...
Başlık : Seyyar Sevici
Yazar : Ersin Kurt

 

   2006 yazını ölsem unutmam. Hiç izin kullanmadan 14 ay boyunca Siirt'te askerliğimi yaptıktan sonra Eskişehir Otogarı'na ayak basışımı nasıl unutabilirim ki? Bir de yol uzun olduğundan dolayı gidiş-geliş uçuş deneyimlerim. Aklıma geldikçe hâlâ bir tuhaf oluyor içim. Korkmak değil bu, bambaşka bir his. Ayrıca ne askere giderken ne de gelirken yanımda oturan yol arkadaşım Hamdi'nin pek çok kez istifra etmesine şahit olmama rağmen bir kez olsun istifra da etmedim. Kanımca, bazı duygularımızın tarifi pek de mümkün olmuyor. Tıpkı o yaz tanıştığım Ece'ye karşı hissetmiş olduğum duygular gibi...

   Askerden dönüşümden sonra ailemle biraz vakit geçirdim ve ilk iş olarak Güney'e, Akdeniz'e (Hadi güzergâhımı biraz daha detaylandırayım; Side'ye...) gitmeye karar verdim. Hâliyle 14 ay boyunca dağ, tepe, tüfek, kamuflaj ve o kamuflajların içerisinde hep aynı yüzleri görünce ister istemez tekrara düşüyor insan. Bu gibi durumlarda en akılcı iş tanımadık insanların içine karışmak ve mekân değiştirmek. Boşuna dememiş atalarımız; ''Tebdilimekânda ferahlık vardır.''    

   Side'de baba tarafımdan akrabalarımız olduğundan konaklama sorununu hiç dert etmeden çıktım yola. Hepi topu taş çatlasın bir hafta kalacağımı da düşününce kimseye yük olmayacağıma kanaat getirdim. Zaten bir hafta boyunca en azından mutfak masraflarını ben karşılarım gibi bir düşüncede gitmiş olsam da, sağ olsunlar Aydın abi ile Habibe abla elimi cebime sokturmadılar. İlk gün yol yorgunluğundan olacak hiçbir yere çıkmadan, denize girmeden, balkonda biraz sineklenerek geçirdim zamanımı. Birden sosyal hayata karışmak ve  asimile olmak da akıl kârı bir iş değildi zaten.     

   Sabah uyandığımda kahvaltımı yaptıktan sonra havlumu kaptığım gibi denize koştum. Kumsalda bir kişi haricinde kimsecikler yoktu. Deniz; pırıl pırıldı...  Yalnız, o bir kişi, o kadar güzel bir kızdı ki adeta güzelliğiyle bütün bir kumsalı doldurmuş havası veriyordu. Ya da ben askerden yeni döndüğümden dolayı her kız gözüme güzel görünüyordu. Ama kızın her türlü bir albenisi vardı. O tartışılmaz!

   Epey bir vakit milli yüzücü pozlarında yüzdükten sonra kumsala güneşlemeye çıkınca kız da hemen denizden çıktı ve havlusunu yanı başıma serip ''Merhaba,'' dedi. Afalladım! Ama ne zaman sonra, bomboş kumsalda hiçbir alternatifimin olmadığı kafama dank edince ben de kısık bir ses tonuyla ''Merhaba,'' dedim. Sempatik bir kız olduğu kesindi. Sanırım kızı güzel diye nitelendirmekten ziyade kıza sempatik demek daha doğru olur. Çünkü güzellik göreceli bir kavram iken sempatiklik herkes tarafından daha kabul görür bir sıfatlandırma.  

   Aradan çok zaman geçmeden kaynaştık Ece'yle. Öğle yemeği için geç bir saat olsa da, ''öğle yemeğimizi'' birlikte yedik. Keyifli zaman geçirmek için ideal bir partnerdi kendisi. Akşama doğru, gece saat tam 23.30' da tekrar kumsalda buluşmak üzere sözleştik ve ayrıldık. Birbirimizin telefon numaralarını alma gereği dahi duymadık. O kadar emindik yani ikimizin de randevusuna sadık kalacağına.     

   Öyle de oldu zaten. Bir dakika bile gecikmeden geldi Ece. Ece'nin bira içip içmediğini bilmediğimden, daha doğrusu Ece'yi henüz hiç tanımadığımdan temkinli davranarak Ece'ye iki bira almıştım. Alkol kullanmıyormuş, yedi birayı da ben içtim. Bir şey anlatırken heyecanlı heyecanlı anlatıyor, gülerken kalbimin derinlerinde bir yerlere dokunuyordu Ece. Her hareketi bedenime değen sihirli bir el gibi temas ediyordu sanki bana. Büyülenmiştim.     

   Neşe içinde kahkahalar attığımız bir anda gecenin karanlığından ve yakamozların cesaretlendirmesinden faydalanarak dudaklarımdan öptü Ece. Öpüşürken gözlerimin içine bakıyor olmasından dolayı mest oldum. Bütün bir gece kendisiyle öylece dudak dudağa kalabilirdim. Zaten kısmen de olsa gerçekleşti bu isteğim. Ara ara ayaklarımıza değen denizin dibine dalıyormuşçasına birkaç nefes alıp vermeden sonra yine, yeni, yeniden bir oluyordu iki nefes, iki beden.

     Çok geç bir saatte oteline bıraktım Ece'yi. O, birlikte olmayı geçirdi mi aklından bilmiyorum ama ben onu otelin kapısına bırakana kadar bu uçuk düşünceyi atamadım aklımdan. Üç gün daha sabah akşam kumsalda, orada, burada buluştuk. Gezdik, eğlendik, zaman zaman hüzünlendik ve gece olunca bildiğimiz en iyi şeyi tekrarladık. Saatlerce öpüştük.     

   Dördüncü gün kumsala gittiğimde Ece yoktu. İki gün öncesinden telefon numarasını almış olduğumdan aradım, açmadı. Akşam, evlerinde konakladığım hâlde neredeyse yüzlerini görmekte zorlandığım Aydın abi ve Habibe abla ile balkonda oturuyorken Ece'den mesaj geldi. ''Aramışsın, duymadım. Kusura bakma, yoldayım. Marmaris'e gidiyorum da,'' diyordu mesajında. Okuduklarım karşısında şaşkınlıkla birlikte sinirlendim ve dayanamayıp masadakilerden izin isteyip salona geçtim. Hemen Ece'yi aradım. Telefonumu açmayacak diye bir düşünceye kapılırken, açtı. ''Hayırdır Ece, ne işin var Marmaris'te, niye gidiyorsun, dün akşam hiç bahsetmemiştin, aniden bu da nesi şimdi?'' diyerek peş peşe sıraladım sorularımı. Hüzünlüydü. ''Bir hafta kaldım Side'de ve ayrılmam gerektiği için de ayrıldım. Şimdi bir hafta da Marmaris'te tatil yapacağım. Sonraki hafta nereye giderim bilmiyorum. Zaten yıllık iznim de üç hafta. Oradan memleketime geçer, tatilimi sonlandırırım. Bu yıllardır devam eden bir durum,'' dedi.      

   Boğazıma yumruk büyüklüğündeki bir taş gibi dizildi kelimeler. Konuşmak isteyip de konuşamamak felaket bir durum. İlk şoku atlatınca ''Peki ama neden, neden Marmaris'e gidiyorsun ki, Side'nin suyu mu çıktı? Hem, dün gece sahilde ateşli bir şekilde öpüşürken bana 'Seni seviyorum' diyen sen değil miydin Ece?'' dedim. Duraksadı ve asla duymak istemeyeceğim zehirli cümlelerini kustu: ''Hâlâ anlamadın mı? Evet, seni seviyorum dedim ve sevdim de... Gitmemin tek sebebi de bu zaten! Çünkü bağlanmak istemiyorum. Ne zaman birisine bağlanacak olsam hep bunu yaptım ben, kaçtım. Üç parça eşyamla oradan oraya sürükleniyorum yıllardır. Şimdi Marmaris'e gidiyorum ve ilk iş orada seni unutacağım ve hatta başka birisine bağlanmamak adına oradan da kaçacağım. Sen de beni unut, inan bana en mantıklısı da bu. Hoşça kal.'' Konuşmama fırsat vermeden telefonu kapattı ve görüşmemizi sonlandırdı.    

   Müzmin yaz aşkı Ece'nin kendini tasvir edişi; Adalar'da Porsuk Nehri boyunca mısır, kestane, erik satan seyyar satıcıları anımsattı bana. Fakat onlar Ece'den çok daha dürüst ve cesurdular. Hiç değilse renkleri belliydi. Satıcıydılar ve korkup kaçtıkları kişiler de sadece zabıtalardı. Ama Ece her tatil yöresinde arkasında düzinelerce ceset bırakan korkak bir seyyar seviciydi, seri bir katil...  Şu anlarda ateşli dudakları ve aşk kokan sözleriyle kimleri öldürüyor, kim bilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sayfa : 10