...
Başlık : ZEKİYE
Yazar : Manolya Berk

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma dönemi vakitlerinde, Antepli Teberik Hacı Ahmet Efendi, Halep’te bir prensesle evlidir. O zamanlar, Antep’te hâlâ söylendiği gibi, ‘Antep Halep bir’dir. Veya nizami ifadesiyle; Antep, Halep Vilayeti’nin bir sancağıdır. Savaş halleri, Filistin cephesinden, Suriye’ye doğru ilerlemektedir. Teberik Hacı Ahmet Efendi, yaşamaya Antep’te devam etmesinin daha uygun olacağına karar verir. Eşine kararını söyler, fakat eşi onunla gelmek istemez. Bu durum, memleketine temelli dönmeye kararlı olan Teberik Hacı Ahmet’i, kararından döndüremez. Eşinden ayrılır, Halep’teki gayrimenkullerine karşılık olarak Antep’ten bir sürü köy tapusu alır. Tapular ve bir sandık dolusu altın lira ile Antep’e döner.

Antep’e geldiğinde, kendisine ya askere gitmesi ya da anne-babası olmayan bir kızla evlenmesi gerektiği söylenir. Bunun üzerine, askerlikten muaf olmak için, hem öksüz hem yetim Münevver ile evlenir. Evliliğini çok gönülsüz olarak yapar, çünkü Münevver, çok çirkindir. Ama bir o kadar da eğlenceli bir kızdır. Âdeta, eskinin meddahı, günümüzün ‘stand-up’ göstericileri gibidir. Hikâyelerini, çevredeki eşyalardan da yararlanarak, tek kişilik tiyatro kıvamında anlatmakta, dinleyenleri gülmekten kırıp geçirmektedir. İleride, öz-üvey tüm çocukları, yetişkin yaşlarında bile ‘Münevver Ana, hadi bizi güldür’ diye etrafına toplanacaklar, o da, yaptığı taklitler, anlattığı hikâyeler ile onları güldürecektir. Çirkinliği, eşi hariç, kimseyi rahatsız etmeyecek, çocukların sevilen ‘Münevver Ana’sı olarak kalacaktır. Teberik Hacı Ahmet Efendi ile Münevver Ana’nın bir oğlu, bir kızı olur. Bu oğul ve kız, Adil ve Hatice, ailenin ağabey ve ablası olacaklardır, öz-üvey ayrımı yapılmayacak, lafı bile edilmeyecektir.

Kırk yaşına yaklaşmakta olan Teberik Hacı Ahmet Efendi, gönlüne göre bir evlilik yapamamış olmanın eksikliğini, günden güne daha fazla hissetmektedir. Hâli vakti yerinde olduğundan, Münevver Ana ve çocuklarına ayrı ev alır, yerleştirir, tüm ihtiyaçlarını da tedarik etmeye devam ederek, onlardan ayrılır. Antep’in köklü ailelerinden birinin kızı olan, güzel Zekiye ile evlenmek ister. Eski zamanlarda, kızlara çıkan kısmet, hem iyi aileden hem de zengin olduğunda, yaş farkına, dış görünüşe veya önceki evlilik-çocuk durumlarına pek bakılmamaktadır. Dolayısıyla, on sekiz yaşındaki, siyah saçlı, beyaz tenli, güzeller güzeli Zekiye’yi, kırkına yaklaşmış, uzun boylu, uzun yüzlü, koca kel kafalı, heybetli ve biraz da ürkütücü görünümlü Teberik Hacı Ahmet Efendi’ye vermekte tereddüt etmezler.

Teberik Hacı Ahmet Efendi, biraz huysuz, memnun edilmesi zor, titiz, sert mizaçlı bir insandır. Üstelik, aşırı kıskançtır. Güzel Zekiye’yi bir yere göndermiyor, nefes aldırmıyordur. Zekiye ise, yumuşak huylu, sessiz ve uyumludur. 1922’de ilk çocukları Abdülkadir doğar. İki yıl sonra Ramiz, Ramiz’den birkaç yıl sonra da Kemal dünyaya gelir.

Antep kültüründe, günümüzde adı piknik olan aktivite, ‘sahre’ olarak bilinir ve sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Pazar günleri aileler, diğer günler kadınlar birleşip, sahreye giderler. Erkekler de, bazı kutlamaları sahre ile yaparlar. Mesela, her yıl esnaf sahresi yapılır. Esnaflar o gün dükkân açmaz, toplanıp sahreye giderler.

Zekiye’nin, kendisine çok benzeyen bir kız kardeşi vardır. Kız kardeş Hatice, Zekiye’nin sarışın versiyonudur. Hatice, kadın akraba ve arkadaşlar ile gidilecek sahreye, Zekiye ablasının da gelmesini ister. Tabii, esas sorun Teberik Efendi’den izin alabilmektir. Zekiye, uygun bir zamanı kollayarak, isteğini eşine söyler. Teberik Efendi, nereye, kimlerle, nasıl, ne zaman gidileceğini iyice sorup öğrendikten sonra, ‘tamam, gidebilirsin, ama bir şartla’ der. ‘Peçeni hiç açmayacaksın’.

Antep’te, sahre için en gözde yer, Alleben deresinin de içinden geçtiği, Kavaklık adıyla bilinen, sık ve büyük ağaçların olduğu yeşil alandır. Zekiye, Hatice ve diğerleri, Kavaklık’ta sakin bir köşede, Antep’in güzel ve çeşit çeşit yemekleri ile sofrayı kurarlar. Kadınlar peçelerini açmış, yemeklerini yemektedirler. Gariban Zekiye de, bir eliyle peçesini alttan aralayıp, diğer eliyle ağzına el yordamıyla yiyecek sokmaya çalışmaktadır. Hatice, bir durur, iki durur, ablasının haline acır, ‘abla aç şu peçeni de doğru düzgün yemeğini ye, geri kapatırsın, bu ne eziyet, canına yazık’ der. ‘Yok bacım, açamam. Teberik Efendi açma dedi, olmaz’. ‘İyi de abla, biz bizeyiz şurada, yabancı kimse yok, hep tanıdık kadınlar. Hepsinin de peçesi açık, güzel güzel yiyorlar yemeklerini. Aç peçeni de, doğru düzgün ye yemeğini, bana fenalık geldi vallahi.’

Zekiye, kız kardeşinin mantıklı görünen ısrarı üzerine peçesini açar, normalde her insanın hak ettiği gibi, yemeğini görerek, dokunarak, kokusunu alarak yer. Fakat, kız kardeşlerin bilmediği şey, Teberik Efendi’nin, ileride, ağaçların arkasında siper almış ve onları gözetlemekte olduğudur. Kıskanç şüpheci koca, verdiği talimata uyulup uyulmadığını kontrol etme peşindedir.

Teberik Efendi, akşam eve geldiğinde Zekiye’ye sorar, ‘nasıl geçti bakalım sahreniz?’ ‘İyi geçti, güzeldi’. ‘Açtın mı peçeni?’ Zekiye cevap veremez, yutkunur. ‘Açtın mı?’ Eyvah, ne cevap verse, hepsi de yanlış cevap olacaktır şimdi. Bir daha yutkunur. ‘Söyle, açtın mı peçeni?’ ‘Yemek yerken Hatice dedi ki… ‘ ‘Hatice dedi ha, ya ben ne dedim, ben ne dedim sana. Gördüm seni orada. Ben peçeni açma derim de sen açarsın ha, ben açma derim de sen açarsın yüzünü ha…’ Başlar Zekiye’yi dövmeye. Anteplilerin pek çoğunda olan, aniden aşırı sinirlenme huyu Teberik Efendi’de de vardır. Her ne sebeple olursa olsun, karısının, koyulan yasağı delmesi, onu çileden çıkarmıştır. Söylediğinin mantıklı olup olmaması önemli değildir, önemli olan ona itaat edilip edilmediğidir. Genç ve güzel karısını, despotluk ile kendince zapt etmeye çalışan, gençliği ve yakışıklılığı geçmişte kalmış bir erkeğin gizli kompleksleri ise, madalyonun diğer yüzüdür. Zekiye’yi, döver de döver.

Bir iki gün sonra, Hatice ablasını ziyarete gelir. Zekiye sararmış, solmuştur. ‘Abla, rengin kaçmış senin, çok sararmışsın, sarılık mı oldun ne?’ ‘Öyle mi bacım, çok mu sararmışım?’ ‘Çok sararmışsın ya abla, sarılık gibi sanki.’ ‘Ne bileyim bacım, hiç halim de yok zaten.’ ‘Çocuklar biraz bizde kalsın da, azıcık dinlen sen abla, hem dedelerini, ninelerini görürler.’ ‘İyi olur bacım, sağ ol sen.’

Teberik Efendi o akşam eve geldiğinde, evde garip bir sessizlik vardır. Kendisini karşılayan olmaz. İçeri girer, odaya gelir. Ve Zekiye’yi görür. Güzel Zekiye boylu boyunca yerde yatmaktadır, şimdi daha da sarı, daha da renksiz ve hepten cansızdır. Koşup kucaklar Zekiye’yi. ‘Zekiyeeeee, ne oldu sana, söyle ne oldu?’ Zekiye yine cevap verememektedir. Çünkü artık veremeyecektir.

Güzel Zekiye, yirmi altı yaşında vefat eder. Abdülkadir altı, Ramiz dört, Kemal bir yaşındadır. Teberik Efendi çok üzülür, çok çok üzülür, ama iş işten geçmiş, olan olmuştur. Kız kardeşi Hatice de kendini suçlar, ‘peçeni aç diye ben söyledim, ısrar ettim, ablamın ölümüne ben sebep oldum’ diye düşünür, düşündükçe daha çok üzülür. Pişmanlıklar hayatlar boyu sürecek, ama kimseye bir faydası olmayacaktır.

Genç yaşında kara toprakla buluşan Zekiye, maalesef, kocası Teberik Efendi’nin Antep’in ilk hususi arabasının sahibi olacağını göremeyecektir. Bütün Antep’in, ‘fabrikatör Cemil Bey bile eşek ile gezerken, Teberik Hacı Ahmet Efendi hususi taksiye biniyor’ diye konuştuğunu duyamayacaktır. Özel şoförün kullandığı, o siyah Cadillac’a binemeyecektir. Teberik Efendi’nin, sahibi olduğu bedesten ve kuyumcunun önünde, beyaz takım elbise ve beyaz fötr şapka ile oturduğunu göremeyecek, gelen kadın müşterilere davudi sesiyle ‘buyurun hanımlar’ dediğini duyamayacaktır. Uğurluer soyadını da alamayacaktır Zekiye, soyadı nedir bilemeyecektir. Teberik Efendi’ye gelince, o da zaten soyadı ile çok uzun yaşayamayacaktır. Elli altı yaşında iken, muzdarip olduğu yüksek tansiyon nedeniyle, bir sabah yatağında ölü bulunacaktır. Doktorunun tavsiyelerine uymayarak, Antep’in kuyruk yağlı kebapları ve sadeyağlı yemeklerini, sahibi olduğu köylerde yiyip gezmesi, onu ölümle kucaklaştıracaktır. Babaları öldüğünde, delikanlı ve ergen yaşlarda olan üç erkek kardeş ve onlardan biraz büyük ağabeyleri, mallara çok da sahip çıkamayacaklar, kıymetini bilemeyeceklerdir. Mesela, değerlerinin farkına varılamayan, bazı meşhur ressamların yağlıboya tabloları, pazarlarda yok pahasına satılacaktır. Değerli malların çoğu, ederlerinin çok altına elden çıkarılacak, kimi eşyalar ortadan yok olacak, kısacası pek çok şey, Antep ağzıyla, heder olacaktır.

Zekiye’nin iyi ki göremediği şey, en küçük oğlu Kemal’in, küçücük yaşında annesiz ve bakımsız kalmasından dolayı raşitizm olması ve bacaklarının eğri kalmasıdır. Üstelik, Antep’te hep yapıldığı gibi, özrü de lâkap yapılacak ve adı Topal Kemal olarak kalacaktır. Kemal, örücülük yaparak hayatını kazanacak, hiç evlenmeyip yalnız yaşayacak, kendi kendine geçinip gidecektir. Kemal’in yeğeni Meral, küçük kızı Manolya ile Antep’e, babasının yanına gittiğinde, Kemal Amcaları sık sık, elinde fıstıklı dondurma ile ziyaretlerine gelecektir. Ve bu durum, Manolya’nın, hayatı boyunca, her fıstıklı dondurma gördüğünde, Kemal Amcayı hatırlamasına yol açacaktır.

Zekiye, ortanca oğlu Ramiz’in, çok zengin bir iş adamı olduğunu da göremeyecektir. Ramiz’in parasının olduğu banka şubelerinin, ‘Ramiz Bey parasını çekerse, biz batarız’, dediğini duyamayacaktır. Babasının izinde, sık sık Antep-İstanbul arası iş seyahatleri yapan Ramiz, bazen geçerken, Ankara’da yaşayan yeğeni Meral’e uğrayacaktır. Küçük Manolya’nın, 70’li yıllarda tedavüldeki, hem ebat hem meblağ bakımından en büyük bozuk para olan ‘demir beşlik’leri sevdiğini öğrenecektir. Bunun üzerine, Ramiz Amca her uğradığında, üst üste avucuna dizip, parmaklarıyla sıkıca tutarak metal bir silindir şekline getirdiği demir beşlikleri, küçük kıza verecektir. Kirli çıkı küçük kız, demir beşliklerin hatırı sayılır miktarını yıllarca saklayacak, günümüzde bile onları arada sırada çıkarıp bakarak, Ramiz Amcasını hatırlayacaktır. Zekiye, Ramiz’in babasına yakın yaşlarda, gırtlak kanserinden öldüğünü, neyse ki, göremeyecektir. Ramiz’in oğullarının, bindikleri Mercedes arabaları çarpıp, orada bırakıp, gidip yenilerini aldıklarını, onları da çarpıp, bırakıp, yine yenilerini aldıklarını bilemeyecektir.

Zekiye, büyük oğlu Abdülkadir’in hem memuriyet, hem de kendince ticaret yaparak yaşadığına tanık olamayacaktır. Erkekler içinde büyüyen Abdülkadir’in, ilk çocuğunun erkek olmasına, genel eğilimin aksine, pek sevinmediğini, ikinci çocuğunun kız olmasına ise çok sevindiğini, kızının adını annesinin anısına Zekiye Meral koyduğunu göremeyecektir. Zekiye, torunu Zekiye Meral’in kızı Manolya’nın, aile tarihine meraklı olacağını, biraz dedesinin biraz annesinin ara ara bahsettikleri yaşanmışlıkları bir araya getireceğini, söz uçar yazı kalır diyerek, hazin ölümünden yaklaşık doksan yıl sonra kendisini yazacağını, zaten bilemeyecektir.

Sayfa : 8