...
Başlık :  İLK YEMEK
Yazar : Ü.Gülsüm Bülbül

                                             

    ‘Benim için en zoru ilk yemekti’ dedi. Zihnimde son akşam yemeği tablosu canlandı. Sessizce dinlemeye devam ettim. Odaya girdiğimde ilk onu görmüştüm. Gözleri yakıcı yeşildi. Başını önüne eğdi ve hiç kaldırmadı bir daha. Anlatmaya başladı.

     Okula gidiyordum ama çok sıkılıyordum. Ev- okul, ev- okul, ders çalış, kardeşine bak. Dümdüzdü hayatım. İnstagramda tanıştık. Öyle konuşuyorduk, sonra âşık olduk birbirimize. Adı İlker. ‘Çok seviyorsan gel buraya’ dedim. Geldi. Sekiz yüz elli kilometre uzaktan geldi. Çok sevmese o kadar uzaktan gelir mi? Çok çekiciydi, yağız delikanlıydı. Bir ayı geçmişti tanışalı, her şeyini biliyordum. Ona çok güvendim. Dürüsttü. Hem de benden büyüktü. Tam yirmi üç yaşındaydı. Üniversiteyi bitirmiş.

     Benim ailem biraz tutucudur. Erkek arkadaşa izin vermez. Onunla önceden kararlaştırdık, babaannemin evinde buluşacaktık. Geleceği gün heyecanlıydım, telaşlıydım, biraz da korkuyordum. Hiç kimseye ondan söz etmemiştim. Okullar kapanmıştı, yaz tatilindeydik. Babaannem köye gitmişti. Evinin anahtarını bize bırakmıştı. Ara sıra annem kardeşimi alır oraya gider, ev işlerini ben gelinceye kadar bitir derdi. Ben de televizyonu açar, biraz dans eder, üstünkörü de işleri hallederdim.

     Bugün de ben gidecektim babaanneme. Aldım anahtarı, bindim dolmuşa gittim. Mahalleye gelince, sağa sola bakındım. Etrafta kimseler yoktu. Babaannemin komşuları görmesin diye çok dikkat ettim.  Kapıya geldim. Anahtarı bir türlü deliğe geçiremedim, elim titredi. Zar zor kapıyı açtım. Boğazım kurumuştu. Doğru mutfağa gittim bir bardak su içtim. Ocağa da çay suyu koydum. Biraz sakinleşmiştim.  Saçlarımı açtım, aynaya baktım, biraz yüzüm kızarmıştı. Şu akıllı telefonlar çok akıllı. Aradım sevgilimi, tatlı tatlı konuştuk. Bana şimdiye kadar hiç duymadığım güzel şeyler söylüyordu. Konum attım, yarım saat sonra geldi. Zaten bizim semtteymiş. Telefonda göründüğünden daha yakışıklıydı. Esmer, bıyıklı, kaşının biri yukarı kalkıktı. Sol bileğinin içinde kuyruğu yıldızlı bir yılan vardı. Hoş geldin diye elini sıkarken gördüm, deri montunun kolu yukarı doğru çıkmıştı. ‘Evde kimse yok eminsin değil mi?’ Dedi. ‘Evet,’dedim. Sohbet etmeye başladık, bizim şehirde okumuş üniversiteyi. Laf arasında yaşımı sordu, on yedi, sekiz ay sonra on sekiz olacağım dedim. Oysa ben on altı yaşındayım. Çayı demlemiştim getirdim birer bardak içtik. ‘Ocağı söndür, daha içmeyeceğim’ dedi. Çaydan herhalde terlemişti. Montunu çıkardı. ‘Sen da sıcaklamışsındır, gömleğinin bir iki düğmesini açalım istersen’ dedi. Bana dokunması hoşuma gitmişti. Birden her şey hızlandı. Korktum ama sesimi çıkaramadım. Sesimi çıkarsam, bağırsam komşular duyar, babaanneme söylerler diye çok korktum. Güçlüydü, anla işte bir şeyler oldu.                                                                                                                                  O anlatırken, yanında oturan kız arkadaşı öfkeyle bağırdı. ‘Niye söylemiyorsun tecavüz etti desene.’ Onun yüzü kıpkırmızıydı ve titriyordu. ‘İstersen anlatma, dinlen biraz’ dedim. Uzun uzun sustu.

     Sonra devam etti anlatmaya. Eve geldim, annemle kardeşim yoktu. Doğru banyoya gittim. Çok çok çok su döktüm bedenime, gözyaşlarım bile suyla temizlenmedi. Bir kutu ağrı kesici aldım ama hepsini içemedim. Su bardağı elimde kırıldı. Kan görünce ölmekten de korktum.  Elime yara bandı yapıştırdım. Yattım. İki üç gün okula gidemedim, ateşim çıktı, hastalandım. Annem hiçbir şey anlamadı. Onun tek derdi oğlu. Doğduğu günden beri onunla uğraşır. ‘On sene sonra ne emeklerle doğurdum onu’ der. Bari bir şeye benzese. Konuşamaz, yürüyemez, altı bezli. Yine de onu çok sever, benim yüzüme bakmaz. Babam da onu sever, bez parasına kıyar, bana kıyar ama ona kıyamaz. Ben doğmadan gerçek babam bizi bırakıp gitmiş. Onu hiç tanımadım, beni kimse sevmez. Dedem, anneannem soysuzun dölü derler bana. Benim ne günahım var. Ben isteyerek mi bu dünyaya geldim? Sığamadım hiçbir yere. Annem ben çok küçükken babamla evlendirmişler.  O da sığamadı herhalde babasının evine. Hiç anlatmaz, konuşmaz benimle.

     Yaklaşık bir aya yakın böyle geçti. Okulların açılmasına bir hafta kala anneme okula gitmeyeceğimi söyledim. ‘İyi evde kal, bana yardım edersin, çok yoruldum. Kardeşin de beş yaşına geldi, onu taşıyamıyorum, ağırlaştı. Sen evde ona bakarsın ben de işe girerim’ dedi. Oysa ‘okulunu bırakma kızım, neden gitmek istemiyorsun. Bir şey mi oldu’ demesini beklerdim. Öfkelendim, kendimi odaya kilitledim, yemeğe çağırdılar gitmedim. Babam oto tamircisi. Eve geç gelir. Bazen iki üç gün gelmez, şehirlerarası yollarda kalan arabaları tamire gittiğini söyler. Evde hır gür hiç eksik olmaz. Annem hep yorgun, kardeşim hem mız mız hem de sinirlidir. Babam işten gelir gelmez yemek ister ya yatar uyur ya da kahveye gider. Beni iş yaptırmak için görürler. İş yoksa ben yokum. O gün de yok olmak istedim. Ama varım. Çıktım odadan, aldım kardeşimi içeri üstünden kilitledim kapıyı. Gel anne sana söyleyeceklerim var dedim. Yaşadıklarımı anlattım, şaşırdı, kızdı, öfkelendi, bağırdı- çağırdı. Tokatladı beni. Zorla okula yolladı. Okulda telefon açtım ona, ‘gece görüntülü konuşalım’ dedi. Baktım bir ayda ne cevapsız arama ne watsap mesajı, hiçbir şey yok.  Ben yine yokum. Okuldan eve geldim. Kıyamet koptu. Annem her şeyi anlatmış babama. Babam hiçbir şey söylemeden başladı beni tekme tokat dövmeye. Kötü küfretti. Öyle böyle değil, çok canım yandı, burnumdan kan geldi, dudaklarım patladı.

     Akşam aradım, telefonla sevdiğim adamı. Umudum ondaydı. Onunla kaçar kurtulurdum bu hayattan. Bana yapılanları anlattım, ah vah etme, özledim seni, çıplak konuşalım dedi. Büyük hayal kırıklığı. Çaresiz, öfkeli, yıkılmış yok bir kızdım ama yok olamadım. Babam karakola gidip olan biteni anlatmış, beni alıp buraya getirdiler. On altı yaşında olduğum için devlet korumasında kalmam gerekiyormuş.

     Demir parmaklıklar var burada, her an gözetlendiğimi hissediyorum. Ben burada en iyi durumda olanım. İçki, uyuşturucu kullanmadım hiç, satıcı da olmadım. Pavyonda çalışmadım, annem de öyle yerlerde olmadı. Ailemden cezaevinde olan da yok. Neden buradayım diye soruyorum kendime ama cevabı yok. Benim hayatım yokluk ve yoksulluk yığını. Neden inandım, nasıl kandım bilmiyorum. Geçen hafta sonu ilk defa annem beni izne çıkardı. Eve gider gitmez yatağıma yattım. Uyuyamadım, dön, dön geceler çok uzun. Sabah öyle güzel bir koku geliyor ki mutfaktan. Annem hamur kızartmış. ‘Bişi’ derler bizim orda. Burcu burcu kokuyor. Nasıl canım istedi ama gidemiyorum. Annem seslendi. Ayaklarım yavaş, gönlüm koşa koşa gittim, oturdum sofraya. Başımı kaldıramadım, utancımdan bakamadım yüzlerine. Babam çenemden tuttu. ‘Hadi Bakalım yap kahvaltını, en sevdiğin çikolatalı fındık ezmesinden aldım, ‘dedi. İlk defa sürdü bişinin üstüne lokmayı ağzıma verdi. İnce belli bardakta demli çay, peynir, zeytin, domates, salatalık kahvaltı masası çok zengindi. Bizim evde ilk defa kavgasız, gürültüsüz, bana sevgiyle bakan annem-babam, özlediğim kardeşim. Yüzüm gülecek, benim de sıcak evimde özleyenler varmış diye sevindim. Kahvaltı bitti, kimse kalkmadı. Babam sigarasını yakmadı. Kardeşim ağlamadı. Annem yüzüme bakmadı. Babam öksürdü, boğazını temizledi. ‘Dinle kızım’ dedi. Anladım hakkımda hüküm verilmiş. ‘Seni kirleten o soysuzun babası geldi. Kızını razı et, sizde şikayetinizi geri alın oğlum çıksın cezaevinden, düğünlerini yapalım dedi. Bugün annenle gidersiniz kuruma. Müdire hanıma anlatın her şeyi. Senin de yaşını büyütürüz. Gelin olur, evini- yuvanı kurarsın’ dedi.

     Benim adım Songül. Ben ne ilk ne son, hiç gülmedim.

     Babam elini pantolon cebine attı. Bir tomar para çıkardı. Anneme verdi. İlk defa adımı söyledi. ‘Songül’e öteberi alın, hazırlanın.’

     Hazırlanıyorum. ‘SON’uma.

Sayfa : 10