek yine aşktır.

“ Geldin işte aşkın yeşil gözleriyle göveren”(Shf.53

“Suda durulur aşkım ve suda kanar kâlp” (syf.65)

              Adalar Kitabı’nın bence en çarpıcı dizesi şairin olgunluk dönemine geçiş yaptığını imlediği “ben bir ada sessizliğinde yaşlandım” (shf.63) dizesidir.

              Adalar Kitabında yer alan bazı şiirlerindeki  “İki tenden doğuyor dil; dil içi dil;” “Dillerini öğrendikçe içdil edinerek” “Ne varsa dil olup, evriliyor yalın, yalın” dizeleri ile son kitabının dil ile ilgili olacağını sezdirir. Bu nedenle Bahçeler Dili olarak adlandırılması bir rastlantı değildir. “Bahçe” izleği şairin kendi yaşamından yola çıkarak oluşturduğu patikanın vardığı yerdir. “ben de nice kapılar açtım kendi evrenimde” (shf.17) Bu evren şairin düşünde oluşturduğu bir düş bahçesidir aynı zamanda. Bu düş bahçesinde gezinirken çocukluk, arkadaşlar, çocuklar, anılar, anneler, sevgililer… Yaşamına ne girmişse birer birer hatırlanır ve şiire sızar. Toplumcu söylemini de terk etmemiştir. “kaputumuz, gocuğumuz ve iki dünya savaşı/ postallarımız ağzına kadar kemik (…) sonra öğrendik, sürgün bir bahçeydik bu dünyaya” (shf.48) geçmişte yaşanmış olanın şiire sızmasıdır. Aşk; elbette aşk! Şairin vazgeçilmez izleği “aşk bir bahçeyi büyütüyor hiçlikte”(shf.50) “aşk yüceltiyor insanı (…) aşk yüceltiyor kalbi” (shf.79)

Bahçeler Dili Aydın Şimşek şiirinde çokça lirik öğelerin kullanıldığı kitap olarak öne çıkıyor.

 

 

Sayfa : 12