...
Başlık : MEÇHUL
Yazar : Gizem Kayar

Yoğun ilaç kokusuyla gözlerini açıyor ama aniden suratına bir avuç kum atılmış gibi göz kapakları kilitleniyor. Işık parlak, yoğun ve akışkan. Başının hareketiyle birlikte, ensesinde ağrısına dayanılmaz bir yumru hissediyor, dokunmak için sağ eliyle davranıyor. Elini kaldırmasıyla gelen keskin acı, hareket etmesine engel oluyor.

Bir kaç dakika sonra, cesaretini toplayıp yavaşça gözlerini açıyor. Işık gözlerinden girip beynine ulaşmış gibi görüntüler yavaşça belirmeye başlıyor. Karşı duvarda bir televizyon, yatağın sol tarafında, açık mavi (yoksa açık yeşil mi?), bir tekli koltuk, perdesi açık pencereden dışarısı görülüyor. Bulutlu, bir hava, bir kaç kuru ağaç dalı kalın bir tülle örtülmüş gibi, belli belirsiz. Sağ tarafında ışıklı bir makine, ekranı net göremiyor, sadece arada hızlanıp yavaşlayan sesler, bip bip bip...Sanki bir el her seferinde beynine dokunuyor.

Gözleriyle vücudunu taramaya başlıyor. Sağ eline serum bağlanmış, yukarı doğru bakacak oluyor ama kafası doksan derece açıdan fazlasına dönmüyor, ağrılı yumru tüm kafayı esir almış, dönmesine müsade etmiyor. Sol kol dirseğe kadar alçıya alınmış, karından aşağısı gri bir çarşafın altında. Sol kalçadan bele doğru derin bir ağrı var, ya bacaklar? Olduğu yerde biraz kıpırdanıp doğrulmaya çalışıyor, bacaklarına bakacak ama vücut, yattığı yerde külçe gibi olmuş, komut almıyor en fazla yatakta yarattığı oyuntu derinleşiyor. Neden hareket edemiyor? Bacaklarına ne oldu? Makineden gelen biplemeler hızlanıyor. “Ne oldu bana? Hastanedeyim. Neden, nasıl?” Birden yüklenen sorular, içi duman dolu kafasına ağır geliyor, kendinden geçiyor.

Bir elin, koluna dokunmasıyla irkilerek uyanıyor. Bir kadın önce hortumun yukarı ucuna, sonra makinelere bakıyor, yanındaki masadan bir şırınga alıp içine ilaç çekip hortumun onun göremediği ucunda bir şeyler yapıyor, boş şırıngayı  tekrar masaya koyuyor.

“Aa, uyandın mı güzelim? Sakin ol, hiç telaşlanma, iyi olacaksın, çok ucuz atlattın çok!”

Kadının sesi yumuşacık, ses, sanki onu kucaklayıp teselli etmeye çalışıyor. “Neden güzelim dedi bana? O kadar mı kötüyüm, şefkat duygusu uyandıracak kadar?” diye düşünüyor. Zorluyor kendisini, “Konuşmak neden bu kadar zor?”, ağzında bir demir tadı, nefesi iltihap kokuyor.

“Ben, beni... Ne oldu bana?”

Kadın yazdığı dosyadan başını kaldırıp:

“Hiç yorma kendini şimdi, birazdan güzel bir uyku da çekeceksin, merak etme güzelim. Bak buraya, elinin yanına bu yardım düğmesini koydum, ihtiyacın olursa bas hemen yetişiriz birimiz sana”

“Yine güzelim dedi, durumum kesinlikle çok kötü.” diye düşünüyor. Yeniden ağzını açmaya takat bulamadan hemşire, küçük odadan çıkıp gidiyor.

Biraz sonra bir çift güçlü kol çekip sarıyor vücudunu, etraf siyah bir dumanla kaplı, ateş kokusundan genzi yanıyor, uzaktan çığlıklar geliyor. Hava çok sıcak, nefes alınmıyor. Sonra bir fren sesi, kapılar çarpıyor, ardından camlar kırılıyor, iki köpek birbiriyle kavga ediyor biraz ötede, sonra birden buzdan bir rüzgar yalıyor tüm vücudunu, vücudunu saran kollar cendere gibi sıktıkça sıkıyor, parmak uçları donuyor, elleri hissizleşiyor. Yer sallanmaya başlıyor, giderek şiddetleniyor, binalar yıkılıyor etrafta, çığlık sesleri, çocuk ağlamaları duyuluyor, kalkmaya çalıştıkça kollar daha çok bastırıyor, yıkılan binalardan yükselen toz bulutundan dev gibi bir alev yükseliyor, ateş ona doğru gittikçe yaklaşıyor ama vücudu hala buz gibi, bacakları hissiz, çığlık atmaya çalışıyor, olmuyor, çığlığında boğuluyor, vücudunu saran kollar boynuna uzanıyor, gırtlağını sıktıkça sıkıyor, ateş ayaklarından tüm bedenini sararken nefes nefese uyanıyor.

Kalbi göğüs kafesini yırtıp çıkacak, elleri titriyor. Bir kaç derin nefes, az sonra sakinleşir gibi oluyor, ne kadar uyudu acaba? Duvarda bir saat görmek umuduyla sağa sola bakınırken, kapıda bir adam farkediyor, odada başka yatak yok, adam gözlerini dikmiş, ona bakıyor. Kambur, kısa boylu, siyah bıyıklı, pörtlek gözlü, kel bir adam, kocaman burnu sanki yüzünün yarısını kaplıyor, dişleri o kadar büyük ki ağzı kapanmıyor. Tanıyor mu bu adamı? Neden adam ona bakıyor? Adam, yataktan kendine doğrulmuş gözlere yakalandığını farkettiği gibi, koşar adım uzaklaşıyor kapıdan. “Kim bu adam, neden tedirgin oldu?”

Sislerin ardından bölük pörçük görüntüler...

“Dün gece en son arkadaşlarla beraber çıktık restoranttan, taksi beklemeye başladım. Kaçtı saat? El ettim taksiye, durmadı, sonra yürümeye başladım, ara sokak karanlıktı girmedim, yoksa girdim mi? Otobüs durağını mı gördümdü az ilerde? Sonra... Sonra...” Sonrası yok. Film o noktada kopmuş. Kafasını zorladıkça, damarları zonkluyor, ensesindeki yumru dayanılmaz bir ağrı yapıyor. “Ne oldu bana? Yok, hatırlamıyorum! Yürüyordum, sonrası yok!”

O esnada kapıdan beş kişilik bir grup giriyor, önde iyi giyimli, orta yaşlı, orta boylu, beyaz önlüklü bir erkek, arkada epeyce genç, önlüklü iki kız iki erkek. Orta yaşlı olan yatağın ayak ucundan dosyayı alıyor. İçinden bir kafa filmi çıkarıyor, inceliyor, genç önlüklülere gösteriyor, sonra ona bakıyor, sonra tekrar filme bakıyor:

“Daha sonra ilgileneceğiz burayla, gidebiliriz.”

Genç önlüklüler kapıya doğru yönelirken, orta yaşlı, makinelerin önüne kadar gelip hortumun yukarı ucunu kontrol ediyor.

“Çok ucuz atlattınız, zaman alacak ama toparlayacaksınız.”

“Ne oldu bana? Hiçbir şey hatırlamıyorum.”

“Geçici hafıza kayıpları hatta halüsinasyonlar normal bu süreçte, travmaya bağlı, çok zorlamayın kendinizi, daha sonra detaylı açıklama yapılacak size.” Adam daha fazla konuşmadan çıkıp gidiyor.

Merakı iyice körükleniyor, beynini zorladıkça zorluyor. Yok. Hiç bir iz yok aklında dün geceden. “En son yürüyordum, yalnızdım, taksi durmadı, sonra...” Düşünürken üstünde bir çift gözün ağırlığını hissediyor, başını çevirince yine aynı adamın kapının kenarında durmuş ona baktığını fark ediyor. Birden bir flaş patlar gibi, “Yürüyordum, meydandaki heykelin yanındaydı bu adam! Gördüm onu, aynı surat, o dişlek ağız, pörtlek gözler,kambur, o adam işte o! Gördüm onu dün gece!” Makinenin sesi iyice hızlanıyor, yerinden kalkmaya çalışıyor, zorladıkça zorluyor ama vücudu söz dinlemiyor. Çırpınırken aklına hemşirenin bıraktığı düğme geliyor, titreyen elleriyle zar zor basıyor düğmeye. Bir yandan da bağırmaya çalışıyor ama kendi sesinde boğuluyor. Hemşire koşarak odaya giriyor.

“O adam, dün geceden, biliyor bana ne olduğunu yakalayın nolur, kalkamıyorum, soracağım!”

Hemşire elini onun alnına koyarak:

“Tamam sakin ol biraz, bak ben buradayım, düşünme sen adamı, birazdan hiçbir şeyin kalmayacak, derin bir nefes al benim için şimdi.”

“Ama hatırladım, o adamdı, heykelin yanındaydı!”

Hemşire bir iki dakika gözden kaybolup elinde şırınga ile yeniden odaya girdiğinde, o, hala sayıklıyor:

“O suratı unutur muyum ben hiç, hele o burnu, kesin oydu!”

Hemşire, boş şırıngayı alıp, dosyaya bir şeyler karalıyor, makinelere tekrar göz atıp çıkıyor.

“Neden dinlemiyor bu kadın beni? Hey! O adam diyorum, neyi bekliyorsunuz? Şikayet edeceğim yönetime, kimse konuşmuyor!” Kendi kendine kıpırdanıp söylenirken, birkaç dakika sonra ılık bir yumuşaklık vücudunu sarıyor, göz kapaklarını açık tutması zorlaşıyor, aklındaki sorular yavaş yavaş silinirken isteksizce yine kendini uykunun kollarına teslim ediyor.

 

                                                                                                                                           

 

Sayfa : 8