...
Başlık : TAVRA
Yazar : Betül İğdeli

Sıvas 93 katliamından kurtulan şair Zerrin Taşpınar, yazdığı "Tavra" şiirinde; İnsankızının uygarlığa armağanı ve bu büyük keşfi ile insanlığı besleyen ve mağaralarda barındıran ateşin mucidiyken onu silah olarak kullananlara karşı söndürecek su olan Sıvas şehrini ikiye bölen Tavra’yı seçer başlık olarak.

Bir şiirin başlığı onu anlamlandırmamızda bir işaret fişeğidir. Tavra başlığı, şiirin içeriğini ve organik dokusunu yansıtmaktadır. Tavra sözcüğü, biçimsel olarak adının da çağrışım yaptığı gibi bir ırmak şiirdir. Osmanlıca lügatte, tavra hâl ile, vaziyet ile, tavra âit, şimdiki hâle mensub anlamıyla iki Temmuz 1993 kara gününde ,Madımak oteli yangınında ölen otuz yedi canın külleriyle Tavra’nın kana bulanmasını anlatır. Tavra sözcüğü Mukalib (Kalbden) başka tavra geçiren, başka hâle değiştiren, bir başka tarafa döndüren anlamına da gelir. Katliama karşı çıkan şair,” şiddeti kutsayan dünya hoşça kal / kendi kanında boğul kendi alevinle yan / dilini tut, ayağını zincirle / yüreğini çıkarıp göm en eskil mağaralara" dizeleriyle ölüme karşı yaşamı kutsayacaktır.

Şair olayların bizzat içinde kalmış, yaşadığı cehennemi travmayı, kurtulduktan sonra da orada yakın dostlarını yitirmiş olmanın verdiği, onlar ölürken yaşamanın verdiği üzüntüsünü bir duygu boşalmasıyla şiirine yansıtmıştır. Eserde şairin karşısında bir muhatap göremiyoruz, daha çok kendi kendine eleştirel bir tavırla bir iç monoloğa yöneldiğinden anlatı kipi liriktir.

Ancak Sıvas 93 olaylarının yıl döneminde Almanya’ da tiyatro olarak oynandığından dramatik bir yapı da taşımıştır. Müzik ve dansla gerçekleştirilen bu oyunda şiire hiç dokunulmamış yalnızca sürekliliği sağlayan replikler yerleştirilmiştir. Şiirin anlam dokusunu oluşturan bu katliamda ölenlerin anısı, kurtulanların hüznü ve bu kıyımı hiç unutmayarak yaşama sımsıkı tutunma direnci de canlandırılmıştır.

Ayrıca 37 canı kayıp verdiğimiz böylesine tarihi ve toplumsal bir olayın anlatılması epik kipi de aklımıza getirmektir. Şair ana tanrıça Kibele’dir. Nasıl Hera’nın kıskançlıktan delirttiği tanrı Diyonizos’u sağaltmışsa bu kez de bu topraklarda yaşayanların barış içinde yaşamasına işaret ederek onlara seslenecektir. “Ben Kibele… en eski tanrıçası bu toprakların/dinleyin beni ve dönüp bakın birbirinize/usulca dokunun yarasına “dizelerinde olduğu gibi.

Yitirdiği dostlarından Asım Bezirci’ye seslenerek şiiri başlatır. Arkadaşının ölümünden dolayı Madımak’ı suçlu bulur. Küçük bir çocuk olan Bezirci, zeyrek tarlalarında dolaşır, akşamları çinko bir kapta toplar bezir yağı tohumlarını. Şehirler arasında var olan uçurumlar, cehennem ateşleri yakar, “Bulun beni bulun ve yakın” diyen çocuk bir simyacı gizemiyle edebiyatımızdaki tohumu, kötü kokulu yağa ve tuvalden de renge çevirecektir. Bu çağrışımla, içindeki çocuğu öldürmeyen usta eleştirmenin sanata katkısının altı çizilecektir.

O ana tanrıça Kibele’dir. Güzel ve doğurgandır. Güzel olduğundan kadınlar kıskanır onunla dost olmazlar, erkekler de onun göğsündeki “mavi ötüşlü güvercini” görmezler. Ve Kibele “ihanete uğrayan ilk aşığı” dır yeryüzünün. Her kadının ihaneti yaşarken kendini yalnız hissedeceğini güçlü bir metaforla verir. Bu toprakların en eski tanrıçası, aşkını insan soyuna kurban ederek kadınlığından sıyrılarak ana olur. Burada kadınlığın fedakarlıkları ve tapınakların katı kurallarına karşı duruş gibi çok zengin somut gerçekleri yansıtan çağrışımlar yer almaktadır. Taşpınar’ın ürünlerinde rastladığımız gül motifi burada da yer alır. Cebinde sakladığı gül, onun ara sıra yoklayarak yaşama tutunmasını sağlar, direncini artırır. Aşkta yılkıya bırakılır bu ülkede ve onun sevdiği at motifi burada da yinelenir.

“Ağıtı ve alkışı bol” ülkedeki insanları yakıp götüren bir yangına inat Ankara’ya kar yağar olayları örterek ve “Bulvar kocaman bir gemiye” benzer, “motorları susmuş, sıkışmış buzlar arasına ve terkedilmiş bir gemi sanki bulvar” dizelerinde yönetim, olaydaki ateşin sıcaklığına uzak ve soğuktur. Yardım bir yana yapılması gerekenler de yapılmaz Devletin olaylara seyirci kalarak kendi varlığına yönelenler karşısındaki tavrını “Kar yağıyor Ankara’ya ve Bulvar/yıllardır duran bir gemiye benziyor şimdi.”, dizelerinde dile getirir.

Kadim bir şehir olan Sivas’ın antik dönemdeki ismi 'yüce, ihtişamlı, saygıdeğer' anlamına gelen Sebastia’dır. Yangının sanıkları yargılanırlar, korundukları için de ceza almazlar. "Üç kez sordu Sebastia’nın yargıçları/üç kez yadsıdı tanıklığını/yıkayıp pakladı ellerini sonra/kutsal bir san iliştirip yakasına/kutsal bir görev/koruyucu bir kimlik/yıkayıp pakladı ellerini…” Buradaki iliştirilmiş sözcüğüyle gerçeklerden uzaklaşan adaletin de gerçekleşemediğini görürüz.

““Fakirlik sana bir uğru gibi/ve yoksulluk sana bir akıncı gibi gelecektir mutlaka kullanacaktır birileri umutsuzluğu/vaad edilenler için yakıp yıkacaktır insan..” dizelerindeki insanlar kullanılmış ancak pusuları kuranlar, yangınlardan karlı çıkanlar kimdir, ”halkın olanı almak için kalemi kav/güneşi balçık,sözü taş kılan kim?” ortaya çıkarılmamıştır.

Ağıtı ve alkışı bol bu ülkede ateşin içinde kalanların ve bu acıya duyarlı insanlar bulunurken alkış da boldur, olan biteni fark edemeyenler de vardır, olaylara balık hafızasıyla yaklaşan da. Kamuoyu tepkisizliğine “Üşüyorum …soğuk dörtnala dolaşıyor içimi/hiç kimse ısıtamaz ellerimi artık/hiçbir şey eskisi gibi olamaz, biliyorum/unutmaz kalbimin mavi ötüşlü güvercini” dizeleriyle olanların unutulmasına karşı durur.

Katliamla ilgili  olan Buriciye Medresesi hem Sebastia kentinin simgesi olarak hem de tarihteki kanlı kıyımların merkezi olarak öykülenir. Selçuklular zamanında inşa edilen bu medresenin yapımında, “Antik çağlardan sökülüp/revak ayaklarına eklendi kolonlar” dizelerde de belirtilen sütunlar kullanılmıştır. Medresedeki taş işçiliği çok güzeldir. Ancak Selçuklu kuvvetlerini yenilgiye uğratan savaşın hemen ardından kendisine teslim olan kenti üç gün yağmalatan Moğol Komutan Burcu Noyan bu elizlerini görmez. Burada elizi hem nakkaşın taş işlemesindeki elinin izi hem de Sebestia kentinin Pontuslu kraliçesine bir göndergedir. Şairin emeğe olan saygısını imlerken, su perisi anlamına gelen bu sözcüğün metinlerde ‘emir veren prenses’ olan çağrışımları da bulunmaktadır. Buriciye Medresesi öyküsüyle günümüze dönülür. “Uysal ve bendedir halk/acılarla çevirir acılarını/ustalaşmıştır yaşamak ve direnmek konusunda/ ve İstemeden nasır tutmuştur yüreği…”

Ve sözün bittiği yerdedir şair “ve soruyorum durmadan, hangi dize /anlatır tutuşmuş bir bedeni”. Anlatımın ritminin yükseldiği yinelenen dizelerde “Nedir ağıtı alkışı bol bir ülkede yaşamak?” derken “hani dirlik kurulur kanla?” hem bir soru hem de bir yanıttır. “Eğer isyan olmasaydı insanın tarihinde / şiir olur muydu hiç” dizelerinde onun poetikasını sezinleriz. Ağıtlardan umuda dönecektir,”Ve ağıtlar isyana döner bir gün/çünkü:”bir kanatlının gözü görürken /ağ kurmak boşunadır…” Ağıttan umuda bir yol arar şair, Tavra’ların temizlendiği, ”bir yol dünyanın bütün ırmaklarına /okyanuslara karışan dingin ve üretken/deltalar gibi bir yol” dizeleriyle gelecekte yeni barış içinde bir dünya kurar.

Her şairin edebi kişiliği dünya görüşüyle yaşadığı dönem ve o dönemin toplumsal yapısıyla yakından ilgilidir. Taşpınar toplumsal gerçekçi bir şairdir. Seksenli yıllardan sonra gelişen zamanın ruhu ile çelişen Tavra, toplumcu bir şiirdir. Şiirin dili, şairin fikirlerini yansıtırken didaktik olmamalıdır. İçten duygularla yazılmış bir dile sahip Tavra’da kesinlikle böyle bir anlam dokusuna rastlamayız. Bir kadın duyarlığı ile yazılan şiirde hoyratlıklar karşısında incinenler yansıtıldığı gibi egemenlerin eril dili de kullanılmaktadır. Faşizme karşı kitlelerin bölünmesi ve ötekileştirilmesine karşı çıkış, şiirin anlam bütünlüğünde yer almaktadır. İnsanın yaşama hakkının elinden alındığı kıyım, “Kını mercan ve gümüş  bir ölüm /işler durur etimde nicedir/kını kur’an bir ölüm” dizelerinde özetlenmektedir.

KAYNAKLAR:

Selen Doğan ,”Zerrin Taşpınar ile Söyleşi”, Deliler Teknesi,mayıs-haziran 2008
Erman Bayram, ”Zerrin Taşpınar ile Söyleşi”, Deliler Teknesi,ocak-şubat 2008
Zerrin Taşpınar, Tavra ,Kanguru yayınları Temmuz 2005

Sayfa : 5