...
Başlık : KALBİNDE OLANI TAKİP ET
Yazar : Büşra Çelik

  Akşam yemeği için masaya oturmuştuk. Uzun masada annem bana en uzak konuma yerleşmişti yine. Çorbalar bitmişti anneme pilav servisi için tabağımı uzattım. Kazayla elime dokununca hızla çekti tabağı. Temas ihtimalini ortadan kaldırmak için pilavı doldurduktan sonra tabağı bana uzatmak yerine masaya koydu. Gerginlik durumunu hisseden babam ortamın havasını değiştirmek için konuşmaya başladı.

"Eee işler nasıl gidiyor yeni bir iş alabildin mi yoksa sefalete devam mı?" diyerek güldü.

Bir buçuk yıl önce açtığım mimarlık ofisim vardı. Çok fazla müşterim yoktu gerçekten. Bazen sefalet çeker durumdaydım. Babam benim jeoloji mühendisi olmamı ve onun yanında çalışmamı istemişti. Ben hayallerimden vazgeçmeyip onun bana dayatmalarını seçmediğim için arada böyle laf sokardı.

 " İki gün önce bir iş görüşmesi yaptım işi alırım büyük ihtimal. İş dediğim de gerçekten büyük bir iş yeni bir şirketin tüm iç tasarımını bizim ofise vermeyi planlıyorlar."

" Oo bizim Mimar Peline bakın şirket işi almış demek. İş garanti olsun, yemeğini yiyelim. Öyle değil mi hanım?" diyerek anneme baktı. Annem oralı olmadı. Babama elektrik faturasını komodinin üzerine bıraktığını söyledi.

 Yemek bitti sofradan tabakları toplamak için kalkıyordum ki annemin konuşan gözlerine bakan babam "Hadi kızım gel biz balkona geçelim." dedi. Babamı takip ederek balkona çıkarken ayağımı eşiğe çarptım ve minik bir "Aaa" sesi çıktı ağzımdan. Bu sırada mutfağa tabak götüren annemin bana bakışını hissetim ama ona doğru dönecekken o güzeller güzeli bir çift mavi göz benden uzaklara kaçtı.

  Canım annem önceden benim her seslenişimde nasıl da yanıma koşardı. Minik bir ahh dememde, ayağımı kapıya çarpmamda, saçımı kesen kuaföre sinirlendiğim için saatlerce ağlamamda her zaman yanımda olurdu. En saçma üzüntümde bile beni anlamaya, sakinleştirmeye çalışırdı.

 Balkondaki otururken anneme rahatlık sağlamak adına en köşedeki sandalyeyi seçtim.

  Babamla dedemlerden konuşmaya başladık sonra yoldan geçen çocukların gürültüsüne söylendik. Bu sırada annem balkona geldi. Elindeki çay tepsisini ile ortadaki tek ayağı aksayan sehpanın üzerine koydu. Annem geldiğinde tüm dikkatim ona kaydığı için babamın dediklerini duymaz olmuştum. Annemin tüm hareketlerini dikkatle inceliyordum. Çay kaşığını bardağın kenarına koyuşu bile sanat gösterisiydi. Ona bakmayı ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Babamın "Pelin" demesiyle gösteriyi izlemeye ara verdim ve babama döndüm.

"Sen araba almayı düşünüyordun ne oldu o iş, bak teklifim hâlâ geçerli, bizim arabalardan birini sana verebiliriz."

" Bankadaki kredi işini hallettim iki güne arabayı almış olurum."

" Ooo nereye götüreceksin bizi, araba kutlamanı yaparız artık."

"Ayy tabik...."

Annemin "Bunu dememeliydim" dedirten bakışları babamı kuşatmıştı.

Babam sözümü keserek "Aman kızım al kazasız belasız kullan da yeter gerek yok kutlamaya"

 Çaylarımız bitmişti artık gitme vaktimin geldiğini hissediyordum. Yavaşça ayağa kalktım akşam için teşekkürlerimi belirten birkaç cümle kuruyordum. Bu sırada annem benim cümlelerimi bile dinlemeden balkondan çıktı. Annemin ardından biz de çıktık. Koridorun başında montumun cebine bir şey sıkıştırıyordu annem. Onu görmemezlikten gelerek mutfağa doğru baktım. Getirdiğim çiçek buketinin kurdeleleri çöpün kapağından aşağı sarkıyordu. Çöpte çiçek yerine kendimi hayal ettim. Kolum dışarı sarkmıştı tıpkı kurdeleler gibi... Atılmıştım ben, annem için değersiz bir çöptüm. Zihnimdeki düşüncelerden sıyrılıp kapıya gittim. Annem bu sırada diğer odaya geçmişti, babamla sarılıp vedalaştık. Seni eve bırakayım mı, dedi. Yürüyeceğim, dedim. Merdivenleri, çöpten sarkan kolumu düşünerek indim.

  Sokağa çıktığım da derin bir nefes aldım, cebimi kurcaladım, annemin koyduğu kâğıdın keskin köşelerini hissettim. Bir ara açıp baksam mı dedim sonra vaz geçtim gecenin bu sessizliğini daha fazla bozmak istemiyordum. Zihnimdeki sesleri susturup yürümeye başladım. Saat çok geç olmuştu çevredeki dükkânların çoğu kepenkleri indirmişti, tek tük market vardı açık olan.

  Ara sokaktan girip evimin sokağına döndüm bu sırada arkamda iki adam yürüyordu. Onların konuşmalarını duymak için biraz hızımı kestim. Birbirleriyle anlamadığım bir dilde konuşuyorlardı.

"Geçen anam bizim yörepteki derenin orada bahtabakan görmüş"

"Çimmeye gelmiş olmasın? "

‘’Hahahaha’’

  Bahtabakan mı görmüş, nerede, yörepte mi görmüş? Ne hoş kelimelerdi hangi dildeydi bunlar? Arkamdaki adamların gizemli söylemlerini biraz daha dinledim. Sonra evimin önünde durdum, binaya girerken gizemli sözlerin sahiplerine baktım. Biri uzun, yapılı diğeri orta boylu, zayıf, parlak yüzlü biriydi.

  Gizemli ikilinin üstüne son bakışlarımı atarak binaya girdim. Bir yandan el yordamıyla lambanın düğmesini bulmaya çalışıyor bir yandan lambanın sensörünü hâlâ yenilememiş olan yöneticiye söyleniyordum.

  Hızlı adımlar ile merdivenleri çıktım. Yorgun bir akşamdı benim için hemen eve girmek istiyordum. Kapıya geldiğimde lamba sönmüştü. Düğmeyi yeniden aramak yerine telefon ışığıyla anahtar deliğini buldum.

  Sensörlü lambaya alıştığım için düğmeyi bulmak çok zor gelmişti. Ne garip değil mi insan küçücük detaylara bile alışıyor ve bunlara alışmış olduğunu bile fark etmeden hayatını sürdürüyor. Onlar hayatımızdan çıkınca eksikliklerini fark ediyoruz. O an annemi lamba sensörüne benzettim. 28 yıldır hayatımdaydı yaptığı şeylerin eksikliğini o yapmadıkça fark etmiştim. Yaptığı her şeyi hayatın bir parçası olarak görüyordum. Onların olmama ihtimali yoktu sanki.

 Eve girdim kıyafetlerimi çıkartacaktım montumun cebindeki kâğıt yine elime geldi. Çıkarttım kâğıdı cebimden. Annemin sekiz aydır benimle kurduğu iletişim bu notlardı. Bazen uzun uzun mektuplar bazen birkaç kelimelik minik notlar yazardı. Hepsi şununla başlardı "KIZIM Pelin" kızı olduğunu vurguluyordu sürekli. O bunu vurguladıkça beni anlamadığını bildiğim cümlelerin başlayacağını biliyordum.

  Yine aynı şekilde başlamıştı "Kızım Pelin" devamına bakmadım bile kâğıdı masamın üstüne bıraktım. Kıyafetlerimi bile değiştirmeden kendimi yatağa attım. Gözlerimi tavana diktim annemin beni affetmesi için Tanrıya yalvardım. Sonra bir an durdum yaptığımın af gerektiren bir şey olmadığını bildiğim için dua hakkımı değiştirdim. Tanrıya annemin benimle eskisi gibi olması için dua ettim.

 Sonra gözlerimi kapattım ve Buse'yi düşünmeye başladım. Onun zarif bedeni, kıvırcık uzun saçlarını, pembe dudaklarını ve narin öpücüklerini hayal ettim. Onun o bahar kokusunu alabilme ihtimali ile başımı, geçen akşam yattığı yastığa gömdüm. Tanrıya her gecenin Buse’nin gülüşü ile bitmesi için dua ederek yastığın kokusunu bir kez daha içime çektim.

Sayfa : 10