...
Başlık : .“Kendi dünyasını, kafesini oluşturup, orada şakıyan bir kuş nereden bilecek başka kuşların avcı korkusunu?”
Yazar : Aslı Zorba

Tarihler 2 Temmuz’u gösterdiğinde bir çoğumuzun aklına gelen görüntü aynıdır. Yanan Madımak Oteli ve önündeki kalabalık. Bu görüntü hepimizin zihninde farklı bir hisse karşılık gelse de otelin içinde yaşanan duyguyu tahayyül dahi edemeyiz. O günün birinci dereceden tanığı olan ve dışarıda o görüntüler yaşanırken içerideki tarif edilemez duyguyu yaşayan şair Zerrin Taşpınar ile şiir ve Madımak üzerine düşündüren bir söyleşi yaptık.

-Şiire başlamanız nasıl oldu?
- Kitap okunan bir evde büyümenin avantajıyla, okul kitapları dışındaki şiirle erken tanıştım ben. Orhan Veli ve Cahit Külebi’nin ‘Yeşeren Otlar’ kitaplarını okuduğumda ilkokuldaydım ve çok etkilendim. Şair olma isteği o zaman yeşerdi içimde. Ancak şairlerin normal insanlar olamayacağına inandığımdan… denemedim bile. Sıradan bir çocuktum. Üstümü başımı kirletir… azar işitir… yaramazlık yapar ve cezalandırılırdım. Şairlerse –bence- bebekken bile farklı olmalıydı. Umutsuz vakaydım ama içimde bir yerlerde “belki olabilirim” düşü hiç umudunu yitirmiyordu. Kısacası ben hep ‘şair olmayı’ istedim… düşledim. Evde yalnızken yüksek sesle şiirler okurdum hep. Hem gözlerimle, hem de kulağımla algılamak için şiirleri. Şiir kitapları alırdım harçlığımı biriktirip… Edebiyat öğretmenimin bile tanımadığı E. Cansever, T. Uyar, İ. Berk, C. Süreya gibi o zamanlar yeni ünlenen şairleri biliyordum. Liseye başlayacağım yaz bir şeyler karalama cesaretini edindim. Birkaç deneme sonrası lisede, boş derslerde sınıfa şiir okurken buldum kendimi… Liseler arası yarışmalara girmemi istedi okulum. Kupaları okula getirdikçe…
-Şiirin hayatınızdaki yeri nedir?
- İlk sorunun yanıtı, şiirin hayatımdaki yerini açıklıyor biraz… Ancak ben tüm edebiyat yapıtlarına ilgi duyardım/duyarım. Çocukken makale bile okumaya zorlardım kendimi. Yedi yaşında kızıl olmuştum. O zamanlar kızıl çok korkulan bir hastalıktı. Teşhisi duyunca bayılmıştı annem. Babam; doktorun her dediğini yapmam karşılığında “dile benden ne dilersen” demişti. Ben de beni CİCİ- MU isimli çocuk dergisine abone etmesini istemiştim. O kadar okuma, kitap, dergi meraklısı bir çocuktum… Klasik çocuk kitaplarının hemen hepsini almıştı ailem. Masallar düşlerin sınırlarını genişletir… Biraz büyüyünce, edebiyat türleri, edebiyat eleştirileri vb. içeren kitaplar da almaya başladım. . Harçlığım yetmez… okunmuş gazeteleri biriktirir satar ve kitap alırdım. Eski musluklar, boru parçaları gibi atıkları da nerelere satabileceğimi öğrenmiştim… Yine de almak istediğim kitapların çoğuna ulaşamazdım. Yenimahalle Halk Kütüphanesi’ ne üye olup oradan da beslenmeye başladım. Bu kez çok sevdiğim kitapların yanımda olmaması içimi burkardı.
Evli, üç çocuklu bir kadınken, manto alacağım paranın tümüyle kitap almış… kocaman iki kışı pardösüyle geçirmişliğim bile var… Küçük bir nokta: Aklıma takılan şiir kitaplarını almak daha fazla haz verdi hep.
-Şiirlerinizi nasıl yazıyorsunuz? Bir mesaj versin diye mi kaleme sarılıyorsunuz yoksa tamamen kendiliğinden mi gelişiyor?
- Ben çok yazmam… Şiir zorlar beni. Küçük bir örnek: Bir sonbahar başlangıcında, annemin yazlığındaydım. Yazın bittiği/ bitmek üzere olduğu en kesin biçimiyle yazlıklarda gözükür. Şiire; annem, Tekirova, yazın bitmesi olarak başladım… O hüznü anlatmak istiyordum ama ülkemde de sosyal yaşamın güneşli, aydınlık günlerinin bitmekte olduğu… karanlık… bulutlu… öfkeli günlerin başlayacağı sezgisi şiiri ele geçirdi… ‘Yaz Bitti’ şiiri; daha masum sayılabilecek, sanata, toplumsal ilerlemeye hevesli çağlara özlemle, gelecek günlere duyduğum kaygının (90’ lı yılların sonuna tarihlidir) aktarıldığı bölümlerden oluşarak çıktı ortaya. İşin özü şöyle bence: Ne yazarsanız yazın, içselleştirdiğiniz politik bakış açısı –ya da politikasızlığınız- edindiğiniz deneyimler, öğrendiğiniz bilgiler… yani ne biriktirdiyseniz o… yapıtınıza yansıyor. İsteseniz de istemeseniz de… Ben de aşk, ayrılık, mevsim şiiri yazmaya oturmuşken, bir de bakıyorum ki barış girmiş dizelere… özgürlük tutkusu girmiş örneğin…
Şiir heveslileri için bir şey söylemem gerekirse; önce kendinizi birçok konuda bilgilendirin… sonra yazmak istediğiniz konuda hangi şiirler yazılmış… okuyun ki yeni bir söyleminiz ve bakış açınız olsun derim. Ben asla kar şiiri yazmam. Çünkü Elhân-ı Şita yazıldı. O şiirde karın başlayışı, hızlanışı, tipiye dönüşü… sözcüklerle aktarılıyor okura. Üstelik şairi Cenap Şehabettin benim şairim değildir. Sevdiğim tek şiiri vardır ve çok özel bir şiirdir Elhân-ı Şita.
-Madımak gibi büyük bir tarihi olayın içinde yer aldınız. O günü biraz anlatabilir misiniz?
-Madımak kıyımı… Saatlerce taşlandık… Benim daha önce recm denen uygulamanın kötülüğü hakkında yazım vardı. İsterik duygularla yapılan bir şey recm bence. Ulaşamadıkları kadınları taşlayarak (çünkü yalnızca kadınlara uygulanıyor) bir tür vahşi zevk alıyor erkekler. Gizli ve çirkin duygularını taşlar gibiler. ( Kâbe’ de şeytan taşlamak da bence böyle bir şey. İnsanlar kendi kirli duygularını taşlıyor sanki aslında… ) Bu nedenlerle saatler süren otelin taşlanması önce çok incitti içimi… Bunu da en iyi Asım Bezirci anladı ve yangından az önce benden bu incinmişliğin şiirini yazacağıma dair… inat ve ısrarla söz aldı. Bezirci’ nin tırnağı olamayacak insanlar… onu/ oradaki herkesi yakmayı inançlarının gereği saydılar… Yüzüme bakıp içimdeki incinmişliği… söze dökülmemiş duyguları anlayacak duyarlıkta bir insanı… Onlarca kitap yazmış birine/ aslında hepimize … kitap yazdık diye Kur’ ana şirk koştuğumuzu söyleyen o insanlar dini de… inanmışlığın ne olduğunu da… edebi de bilmiyordu elbette… Recm’ in içindeki o ‘ulaşamadığını yok etme iştahı’ yla… yaktılar bizi… Dostlarım, arkadaşlarım, oyununu, türkü söylemesini, semah dönmesini izlediğim, bakışlarımla sevdiğim çocuklar öldü… 27 yıldır öfkem dinmedi. Adalet isteğim bitmedi. Madımak kıyımı, sadaka ve sömürüden oluşan yeni bir düzen getirmenin… toplumsal uyanışı ertelemenin… bir korku iklimi yaratmanın önemli adımlarından biriydi… Başardılar da…
-Otelden sağ çıkan bir sanatçı olarak, bu durumun size bir sorumluk yüklediğini düşünüyor musunuz?
- Elbette bir sorumluluk yükledi. Önce Bezirci’ ye ve ‘merdivendeki üç şaire’ verilmiş sözümü yerine getirmek… Sonra kıyımın ardındaki gerçeği anlatmak… Olayı bu gerçeklere göre değerlendirmek. Tüm mağdurlarla dayanışma içinde olmak… Adalet aramak… Tanıklığımı paylaşmak…
-Olaylar hayatınızda ya da hayata bakış açınızda bir değişikliğe neden oldu mu?
- Gericiliğin bu kadar yaygın olduğunu tam anlayamamışız bence. Ne kadar örgütlendiğini de gerçek boyutlarında bilememişiz… Oysa yıllardır vakıflar, dernekler kurmuşlar, paralar toplamışlar… Örneğin; komünizme karşı bir derneğin varlığını hep bilirdik de… o derneğe en sanatsever, ilerici, laik görünümlü kapitalistlerimizin bile para yardımı yaptığını bilmezdik. Ya da ben bilmezdim… Sivas katliamı sonrası… bu gücün… cesaretin… pervasızlığın kaynaklarını araştırdım. Ürktüm öğrendiklerimden. Olaylar bende hoşgörüyü sınırladı. Yakanlara duyulan bir nefret olarak algılanmasın… Yangından sonra kârlı çıkanlara karşı yoğun bir nefret… Perde arkasına daha keskin bir bakış diyebilirim… Şunu da eklemeliyim: Ne yazsam sözcüklerin beni Sivas’ a götürmesi var ki… zor baş ettiğim asıl durum bu…
- Bugün olayların yaşandığı güne döndüğünüzde size hissettirdiği duygu tam olarak nedir?
- O güne dönünce- ki sık sık olur bu- otelin odalarına dolan taşları, pencereden aşağı atsaydım diyorum. Aralarında çocuklar var diye ikirciklenmem şimdi. Mutlaka yaralanan olurdu ve geri çekilmez zorunda kalırlardı. Bizi otelin içinde tutma çabalarını baştan anlayabilirdim diye düşünüyorum... Yakmak içindi elbette… Her şey planlıydı çünkü… Örgütlü kötülüğü önceden görebilirdim ya da görmeliydim… Tartışıp dururum kendimle.
Eve döndüğüm ilk günler otobüse binemedim. Onlardan biri bana değebilir tiksintisiyle. İki oğlum, beni aralarına alarak, kimsenin dokunamayacağı pozisyon yaratarak bitirdiler bu korkuyu. Sinemaya yaklaşık üç yıl gitmedim. Işıklar söndüğünde, film başlamadan duyulan uğultu beni öfkelendirecek düşüncesiyle… kendimi yeniden Madımak koridorlarında duyumsarım diye… Hepsi bitti ama o günlerdeki duyguları … tiksintiyi… öfkeyi hep anımsarım… Hazmedilmemiş bir yemek gibi ağzımda duyarım çoğu kez…
-Hayatınızda veya şiirinizde Madımak ve Sonrası diye bir değişim oldu mu?
- Küçük bir anı: Asım Bezirci’ nin eşi Ankara’ ya geldi ve bende kaldı. Onu bir odaya yerleştirdik ancak ben odama gidip uyuyamadım… Aklım, mantığım çalışmadı. Kapısının önünde nöbet tuttum sabaha kadar. Sessizce… kıpırdamadan bir sandalyeye oturdum ve gözümü kapısına diktim… Saçının teline zarar gelir korkusuyla… Sivas’ ı yaşamak ve sağ kalmak böyle bir şey işte… Orada yitirdiğimiz bir kişiyi… herhangi bir konuda eleştiren olursa… benim sakin, sabırlı kimliğimin nasıl değiştiğini görünce şaşırır…
Aralık ayında bir kaza geçirdim. Bir otomobil bana çarptı. Üç kırıkla atlattım ama ameliyat gerekti. Ameliyat çok başarılı gerçekleşmiş. Her şey yolundayken ve doktorlar ayılmamı beklerlerken… önce solunumum… sonra kalbim duruvermiş. Otuz doktor beni geri getirmeye çalışırken “Gitme… bizimle kal” çağrısına “arkadaşlarım ölüyor, gitmeliyim” demişim. “Nereye gidiyorsun?” sorusuna yanıtım “Otele” olmuş. Bunları doktorlar anlattı bize… Madımak’ tan sağ çıkmak böyle bir şey sanırım…
Şiirimde nasıl bir değişiklik oldu? Daha keskin dizeler belki… Duyumsatmak değil de okurun gözüne sokmak gibi… Lirizmden belki biraz fedakârlık… Önce derdi, sorunu önemsemek…
- Sizce sanatçı kime denir? Yani sanat sanat için midir? Sanat insan için midir?- Sanatçı kimdir? Bir sanat yapıtı üretebilen insandır. Özetle… Aslında sanatçı; çağından sorumlu, tanıklıklarını, gözlemlerini kendi bakış açısıyla yansıtabilen bir yaratıcıdır demek isterdim. Ancak bu söz gerçekçi olmazdı. Kilisenin istediği tabloyu yapan, böylece onu ve söylemini meşrulaştıran, yine de olağanüstü eşsizlikte ve güzellikte yapıtlar üreten sanatçılar var. Onları, sanatçı sözcüğünün dışına mı çıkarmalıyız? Fuzuli’ nin; Mecnun’ un aşkını sonunda tanrıya bağlaması hep canımı sıksa da… Divan şiirinin bir tür kadınsız ya da ‘yapay kadın’ şartına boyun eğmek olarak değerlendirsem de… Fuzuli’ nin şairliğini yadsıyamam.
Sanat hep toplumsaldır. Çünkü sanatçı yapıtını paylaşır diğer insanlarla. Kitaplaştırır, sergi açar… bence, beğenilmek, benimsenmek esas dürtüdür. O güne kadar bilinen sanat yapıtlarına bir meydan okuma da vardır bu sunumda: Ben de yapabilirim… Bazen geçerli sayılana bir başkaldırıdır yeni yapıtlar… Feminist sanatçı kadınların : “Siz kadınları hep eksik, hatta yanlış tanımladınız. Kadın aslında böyledir” diyen yapıtları gibi.
Sanatın; insanlığın serüveni içinde yeri ve değeri vardır bence. En eski zamanlarda yapılmış mağara resimleri bile; bulunduktan, tarihlendikten, aidiyet edindikten sonra değer ve önem kazanıyor. Birileri istedikleri kadar “ben sanatı sanat için yapıyorum” desinler… Ortaya çıkardıkları anda… söz geçerliğini yitiriyor. Bakış açısı edinemeyen, güce ve iktidara hayran, yalnızca güzellik yaratma iddiasında olanların sığındığı bir liman ‘sanat sanat içindir’ söylemi.
- Bir şairin ne gibi bir sorumluluğu topluma karşı vardır?- Sanatçı/ şair çağının tanığı olmalı bence… Çağının sorunlarına sırtını dönmüş… kendi dünyasını, kafesini oluşturup, orada şakıyan bir kuş nereden bilecek başka kuşların avcı korkusunu? Doğadaki kuşların karınlarını doyurmak için yaşadığı serüveni nasıl anlasın ki? Şair avın yerine de… avcının yerine de koyabilmeli kendini…
-Yalnızca şair olarak değil aynı zamanda bir aktivist olarak da anılıyorsunuz? Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?- Şair olabilmeyi çok istedim… Bu seçilmiş bir hedefti benim için… Aktivist olmaksa ülkemin/ insanlığın yaşadıklarından kaynaklanıyor. Bir de daha eşitlikçi, özgürleştirici, adil bir dünyaya duyduğum sınırsız özlemden. Böyle bir dünyayı ancak insanların… toplumların kurabileceğine inancım beni eyleme katılmaya iten bir dürtü… Sokağın sesi olmak… hiç değilse o sesi duymak… Hak arayan, isyan eden insanın yanında durmak… İlkesel bir duruş bu.
Ben kendimi, toplum için yapabileceğinin çok azını yapan, yazabileceğini çoğu kez erteleyen biri olarak tanımlıyorum. Zincirlerimi kırmış olmaktan memnunum… Ancak daha iyisini yapabilirdim… Bu açıdan kendimden hoşnut sayılmam…
- Sizinle söyleşi yapmak benim için büyük bir keyifti teşekkür ederim.
- Kısacık bir sürede, içimden geldiği gibi yanıtladım sorularınızı… Ben de teşekkür ederim bu söyleşi için.

 

 

 

Sayfa : 4