...
Başlık : Siber Örümcek
Yazar : Betül İğdeli

  «Unutma ki   şairleri haykırmıyan bir millet

 Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir»                      

Mehmet Emin Yurdakul

                    

 

“Bu olanlara inanamıyorum.” Ağlıyormuş gibi titreyen tiz bir sesle uyandırılmıştı. Başından aşağı çorap giymişçesine  bir örümcek ağı ile sarıp sarmalanmıştı. Kafasını sararak  etrafını bulanık gösteren yapış yapış maddeden tiksinmiş, çıkabilmek için boğuşmaktan iyice bunalmıştı. Yırtıp çıktığında,  kurtulduğunda  biraz olsun içi ferahlamıştı.

Dev bir örümceğin avı olmuştu demek ki. Çekip gitmek istiyordu ama odanın zemininde ağlarla kaplanan halıların rengi kararmış, yürümesini zorlaştırmıştı. «En az bin yıldır uyuyan bir prens oldum ben»,  dedi.

Onu uyandıran kadıncağız çalışmayan bilgisayarı için yardım masasını aramış, kimseye ulaşamayıp koridorlara çıktığında da  diğer odalardan taşan örümcek ağlarıyla karşılaşmıştı. Örümcek ağları kısa bir süre içinde yoğunlaştığından kâbus gördüğünü sanmıştı.

“Başıma gelenler olacak şey değil, çekirge sürüsü şeklinde dolaşan bir örümcek cemaati tarafından sarılıp sarmalanmışız” diye söylenmişti.

İkisi bir olup uyuya kalan tüm personeli ayağa kaldırmışlardı. Herkes şaşkına dönmüştü. Nasıl uykuya daldıklarını ve hiç bir örümcek bile yokken nereden bu ağların ortaya çıktığını anlayamıyorlardı. Patronları, "Her işte bir hikmet olduğuna göre nasıl Peygamberimiz Efendimize örümcek yardım etmiş ve mağaranın ağzına güvercin yuva yapmış ve örümcek ağı ile kaplandığından saklandığı Sevr dağında bulamamışlarsa bu işte bizim kavramadığımız bir hayır vardır." demişti. Etraf temizlenince her şeye kaldığı yerden devam edilmişti. Sanki hiç böyle bir olay olmamış gibi bir tane bile örümceğe rast gelinmemesi ise kafasını iyice karıştırmış, işyerinden kaçarcasına ayrılmıştı.

Evinde bile rahat yoktu insana. Sayısal televizyon uygulamasındaki posta kutusunda görevlendirilmesiyle ilgili yazıyı bulmuştu. Patronu yurtdışına gideceğinden kurduğu Acil Önlem Komitesinin başına geçerek çalışmasını, örümcek ağları sorununun çözülmesini istiyordu. Rahat bir nefes almak isterken örümceklerin saldırısıyla her yerini ağlar saracak kendisine bulaşacak gibi hemen  posta kutusunu kapattı.

Gün boyu dünyadan kopmuştu. Haber kanallarını seçerek izlemek isterken koltuğundan fırladı. Bomba Kulağının dibinde patlamış gibi zıplamıştı. Gözleri yaşarıyordu, midesini bulandıran bir gaz kokusu sarmıştı ortalığı. Kendini masanın altına atmıştı ama, yerlerde kan lekeleri vardı. Yaralanan insanların iniltileri kulağına kadar geliyordu. «Dayanılmaz bir şey bu», dedi. Gözleri dolmuş, kulaklarını elleri ile tıkamıştı. Ütopya İmparatorluğu yine Avrasya Birliği’ne saldırıya geçmişti demek ki. Aniden her şey bıçak gibi kesildi. Klasik müzik sesi yükselirken burnuna çiçek gibi parfüm kokuları geliyordu. Sahnede bir balerin dans ederken verilen rengarenk ve hoş kokulu gazlar dekorun bir parçasını oluşturuyordu.

Haberler bitmiş, ünlü bir enkırmen olan Cankut Borazani, günün yorumunda ülkenin Mavi Gezegen Federasyonuna (MGF) girişi konusunda Ekonomik İşler bakanı ile bakanın seçim bölgesi Yeni İstanbul’da röportaj yapmaya başlamıştı. Evrensel Pazar yükümlüklerini zaten yerine getiren ülkenin Mavi Gezegen Federasyonuna katılmasını isteyen programı izlerken sıkıldı.

Bu yüzden kumandayı Cankut Borazani'nin üstüne tutup programı atlatmak istediği zaman, bir düşünce balonu göründü. İçinde “MGF hafiyesi Can Ersagun” yazıyordu. Ersagun, “Cengiz Hanın Fetihleri” çizgi filminin kahramanlarından biriydi. Balona tıkladığında enkırmen çizgi film kahramanı gibi giyinmiş oturuyordu. Kumandayı bakana yönelttiğinde ise damacana şeklinde bir karikatüre dönüştüğünü görünce hayret etti. Ülkenin Evrensel Pazara ortak olmasını yüzyılın en önemli başarısı sayarak bunun MGF girişinde bir basamak olacağı konusunda pembe düşlerini aktaran bakan; kumandaya tekrar tıkladığında, masal anlatan bir nineye dönüşüyordu. 

Geçen yüzyılın işbirlikçi basınına atfen Buşmedyacı diye dalga geçilen küresel basının A takımından Borazani’nin bir ayağı küresel anakentte idi. Ne bütçesi ne de örgütlenmesi olmayan bu gösteriye –okullarda Mavi Gezegen Federasyonun marşını üçüncü cumhuriyet andı ile birlikte söyletiyorlardı artık- saadet zincirinin bir parçası olarak katılıyordu. Konuşmanın gidişine göre kumandayı Borazani’nin üzerinde tıklattıkça; orta oyunundaki Pişekâr rolüne soyunan gazeteci, soru soracağına dalkavukluk ederken içinde yanıtları hazır soruları aldığında karşındakine bis yapıyordu.

İçkisini tazelemek için elinden kumandayı bıraktığında, televizyondan  çıkan görüntülerin vericiden gönderildiği gibi kaldığını fark etti. Hemen televizyonda e-Postaya girdi. Ne olmuştu acaba, ya kokulara ne demeliydi, bu bir halüsinasyon dese iş yerinde toplu halde mi kâbus görmüşlerdi. Örümcek ağları nereden çıkmıştı, temizlik sırasında bir tek böcek bile bulunamamıştı. Evdeki televizyon kumandası ona neden sanal gerçekliği yaşatıyordu? Tarama yaptığında son gelen görevlendirmeyle   e-Postasına bulaşmış solucanları buldu.

Ar-Ge bölümünde gizli bir sanal gerçeklik projesi yürütülüyordu ama, onların kullandıkları sistemler en üst düzeyde sıkı güvenlik önlemleri ile korunuyor, yönetişim bilgisayarından bağımsız çalışıyorlardı. E-postadaki solucanların nereden ve nasıl geldiğini bulmadan bu işi çözümleyemeyeceklerdi. Ar-Ge grubu ise solucanların nasıl taşındığını ve biyolojik yapıdaki ağların nasıl ürediğini bulamıyordu. Patronun tatili bitmeden problemin çözülmesi için boşuna uğraşmıştı.

Şirketi bizzat yöneten patronu ortaçağ nostaljisini yaşatan turistik gezilere katılıyordu. 84 savaşlarının süregeldiği üç federatif devletli dünyamızda; Ütopya İmparatorluğu ve MGF, Avrasya Birliği ile savaş halinde olsalar da insanların gezme tutkusu sürüyordu. Nasıl Yeşiller doğallığa dönme modası tutturduklarından kişisel bakımlarını yaptırmayıp geçen asrın insanları gibi yaşlanıyorlarsa, İslami kesim de dört halife dönemindeymiş  gibi yaşanan çöl vahalarındaki donanımlı çadırlarda tatil yapıyorlardı. Kamplardaki oyun dünyalarında geçmişin en büyük terörist örgütü El Kaide için yapılan sanal camialar ve Afganistan, Bosna cihat safarileri çocukları için hazır bekliyordu.

Patronun karısı geçen yüzyılın türbanlı kıyafetleri içinde dolaşıyordu. Dalgıç ya da astronot kıyafeti giymişçesine  kavanoz başlıklı kapananların aksine iç gıcıklayıcı antika giysileri vardı. Ailesinin harcamalarında çok bonkör davranan eşi bile, artık kapanmasa daha ekonomik olacağını  söylüyordu. Türkuvaz burjuvazinin tanınan simalarından olan patronunun eşi creme  de la creme bir zümreye hitap eden geçen yüzyılların orijinal kıyafetlerini çok pahalı fiyatlarla müzayedelerden edinebiliyordu.

Bu yüzden tesettür kıyafetleri konusundaki sektörün bir yan sanayisi de oluşmuş durumdaydı. Geçen yüzyılların tıpkı yapımları yanında plastik saçlar, parfümüyle albenisi artan ipekli çiçek desenli türbanlar ve çizgi film kahramanlarının başlık ve üniformaları yok satıyordu. Şirket aslında bu sektörde değildi ama melek sermaye ile bu tip girişimleri destekliyordu. Yeni geliştirdikleri teknoloji pek nadir ticarileşebilse de daha çok bu firmalara teknoloji transferi yapılsa da parasal nedenlerle ortaklıkları sürüyordu.

 

      Patronun yokluğunda otomasyon sistemlerinde tedarik zincirindeki iç ve dış şirketlerle tüm bağlantıları gözden geçirerek tüm arka kapıları kapatmaya çalıştılar. Ancak güvenlikte Yönetişim bilgisayarına bağlı olmadıklarını insan beyni ile iletişime geçerek sanal gerçekliğin sağlanması için yaptıkları proje ile örümceklerin bağlantısı olamayacağı iddiasını sürdürüyorlardı. Açığa çıkan olayı ortaya çıkaracak problem neydi, bir türlü bulamıyorlardı. Ar-Ge Grubu kendi çalışmalarında Yönetişim bilgisayarına geçen bu solucanlar temizlense de nasıl yayıldıklarını bulunamazsa sanal afetin tekrarlanması kaçınılmazdı.


 

Tatilini kısa keserek dönen patrona konuyu aktarmak istedi. Ancak sekreterine ulaşamıyordu. Moda dergilerinden fırlamış gibi giyinen kızın odasına girdiğinde şaşkına döndü. Sekreter masasının yanında ayakta uyuyordu. Giydiği pembemsi bir deri gibi bacaklarını kavrayan pantolonun cepleri beyaz gözüktüğünden pantolonun renginin aslında beyaz olduğu anlaşılıyordu. Parlak kırmızı transparan bluzun göğsü örümcek ağlarıyla sarılmaya devam ederken rengi pembeleşiyordu. Kapının altından akan örümcek ağlarını çiğneyerek patronun odasına girdi.

Patron günlük resmi iş kıyafetlerinin üstüne gittiği yerin mahalli kıyafeti kefiyeyi başına dolamış masasında uyukluyordu. Seyahatin yorgunluğunu üzerinden atamamıştı anlaşılan. Onun iş yaşantısı hep seyahatlerle dolu olduğundan yoğun iş temposunu nasıl sürdürdüğüne şaşarlardı zaten. O kısa şekerlemeler ile dinlendiğini söylerdi hep. Adam uyuyor ve başındaki kefiyenin üstünden örümcek ağı akarak etrafı kaplamaya devam ediyordu.

Evet, örümcek ağının kaynağı belli olmuştu. Ar-Ge departmanını soyutlamış olsalar da Ar-Ge bilgisayarı, departmanda çalışan personeli kullanarak  yönetişim bilgisayarına sanal gerçekliği taşımıştı. Yönetim bilgisayarı ise tedarik zinciri aracılığı ile istediklerini yan sanayiden getiriyor, etrafı ağa boğuyordu. Bilgisayarla etkileşime geçmemek için bu konuyu düşünmemeye çalışarak “Dağ başını duman almış” marşını söylemeye başladı. Yönetişim bilgisayarı devreden çıkartmak için koşuyordu.

 

Sayfa : 11