...
Başlık : YANIK SARAYLARIN CADDELERİNDE
Yazar : Ş. Didem Keremoğlu

    Saçımın rastgele yakaladığım tutamları makasla buluşup lavabonun içinde birikiyordu. Aynada ise kendim olamayacak kadar başka bir "ben"! Uzamış bir surat, odaklanamayan iri kahverengi gözler ve gerçekten benim olmayan porselen bir ağız. Makası bu kez alnımın üstünde gezdirdim. Yumuşak, permalı lüleler göz kapaklarıma üfleyerek kirpiklerimin üstünden lavaboya indi. O lanet olası beynim çenesi düşük, dişsiz bir kocakarı gibi hiç durmadan söyleniyordu. Üstüme alelacele bir şeyler giydim; arabamın anahtarı her zamanki gibi kayıp, ruhsat ortada yoktu. Yürüyecektim. Asansörde kimseyle karşılaşmamayı umarak kocamın siyah-beyaz damalı şapkasını kafama taktım ve kendimi Yanık Saraylar*’ın caddelerine attım.
     Mutsuzluluğun unutkanlıkları vardır. Âşık olduğundaki gibi; haber takip etmez, başkalarının derdine bir offf” bile çekmezsin. Arabanın direksiyonundaysan örneğin; varacağın hedefe kadar geçtiğin yolları hatırlamazsın… Yürüdüğün kaldırımlar, karşısına geçtiğin cadde, annenin cenazesinin kalktığı camiinin bahçesi, çocukluğundan kalan paslı zincirlerinin ucundaki salıncaklar…
Kafamda yılgın düşünceler, yürümeye devam ettim. Defaatle tedavi gören inatçı ülserim bir kanamaya daha hazırlanıyormuşcasına sızladı.
Çarşıdaydım.          

   Neyin var be kızım? Ne bu hâlin? Saçlarını doğramak da neyin nesi oluyor?” Kuaför Ayhan hayretler içinde Kınalı Yapıncak” stili yolukladığım saçlarıma bakıyordu.
    “Bu yazıya sardın saralı böyle oldun sen. Yoktu eskiden bunlar?”
    Yazmasaydım sanırım çoktan bitmişti.” dedim.
    Ne bitmişti İlkay, tövbe tövbe? Evladını da mı düşünmüyorsun?” 
    Kıyamam Ayhan Abî ya! Ne bitecek sandın sen? Evliliğimden söz ediyorum.” Sesimde sahte bir neşe… Burnunun ucuna kayan gözlüğünü bininci kez yerine itti.
    Kızım sana rahat batıyor!” Arka cebinde duran kesim makasını bir kez daha yokladı ve kırk senenin getirdiği bir alışkanlıkla;
    Oğlum herkes işine. Aranızda sohbet etmek yok!” diye seslendi.Sadece kısa bir an için muzip muzip sırıttım. Çalışanların hepsi oysa bir koltuğun arkasında saç tarıyor ya da yıkama yerindeydi. Kimsenin sohbet falan ettiği yoktu yâni. Bir ara Ayhan abiyi yazmalıydım. Fakültede ders diye okutulacak adamdı Kuaför Ayhan. Bir konferansa konu bile yapılabilirdi. 
    Nasıl Duayen Olunurkonulu konferansımızda bugün…”
İşte yine başlamıştım! Kurguyu bitirebilsem, beynimi durdurabilsem belki uyuyabilecektim de. Bir ihtimal insanlara kalabalık” demekten de vazgeçebilirdim o zaman!
    “Çok okuyorsun sen, kafan karışıyor tabii.”  Ayhan abi bir psikiyatr edasıyla değerlendirmesini bitirmişti.
    Bunu sen mi diyorsun? Yapma Allasen, sen de dükkândan arta kalan her anında bi telaş geziyorsun. Dünyada görmedik yer bırakmadın!”
    Kızım o telaş posnafladığımdan. El, ayak tutuyorken gezecen! Bir de henüz saçlarımı kazımadım!” dedi.
Kahvemden tereddütlü bir yudum aldım. Araptı, Yunandı; özel müşterilerine acının acısı kahveler sunardı. Neyse ki bu seferki Türk’dü.
     Biliyor musun?” dedim Saçma sapan bir sürü basılmışın arasında pul olan onca iyi kitap var bir de! Yeni yazarların kitaplarını topluyorum. Neler, neler? İnanamazsın! Biri onları okumalı, büyütmeli, duyurmalı!” İçimin ateşi yanaklarımdan çıkıp, koltuğumun karşısındaki aynayı kızarttı!
    “Çocukken de kaçıktın sen. Örtülü deli. Oku o zaman. Ne diyeyim?” dedi.
Oysa son aylarda ne okuyabiliyor ne de yazabiliyordum. Dilbaz bir beynim, dilsiz bir yazım vardı.
Doktor kontrolümeyse daha bir haftam.
     Seni yazayım mı Ayhan abi?” Gözlerinin içi güldü.
      Nemeteyini istersen; yaparız bir kurgu.” Dükkânda yalnızca birkaç kişinin anladığı “Aykanca’yı seri konuşurdum. Gür bir kahkaha attı.
     Dur yahu, açık etme sakın. Yazarsan anlaşılır.”
     “Ayhan abi, sen ‘Aykanca’ konuşmasan da zor anlaşılıyorsun. Harfleri özgür kılmamak için sıkı bir uğraştasın zaten. Sözcüklerin hep yanak içlerinde hapis.” Sırıtıyordum.
    Elimde mamatakas varken gösterdiğin cesarete hayran kaldım.” dedi. 
Çırağın getirdiği penuarı -bir matador edasıyla- boynumun etrafından çevirip, üstüme bıraktı. Sanatını icraya hazırdı.
sen ölürsen ayhan âbi çarşının köpekleri kedileri hep aç kalır bir de ben iyice yurtsuz kalırım! Kafamın içindekiler yine oradan oraya zıplıyordu.
   Anlat bakalım derdin neydi altı saat harcadığımız ince permanı doğramaya?” Arka bahçeye tam boy açılan camdan içeri kafasını uzatan sokak itinin kokulu nefesi sardı etrafı…
  “Oğlum Galoş’un paparası hazır mı, bak geldi çocuk.” Gözü bir yandan da kapıdan giren müşterisindeydi. 
    “Ooo; hoşgeldin Madam Sirvart’cığım. Alın oğlum madamın pardösüsünü. Bir de son gelen mırradan yapın, şekerli!” diye seslendi.
En eskiler en kıymetlileriydi.
    Açılmıştım. Hem kendim hem de permalı saçlarım. Tekrar sarıya çevirtmeye razı etmiştim sonunda Ayhan abiyi. Ve galiba söylenenler doğruydu. Depresyon şımarığı pek çok kadın gibi ben de saçlarımla bozmuştum. Sonra; aynı gün içinde bilmem kaçıncı kez aklıma çöken karanlıkta kaldım. Son dört saattir yaşadığım serinlik yerini tabakhane kokulu bir rüzgâra bırakmıştı.
Bu demode dükkânın paledyen mermer döşeli duvarları ve yerleri de ruh halimle müthiş bir uyum içindeydi doğrusu.
Kirli sarı.
İçimdeki sıkıntının rengi buydu: Kirli sarı!
    Ödemeyi yapıp, kendimi dışarı attım. Dükkandaki yaşam çoktan benim henüz gelmediğim âna dönmüştü bile. Üfürmüş hallerimin en nefret ettiğim tarafı; imkansızlık modunun eşlik ettiği o kopası nostaljik bellek yine devredeydi.
Bir bölümü su basman seviyenin altında kalan camındaki dikey perdenin -kimi yuvasında ters dönmüş kimi kayıp- şeritleri arasından içeri baktım. Kapının hemen yanındaki döner kaideli koltukta elinde sigarası, başında bigudiler; tüm gençliğiyle annem oturuyordu.
     Önümden geçen ilk taksiye el ettim. İstikamet Çapa’daki Doktor'umdu!

Sayfa : 8